T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tekno-pagan/izm: "öküz"e (b)akan "(t)ren" (5)

Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra yaşanan gelişmeler, bize Batı kültürünün ve medeniyetinin tartışılmazlığı, erişilemezliği, üstünlüğü konusunda bugüne kadar baştan çıkarıcı masallar anlatıldığını kanıtladı.

Aradan geçen 13 yıl gibi kısa bir süre içinde, barış, insan hakları, demokrasi, özgürlükler söyleminin, retorikten (içi boş laftan) başka bir anlam ifade etmediği, seküler Batı hegemonyasının alanlarını genişletmek, pekiştirmek ve derinleştirmek amacını güttüğü su yüzüne çıktı.

Önce Körfez'de, ardından Kafkaslar'da ve son olarak da Filistin'de insanlığın onuru, haysiyeti ve asaleti ile alay edilircesine tüm dünyanın gözü önünde gerçekleştirilen katliamlar ve vahşetler, seküler / pagan dünya düzeninin ne denli vahşî, barbar, bencil, açgözlü, ben-merkezci temellere dayandığını kanıtladı ve maskesini düşürdü.

Seküler / pagan dünya düzeninin aktörleri, bu katliamlara, müdahale etmediler; çünkü zaten yapılmak istenen şey, İslam dünyasını cezalandırmaktı. Neden? Çünkü tüm insanlığa hitap edebilecek evrensel iddiaları ve sözleri olan tek dinamiğin ve aktörün müslümanlık olduğu, tüm primitifliğine rağmen müslüman toplumların hâlâ İslâm ekseninde yeniden tarih sahnesine çıkma potansiyeli taşıdığı ve ilerde seküler dünya düzenine meydan okuyacağı farkedilmişti.

Öte yandan İslâm dünyasındaki seküler ve ithal projelerin tutmaması; aksine geri tepmesi de seküler dünya düzeninin maskesinin düşmesini kolaylaştırmıştı.

Göstergelere biraz yakından bakalım: Birincisi, Batılı güçler tarafından empoze edilen ve her fırsatta desteklenen seküler sistemler ve projeler İslâm dünyasını, Batılı güçlere sömürgecilik döneminden daha fazla bağımlı hale getirmişti.

İkincisi, müslüman toplumlar, kendi kaynaklarını kendileri kullanamayacak kadar kontrol altına alınmıştı. Üçüncüsü, müslüman toplumlar, kendi kaderlerini kendileri belirleyemez hale gelmişlerdi. Dördüncüsü ve en önemlisi de, Avrupa'nın fiilen siyasi bütünleşmeye doğru gittiği, Asya ülkelerinin –Amerika'nın güdümünde de olsa– küresel / bölgesel ekonomik, kültürel, teknolojik ve hatta askerî işbirliği projelerini teker teker hayata geçirmeye başladıkları, yani her şeyin küreselleştiği bir zaman diliminde İslâm dünyası –anlaşılmaz bir şekilde– hâlâ paramparçaydı.

Sonuçta İslâm dünyasındaki toplumlar, tam bir tıkanmanın, etnik çatışmaların, toplumsal / ideolojik bölünmelerin eşiğine sürüklendi. Ve böylelikle seküler / totaliter elitler, dışardan yapılan müdahalelere karşı koyacak dinamizmlerini, güçlerini yitirdiler. Üstüne üstlük, müslüman toplumları onca ana/kronik ve devasa sorunlara rağmen hâlâ ayakta tutan, krizlere göğüs gerebilmelerini sağlayan, içerden ve dışardan yapılan kışkırtmalara, oyunlara gelmeyerek toplumsal bütünlüğün korunmasını mümkün kılan yegane hayat ve hayatiyet kaynağı, tek bütünleştirici, direnme gücü verici dinamik olan İslâm'a ve dolayısıyla İslâmî söylemlere ve aktörlere karşı hegemonik küresel güçler öyle istiyor ve emrediyor diye büyük bir savaş ve çökertme operasyonu başlattılar.

Tabii ki müslüman toplumların bu halde varlıklarını koruyabilmeleri, hayatiyetlerini sürdürebilmeleri mümkün değil. Çünkü seküler projeler, müslüman toplumlarda elitlerle toplum arasında yapay sorunların, çatışmaların ve gerilimlerin yaşanmasından başka bir işe yaramıyor. Hal böyle olunca müslüman toplumların dinamizmi, enerjisi yok edilmiş ve hayat damarları kurutulmuş oluyor.

Eğer seküler projeler aynen uygulanmaya devam edilecek olursa, müslüman toplumlar dış müdahalelere her zamankinden daha fazla açık olacaklar ve sonuçta müslüman ülkelerin şu anki ekonomik ve siyasi bağımsızlıklarını koruyabilmeleri bile imkansızlaşacaktır. (Son örnek: Şu an, Amerika'lı siyasetçilerin, bor madenleri konusunda Türkiye'deki etkili ve yetkili çevrelere yoğun baskı yapmakla meşgul olduklarından, Ankara'da cirit attıklarından haberiniz var mı acaba?)

Bugün Arjantin'i çökerten şey, Arjantin'li işadamlarının ülkeyi terketmeleridir. Müslüman ülkelerde insanları ülkelerine bağlı kılabilecek ve her ne suretle olursa olsun ülkelerini terkettirmeyecek yegane aidiyet kaynağı İslâm'dır. İslam aynı zamanda hem müslüman toplumlara dinamizm ve hayatiyet veren, hem de müslüman ülkeler arasında ortak bölgesel / küresel projelerin gerçekleştirilmesini mümkün kılabilecek ve İslam dünyasını özgürleştirebilecek yegane kaynaktır.

İslâm, seküler / pagan Batı kültürünün aksine, ırkçılığı da, ben-merkezciliği de, açgözlülüğü de yasakladığı ve kalkış noktası olarak almadığı için, insanlığa adalet, barış ve kardeşlik temellerine dayalı küresel ölçekte değerler verebilecek tek dünya tasavvurudur. Medeniyetler tarihi bunun en canlı tanığıdır: Müslümanlar tarihte hiçbir medeniyeti, kültürü, toplumu yok etmemişlerdir. Oysa Batılıların bu konudaki sicilleri kötü değil, rezalettir: İnsanlık tarihinde diğer kültürleri asimile ve elimine eden ilk medeniyet Helen medeniyetidir. Ardından Romalılar, ardından Avrupalılar ve son olarak Amerikalılar, kendileri dışındaki tüm kültür ve medeniyetleri önce asimile, sonra da elimine (yok etme) çabası içinde olmuşlardır.

Sadece bir iki örnek: Güney Amerika kıtasındaki Maya, Aztek, İnka medeniyetleri Batılılar tarafından tarihten silinmiş; tüm Güney Amerika Latinleştirilmiştir. İspanya'da Endülüs çökertildikten sonra müslümanlar yok edilmiştir. Oysa İspanya'da müslümanların hakim olduğu dönemde hıristiyanlar ve yahudilerin kılına bile dokunulmamıştır. 20. yüzyılda Batı demokrasilerinin hakim olduğu bir zaman diliminde yaşanan savaşlarda dünyada 190 milyon insan katledilmiştir.

Tüm bu cinayetlerin kaynağı, dün paganizmin ve bugünse yeni paganizm biçimlerinin dölyatağı olan sekülerliktir. Tarih felsefecisi Christopher Dawson, sekülerleşmenin şiddetten ve yıkımdan başka bir şey getiremediğini söyler. O yüzden 1929 yılında yazdığı Progress and Religion başlıklı kitabında (bu kitap, Açılımkitap tarafından yayıma hazırlanıyor), ta o zamandan insanlığı yeni-paganizm tehlikesinin beklediğine dikkat çekmişti. Benzer gözlemleri Toynbee de yapmıştır. Toynbee, (Umran dergisinin Haziran sayısında yayımlayacağımız) kitaplarında yer almayan bir makalesinde aynı noktaya dikkat çekmiştir. John Keane'den John Milbank'a ve Jean Baudrillard'a kadar pek çok çağdaş sosyal teorisyen de bugün benzer şeyleri söylüyor.

İnsanı hayatın merkezine yerleştirerek tanrılaştıran ve dolayısıyla insan, doğa ve Tanrı arasındaki ilişkileri tersyüz eden sekülerlik, her şeyi bu dünyaya indirgiyor ve dolayısıyla gücü, parayı, seksi putlaştırıyor; insanı bunların kölesi haline getiriyor ve sonuçta şiddet ve şiddete dayalı ilişkiler ağı ve düzeni tesis ediyor. Başka bir deyişle, sekülerlik insanın hakikat'le ilişkisini koparıyor ve sonuçta hakikat'in yitirildiği bir dünyada hak ve hukukun tahakkuk ettirilebilmesi muhakkak surette imkânsızlaşıyor.

Şiddet üreten sekülerlikten neşet eden yeni-paganizm biçimlerinin önündeki yegane engel İslâm'dır. O yüzden İslâm, tüm insanlığa hitap edebilecek evrensel / küresel iddialara ve değerlere sahip olduğu için şeytanlaştırılmakta ve etkisiz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Ancak kısa vadede İslâm dünyasını zorlu bir dönemeç bekliyor; ama uzun vadede İslâm, dün olduğu gibi yarın da panik psikolojisi ile üzerine gelen seküler / pagan güçlerin operasyonlarını –üstelik de şiddete dayanmayan yöntemlerle– püskürtecek ve yeniden tarih sahnesine çıkmayı başaracaktır.


15 Mayıs 2002
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED