|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bir süre önce değişim ve demokrasi dilimizden düşmüyordu; siyasetin, rejimin normalleştiğini varsayıyor; basın ve siyaset, demokratikleşme konusunda "yapıldı-yapılacak" gibi duran birkaç reformla bir devirden diğerine atlamaya hazır bir Türkiye imajını pek sevivordu… Oysa, bu imajda değişim adı verilen "şey" değişim politikalarından çok, değişimi dizginleme, sınırlama, mevcut siyasi ve ekonomik yapıyı yeni girdilerle yeniden üretme çabasından başkası değildi. Son aylarda gündeme gelen haberleri, gelişmeleri düşünün şöyle bir. RTÜK Yasası örneğinde olduğu gibi siyasetin sterilleşme ve daraltılma sürecinin kesifleşmesinden, karar mekanizmalarının biraz daha devletleştirilmesinden, Kürt meselesi başta olmak üzere toplumsal sorunların boğulmasından, ekonomiye hakim oligopol yapısının pekiştirilmesinden başka ne var ortada? Siyasi arena bile Ecevit'in sağlığına endekslendi. Bu arenanın aktörleri, bu veriden ve kendi iç hesaplarından hareketle çözüm ve iktidar planları yapıyor. Diğer taraftan henüz rüştünü ispatlalamış lider adaylarıyla kaynıyor piyasa; merkez medya bunları şişirme, paketleme çabasında. Tüm bunların işaret ettiği acz hali ise tüm çıplaklığıyla ortada. Zihniyet açısında da durum aynı. Bu yeni imajın sahipleri dün bazı sorunları tespit edenlere nasıl "bölücü, bozguncu, hain" damgası vurmuşlarsa, bugün de aynı şeyi yapıyorlar. Bırakın yeni tartışmaları, yeni demokrasi anlayışının gereklerini dillendirmeyi, değişen dünya, bölge ve ülkenin dinamiklerinden yola çıkıp tahliller yapmayı; tespitler bile "sakıncalı" görülüyor ve salvo ateşi açılıyor. Üstelik arkalarına şimdi solun kemalistlerini almış durumdalar. Beteri bu gidişatın toplumsal bir duruma tekabül etmesidir: Siyasi tavırlar, ancak siyasi partilerle bağ kurmadan, onların oluşturduğu alan dışında alınıyorsa, "meşru" kabul ediliyor, iletişim kabiliyetine sahip oluyor. Referanssız, dağınık, sorumsuz, farklıyı dışlayan, içine kapalı, samimi olmayan, hatta sinik bir itiraz hali egemen ülkeye. Aslında, bu, farklı bir açıdan bakınca, Türkiye'de, kurumlardan aydınlara, "kendine mahsus olanın" iyice kaybını ifade ediyor. İç referansları olmayan bir düşünce ve tavır iklimi koyulaşıyor. Sistemin oluşturduğu atmosferden rahatsızlık duysa da, onun araçları, argümanlarıyla hareketlenen garip "zihinler" yeniden ürüyor. Yeni siyaset üretmek adına, siyasetin katline el veriliyor. Bu tuhaf toplumsal sahnede; "okuma yazması" olmayan, bilgiyi dışlayan, kurnazlığı yücelten, derinlik, perspektif, çokyönlü refleks, özgünlük duygularından tamamen muaf olan, popüler melodiler dışında her türlü soyutlamayı aşağılayan, sıradanı, giysiyi, iç mekanları, yiyecekleri, hepsinden önemlisi imajları tüketmekten başka özellik taşımayan Türk "burjuvası"nın, münevver "replik"'i de iyice görünür hale geliyor. Doğaldır; düşünce ve tavır, biçimlerden önce, özlere refere olursa; haksız darbelerden, aleni saldırılardan çok, mağdurların kimliklerini, eylemlerini, niyetlerini, geçmişlerini temel alırsa, "insan onuru"nun, "varlık ve farklılık hakkı"nın, "adalet ve şeffaflığın" ayaklar altına serilmesi gücünü aydından alan toplumsal meşruiyet kazanır... Bu durum, içine düştüğümüz "depolitizasyon" kuyusunun görünümlerinden biri, şüphesiz. Ama daha da öte, depolitizasyonun toplum, aydın, gazeteci, öğrenci, sanatçı eliyle üretilmesinin ta kendisi; temsil krizinin derinleşmesine, "bağımsız" düşüncenin, aydının, "sivil toplum" örgütlerinin katkısı... Bugünlerde çeşitlenerek, meşruiyet kazanarak, kağıt üzerınde "sofistike" bir görünüme kavuşarak üreyen, bizlerin kollektif tasavvurundan başka nedir?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |