|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Başlıktaki soru abes gibi görünüyor değil mi? Elbet kurdu Hüsnü Doğan partisini... Asya ve Avrupa (Avrasya) Partisi adı. Bilerek soru koydum başlığa... Belki de pekçok insan, hala Hüsnü Doğan'ın partisini kurup kurmadığını bilmiyordur, diye düşünüyorum. Hüsnü Doğan'ın partisini kurduğunu bilse bile, gene pekçok insanın, en azından bu partinin adını bilmediğini düşünüyorum. Hani denir, "parti kurmuşsunuz ama esamisi okunmuyor." Oysa parti kurmak demek, ülke yönetimine talip olmak demek ve bunun için, halktan oy almak, oy almak için de gündeme girmek, isim yapmak, konuşulmak, tartışılmak, eleştirilmek, desteklenmek demek. Var mı Türkiye'de Avrasya Partisi ile ilgili bir gündem? Yok. Hatta henüz partisinin başına geçmemiş bulunan M. Ali Bayar kadar bile gündemde değil Hüsnü Doğan. Oysa Hüsnü Doğan kaliteli bir insan. Özal'ın ilk döneminin efsaneleşmesinde onun mutfaktaki hizmetinin ne kadar etkili olduğunu, dönemi doğru izleyenler bilirler. Çalışkanlığı, namusu, ciddiyeti, devlet tecrübesi, proje üreticiliği hep konuşulur. Tam bir mutfak adamıdır. Avrasya Partisi kurucuları arasında yer alan Hasan Korkmazcan da, Özal dönemi ANAP'ının sağlam isimlerindendi. Ama Avrasya Partisi gündemde yok. Peki daha sonra potaya girer mi? Bu soruya her partide umut dolu cevaplar verileceğini biliyorum. "Umut fakirin ekmeği, umar ha umar" sözü tam da partiler için söylenmiş olmalıdır. Bir mahalli seçim öncesiydi, daha sonra seçimlerden binde 5 oy alacak olan partinin ilçe belediye başkan adayı, seçimleri silip süpüreceklerini söylüyordu. Buna basbayağı inandırılmıştı. Umut dağlar gibidir partilerde... Bence Avrasya'nın potaya girme imkanı zor, hatta imkansız. Çünkü Hüsnü Doğan da, Hasan Korkmazcan da karizma insanları değiller. Dün öyle olmadılar, yarında da olmaları zor. Oysa Türkiye'de siyaset sadece mutfak adamları ile gitmiyor, toplum duygularını hareketlendirecek simalar da arıyor insanlar... Parti kurdular yaprak kımıldamadı, yarın hangi rüzgarı yakalayacaklar da iktidara yelken açacaklar? Zor, diyorum. Bakın, Yusuf Bozkurt Özal da bir heyecan uyandıramadı, Korkut Özal da... Oysa bana göre onlar da proje üretimi yönünden kaliteli insanlardı. Hüsnü Doğan'ın partisini gündeme almamın ve başarı şansıyla ilgili bir değrelendirme yapmamın bir başka sebebi var. Bildiğim kadarıyla, AK Parti oluşumunda Hüsnü Doğan'la da temas kuruldu. Parti kuruluşunda yer alması istendi. Hüsnü Doğan biraz düşündü ve bu teklifi kabul etmedi. Partileşme çalışması da ondan sonra yoğunlaştı. Gene bildiğim kadarıyla Hüsnü Doğan benzeri, (yani çalışkan, dürüst, devlet tecrübesi bulunan, farklı toplum kesimlerine sıcak gelecek ve güven verecek) başka isimlere de kuruculuk teklifi gitti AK Parti'den... Onlar da biraz düşündüler ve kurucu heyete girmediler. Bildiğim bir başka şey de şu: Bu isimler AK Parti'ye bir, kimi çevreler tarafından Tayyip Erdoğan'ın önünün kesileceği iddiası siyaset pazarına pompalandığı için, iki, Erdoğan'ın birikimini yeterli bulmadıkları için iltifat etmediler. Bugün gelinen noktada görünen şu: -Tayyip Erdoğan'lı AK Parti, tüm kamuoyu yoklamalarında birinci partidir ve iktidar adayıdır. Buna karşılık, farklı sebeplerle bu partiye gelmekten kaçınanların henüz ya partileşmiş bir siyasi iddiaları mevcut değil, ya da kurdukları partinin esamisi okunmuyor. Bununla birlikte bu kesimin AK Parti ile ilgili iki değerlendirmesi de gündemdeki yerini koruyor. 1- Tayyip Erdoğan'ın önü kesilir. 2- Tayyip Erdoğan'ın birikimi yeterli mi? Bu iki soru henüz net cevabını bulmuş değil. "Ön kesme" iddiaları, Tayyip Erdoğan'a yönelik merkeze öfkeli halk nezdindeki ilgiyi artırsa da, konu, sancı halinde yansıyor seçmen yüreğine... "Birikim" meselesi de karşıt ve etkili bir odak oluşturmada müessir oluyor. Oysa ben düşünüyorum ki, AK Parti'nin başlangıçtaki açılımı olumlu cevabını bulabilseydi, belki iki sorunlu alanda da iyileştirmeler olacaktı. Yani hem Ak Parti hareketi, marjinal bir oluşum şeklinde algılanıp ön kesme operasyonuna hedef kılınmayacak, hem de tecrübeli kadrolarla beslenmiş bir "kadro", bir "ortak akıl" hareketine dönüşerek, "birikim"e yönelik kuşkulardan kurtulacaktı. Böyle bir oluşumun başkalarına karşılık artısı ise, Tayyip Erdoğan'ın, ister kabul edilsin ister edilmesin, toplum nezdindeki itibarı idi... Ecevit'in hasta yatağından yönettiği Türkiye'de, Tayyip Erdoğan'a birikim sorgulaması yapmak abesle iştigalden başka bir şey midir? Fark ne? Ecevit'e her halükarda tahammül, Tayyip Erdoğan'a karşı peşin red! Bunun zihinsel altyapısı... Ne yazık ki hakim odakların bu tavrı, herkesi etkiliyor, yani zihinleri abluka altına alıyor, cesaretleri kırıyor ve yanyana gelişleri önlüyor. Bu noktada Tayyip Erdoğan'ın hakkını teslim etmek gerek: Yani "kollektif akıl", "Lider değil kadro hareketi" söylemi, Erdoğan'ın başından beri vurguladığı bir yönetim üslubu oldu. Herhalde, Hüsnü Doğan ve benzerleri gibi önemli devlet bilgisine sahip kadrolar, Tayyip Erdoğan'ı her bakımdan besleyici bir misyon üstleneceklerdi. Böylece bir kanaldan proje, bir kanaldan halk desteği gelecek ve Türkiye'de her alanda yaşanan tıkanmalar aşılacaktı. Acaba bu toparlanışın önündeki asıl engel, Tayyip Erdoğan'ın "Bizim evin çocuğu" olarak hiçbir zaman büyütülmemesi midir? Bence bu sorunun üzerinde de durmak gerekiyor. Ve belki bir yeniden durum değerlendirmesi yapmak... Hiç olmazsa, "Acaba Avrasya Partisi nasıl bir siyasi sonucu amaçlıyor?" sorusuna doğru cevaplar vermek ve yeni kararlar almak... Bana göre AK Parti de, bir açılım hamlesini daha gündemine almak noktasındadır. BAŞBAKAN'SIZ DA OLUYOR!
Başbakan Ecevit, yeniden hastaneye yatırıldı. Ve "en az" bir hafta daha hastanede kalacağı bildirildi. "En az" hiç şüphesiz kritik bir ifade. Yani en azından belirsizliği, ama daha çok da "daha çok kalabilir" anlamını taşıyor. Bu arada DSP'den yapılan açıklamada "Türkiye'de Başbakanlık ve DSP'de genel başkanlık sorunu yok" denildi. Demek oradan öyle görünüyor. Buna göre ülke Başbakan'sız da yönetilebilir demek mümkün. Ya da Başbakan'ın olması ile olmaması arasında fazla bir fark bulunmuyor, demek. Ancak piyasalar öyle düşünmüyor olmalı ki, Ecevit hastaneye yatar yatmaz Dolar'da yukarıya, borsada aşağıya doğru hareketlenme başladı... Anlaşılan piyasalar DSP'yi dinlemiyor. Açık olan şu ki Ecevit artık sorun çözecek bir konumda değil, kendisi sorun niteliğinde bir insan. Bu herkesin başına gelebilir, tabiidir, ama gereği bunun bedelini ülkeye ödetmek değildir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |