|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
CNN Türk ve NTV'deydi; cumartesi günü Kemal Derviş ve Mehmet Ali Bayar bir grup genç karşısında saatlerce süren konuşmalarıyla canlı yayında karşımızdaydı... Ertesi gün gazetelerden birisi "İkisi de kravatsızdı" diye başlık atmıştı. Ben kendi payıma, her iki konuşmadan da epeyce bir bölüm izledim. İnsan doğal olarak merak ediyor; bakalım lider adaylarımız gençlere hangi mesajları verecek, onları hangi rüzgara kapılmaya davet edecekler... Gecikmeden söyleyeyim ki, benim açımdan sonuç tam bir hayal kırıklığı oldu! İddialı değilim tabii ki; gençler belki bu iki "kravatsız" lider adayında aradıklarından da çoğunu bulmuşlardır... Derviş ve Bayar'ın ne dediklerinden önce benim ilgimi çeken husus, televizyon kanallarının bu sıradan mı sıradan iki konuşmaya gösterdiği olağanüstü ilgi oldu... "Vay beee!" dedim içimden, "ülkemizin medyası yeniliğe ne kadar açık, fikirlerin hür biçimde dolaşmasına yardımcı olma konusunda ne kadar cömert!" Ve tabii hemen arkasından şu dileği mırıldandım: "Biz de isteriz!" Gençlerle konuşmak ve gençlere konuşmak, sanıldığının aksine, dünyanın belki de en zor işidir. "Samimi", "inandırıcı", "heyecan verici", "havalandırıcı" konuşmalardan söz ediyorum tabii ki... Gençlere -hele de bu zamanda- "Siyaset iyidir katılın!" ya da "Bankacılık yoluna girdi, merak etmeyin!" gibi "mesajlar" vererek işin içinden çıkmak mümkün müdür? "Siyaset iyi bir iş"se onlara ne! "Bankalar tıkırında"ysa onlara ne! Gençlere konuşmak dünyanın en zor işlerinden birisi olmasına rağmen, ülkemizde hakim anlayış tam da bunun tersinin, yani bu işin dünyanın en kolay işi olduğunun iddiası peşindedir. Gençlerle başbaşa geçirilen saatler bu nedenle sıkıcı, "eğitim/öğretim"den söz eden programlar bu nedenden dolayı bıktırıcıdır. Gençlere konuşmak için "kravatı çözmek" yetmez; onları mümkün mertebe anlamaya çalışarak ufkunuzu da "çözecek", onları birer "otonom" varlık olarak görüp birlikte uzun bir arayışa gireceksiniz... Bu iş öyle bir, üç toplantıyla filan olmaz; gençler de bu ülkenin her vatandaşı gibi epeyce nutuk dinledikleri için, medya destekli bu tür konuşmalar onların oturdukları koltuklarda hafiften kestirmelerinin, ağırdan hayal kurmalarının önüne katiyen geçemez... Epeydir tanıdığımız için Derviş'i ve onun "liberal-sosyal" projesini bir yana bırakıp, biraz Bayar'ın "makul çoğunluk" teorisiyle ilgilenelim. Unutmadan şunu da eklemek istiyorum: Ben ekranda karşıma gelen her iki konuşmayı da dinlerken önce şunu düşündüm: Siyasetten, toplumdan ve ekonomiden Batı'daki benzerlerinden ne kadar farklı, ne kadar tuhaf tarzda söz ediyorlar! Sanırsınız ki bir "oyun"dan söz ediyorlar... Söylenenler "bu dünya"yı anlamaya, sorgulamaya ve çözmeye yönelik olmaktan çok, içi boşaltılmış bambaşka bir dünyayı betimler gibi... Biliyorsunuz, Bayar'ı hafiften izleyenlerden birisi de benim. (Şimdiden üzerine üç yazı yazdım, az mı?) Bayar, hafta başında Zaman gazetesinde Nuriye Akman'ın röportajında karşıma çıkınca, doğal olarak yine kayıtsız kalamadım. Akman, röportajın ortalarına doğru Bayar'a sorusunu füze gibi yolluyor: "Üniversitelere başörtülülerin alınmamasını nasıl karşılıyorsunuz?" Oh beee! İşte nihayet "makul çoğunluk" teorisine karşı bal gibi bir soru! Hadi bakalım, bakalım merkez sağ ve merkez solu toparlamak için "kariyeri"ni feda edip New York'tan ta Türkiye'ye kadar gelen Bayar bu soruya nasıl cevap verecek? İşte Bayar'ın bu açık seçik soruya cevabı: "DTP, Türkiye'de demokrasinin sınırlarının çağdaş bir demokrasinin gerektirdiği şekilde genişletilmesi için ortaya çıkmış bir partidir. Eğer herhangi bir konu insan hakları veya inanç sorunuysa bunlar siyasi istismar konusu haline getirildiği vakit, herkese malolmaktan çıkıyor. Bir ayrışma konusu ve sebebi haline geliyor. Bundan kaçınılması gerekiyor, herhangi bir konuya yaklaşırken... Bir toplumun bütününe malolması gereken konulardan bahsediyorsak bunların hepsini siyasetin üzerinde tutmak gerekiyor." (!) Hadi kolaysa siz söyleyin bakalım; Bayar, üniversitelere başörtülülerin alınmamasını nasıl karşılıyor? Haklı olarak "Bilmem, pek bir şey anlayamadık!" diyorsunuz değil mi? Yani olur da bu kadar olur; açık ve seçik bir soru ancak bu derece "gargaraya" getirilebilir, dünyanın en açık seçik sorusu ancak bu derece "diplomatik" bir dille cevaplanabilir! Yılların röportajcısı Akman, bu cevapla meydanı terkeder mi? Akman'ın Bayar'ın bu uzun mu uzun, fakat kapalı mı kapalı (aslında "açık mı açık!") cevabı üzerine getirdiği yorum da şöyle: "Cevabınız yine net değil; ama fazla zorlamak istemiyorum sizi." İşte böyle... Söylemiştim, "kravatı" atmak yetmez! Ve de siyaset ve seçmen Akman kadar "merhametli" değildir...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |