|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bir travmayı anlamak, üstesinden gelmek ve onu var eden unsurları etkisizleştirmek beceri gerektirir. Travmanın öldürücü sonuç doğurmadan geçip gitmiş olmasına itimat edilemez. Çünkü, organizma korku ile tanışmış ve hastalık da o organizma içinde seyredeceği mecrayı tanımıştır artık. O andan itibaren güvenlik içinde yaşamaktan söz edilemez. Yoğun bakımdaki bir hastayı değil Türkiye'yi tarif ediyoruz. Elbette, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumun "yoğun bakım"lık olmadığı söylenemez. Ama ülkenin hak ettiği bakımı görmekte olduğu hiç söylenemez. Zira, yoğun bakım, sorunun teşhis edildiğini gösterir ve fiziki olarak hala imkan varsa doğru tedavi ile hastanın ayağa kalkabilme umudunu ifade eder. Sadece dört bir yanı değil, içeride de dört bir köşesi ve hepsinden daha da önemlisi merkezi, sorunlarla çevrili bir ülke için bunu söylemek imkansızdır. Elimizde, hastanın durumu, tedaviye cevap verip vermediğini ve dahası kendisine acı gerçeğin söylenip söylenmediğine dair bilgi bile bulunmuyor. Sadece, her sabah yeni bir sancıyla uyanılıp, her akşam yeni bir yara ile uykuya dalındığı besbellidir. Bu ülkede, kendilerine Türkiye'nin gerçeğiyle yüzleşmesini önlemek misyonunu biçen ve bu konuda cansiperane mücadele veren bir odak var. "Devletin menfaati için" bir diktatörün ölümünü halktan gizler gibi, Türkiye'nin içinde bulunduğu travmaya ilişkin bilgeleri örtbas eden ve aslında gerçek parça parça ortalığa saçılmış olmasına karşın, dikkatleri "büyük ülke" masalıyla dağıtmaya çalışan bir güç... İşlerin kötüden daha kötü olduğu ve hastanın aslında yoğun bakıma ihtiyacı olduğu halde bu bakımı yapabilecek unsurlara iktidar yolunun hastanın ölümü pahasına kapatıldığı gerçeği anlaşılırsa, varlıklarının geçersiz hale geleceği ve fonksiyonlarının kaybolacağı endişesi onları giderek daha fazla motive ediyor. Bu, ülkenin ekonomik, sosyal ve diplomatik bilançoları ortaya döküldüğünde muhakkak ifade edilecek "bu ne hal?" sorusuna verecek bir cevap bulamayacak olmanın baskısıdır. Türkiye'nin Kapıkule'yi geçer geçmez sığınabileceği bir diplomatik üs bile bulunmuyor. Kıbrıs'tan Avrupa Birliği üyeliğine, Ermeni soykırımı baskısından insan hakları ihlallerine kadar; bir ülkenin uluslararası arenada başına gelebilecek her türden sorunla karşı karşıyayız. Attığımız her diplomatik adımı önleyecek bir krizin de, ülkedeki Kürt'lerin haklarını adam gibi tayin edemediğimiz için Güneydoğu'da başımıza her an eskisinden daha büyük bir bela açabilecek bir kanayan yaranın da muhatabıyız. Dünyanın gözünde, geçimsiz, çözüm üretemeyen ama başı her sıkıştığında uluslar arası kuruluşların kapısını tıklatmaktan çekinmeyecek kadar da pervasız bir ülkeden başka bir şey değiliz. Arkasında durabileceğimiz bir politikamız olsa, dünyanın ne düşündüğünü de umursamayabiliriz ama zigzaglar nedeniyle bütün dış politika tercihlerimizin para karşılığı değiştirilmeye hazır olduğunu da herkese göstermiş bulunuyoruz. Ne üyeliğini talep ediyor gibi yaptığımız Avrupa'nın, ne de tarihi ve dini bağlar sayesinde bir parçası olduğumuz İslam dünyasının bir parçasıyız. Yüzeydeki diplomatik palavra tabakasını üfleyin, altından iki dünyanın da bizi aynı gerekçelerle reddettiği gerçeği çıkacaktır. Ne Batılıyız, ne İslam. Hatta, şunu da itiraf etmek lazım ne de Avrasyalıyız... Herkesi aptal yerine koyup İslam ve Türk dünyasına çantada keklik muamelesi yapmak, sadece içerideki bir avuç seçmeni oyalıyor. Ama, bu numaraların diplomasideki ömrü kelebeğin ömrünü aşamıyor. Üzerine titrediğimiz devletimizin dünya ölçeğindeki değeri bu. En iyi ihraç ürününün ordusu olduğu ya da Irak konusundaki tercihlerinin ekonomik yardımlarla satın alındığı ileri geri söylenebilen bir ülkeyiz. Bu felaketin nedeni de sivil ve demokratik unsurların ülkenin geleceğine ilişkin projeksiyonlarıyla merkezin projeksiyonu arasında bir uçurum bulunması ve birinci gruptakilerin sözlerinin değer bulamamasıdır. İkinci gruptakilerin yani, derindeki güçlerin, "küçük olsun benim olsun" politikasının Türkiye'yi taşıdığı yer de işte burasıdır. Oysa yerkürede küçük kalabilmek, hele hele "küçük ve bağımsız" kalabilmek mümkün değildir. Bu yüzdendir ki, kendisini, "laik, devletçi, Cumhuriyetçi... vs" gibi sıfatlarla takdim etmeyi önemseyen ama, ne laikliğin ne devletin ve ne de Cumhuriyetin değerlenmesini sağlayamayan odağın, gerçeği örtbas çabaları sadece içeride fakirleşme ve geri kalmışlık değil dışarıda da itibarsızlık ve diplomatik küçülme getiriyor. Bu ülkenin, tanıdık doktorlara gösterilmeme pahasına IMF-Washington yolunda hırpalandığı yeter. Onu artık, Türk doktorlarına emanet etmenin vakti geldi.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |