|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Başbakan Bülent Ecevit'in sağlık durumu, 'sabit kur' uygulamasına mı benziyor; 'dalgalı kur'a mı? Birincisi, 'ekonomik program'da bir süre istikrar sağlamıştı ama 'siyaset'in ekonomiyi rayından çıkarttığı noktada Türkiye'de görülmemiş bir 'mali-ekonomik kriz' çıkmasına yol açtı. Yerine uygulanmaya başlanan 'dalgalı kur' ise, 'kriz'e adeta bir 'ebedi çare' olarak sunuluyor. Ekonominin 'kırılganlığı'ndan ne zaman söz edilecek, ekonominin 'kriz ihtimali'nin devam ettiğine ne zaman dikkat çekilecek olsa; 'artık dalgalı kura geçtik, o krizi bir daha yaşamayız' cevabı veriliyor. Başbakan'ın sağlık durumu da sanki 'dalgalı kur'a ayarlanmış gibi. Türkiye'de 'ekonomik programın patronu' olarak kabul edilen Kemal Derviş bile ekonomide 'makro dengelerin kurulduğunu, bir seçimin ekonomiyi etkilemeyeceğini; hatta seçim tarihinin belirlenmesinin ekonomiyi etkileyecek siyasi belirsizliği ortadan kaldıracağı için isabetli olacağını' söyledi. Derviş'in bu açıklamasından sonra, Türkiye, bir haftadır bir 'erken seçim atmosferi'ne girmiş sayılıyor. Mesut Yılmaz'ın da 'Ecevit'in sağlığının ekonomiyi etkilemeyeceğini' söylediğine ve en önemlisi aynı değerlendirmeyi IMF'nin yaptığına bakılırsa; Ecevit'in hastalığının ne olduğu ve nasıl seyredeceği, 'Türkiye'nin siyasi ve ekonomik selameti' açısından 'hayati önemde' addedilmiyor olmalı. Bu değerlendirmelerin, 'Bülent Ecevit'in bu haliyle Başbakan sıfatıyla Türkiye'nin tepesinde bulunması o kadar önemli değil' demekten pek farkı yok. İnsanın aklına ister istemez Türkiye'nin kökü Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu'na dayanan 'kuvvetli devlet geleneği' geliyor. Ta 1566'da Zigetvar Seferi'nde Kanuni Sultan Süleyman vefat etmişti. Ama, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa, ipleri ele geçirmiş; Padişah'ın ölümünün ordunun moralini bozmasını önlemek için, ölüm yeniçerilerden ve ahaliden gizlenmişti. Hatta, atının üzerine bağlanan Kanuni'nin cesedi önünde orduya geçit töreni bile yaptırılmıştı. Macaristan'dan Belgrad'a kadar, cenazeyle geri dönmekte olan ordunun ve halkın, Padişah'ın ölümünden haberi bile olmamıştı. Belgrad'a varana dek aradan geçen süre içinde, Şehzade Selim, II.Selim olarak tahta geçmeye hazırlatılmıştı. Devletin dirliği kaimdi... 2002 Türkiye'sinde 'ekonominin Sokullu Mehmet Paşa'sı' Kemal Derviş'in açıklamaları, aslında 'seçim istikameti'ne işaret ediyor. 'Ekonominin Belgrad'ı' seçim olacak. 'Devlet', bir ekonomik krizi bir daha yaşamadan, dirliği, kaim kalacak. Bu gelişmeden rahatsızlık duyanların başında, Kemal Derviş'e bir yıldır büyük destek iletmiş olan iş dünyası geliyor. TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan, bir yıldır ilk kez Kemal Derviş'ten ayrılmışa benziyor. 'Seçimin Türkiye'ye en az altı ay kaybettireceği'ni bildirerek, Derviş'e karşı çıktı. Bu arada, Türkiye'nin genç ve parlak finans ve yatırım beyinlerinden biri, Derviş'in gözlemlerine gönderme yapan yazılarım üzerine bana bir elektronik posta mesajı gönderdi ve seçimin ekonomi üzerinde muhtemel olumsuz etkilerini yabana atılmaz tezlerle öne sürdü. Dikkate değer tezleri izleyelim: "Kemal Derviş 'artık seçim dönemlerinde eskisi gibi popülist politikalar uygulanamayacak' derken tamamen olmasa da kısmen haklı. Örneğin, eskisi gibi Ziraat Bankası'ndan ucuz kredileri Tarım Kredi Kooperatifleri'ne kullandırmak çok zorlaştı. Ama gerekli olmamasına rağmen KİT'lere ve belediyelere adam alımına engel bir kanun bildiğim kadarıyla yok. Dolayısıyla, seçim öncesinde, sonraki dönemlerde ekonomide sorunlara yol açacak nitelikte uygulamalar yapmak eskisi kadar kolay değil; ama imkansız da değil. Maalesef, milli geliri kadar borcu olan bir ülkede tek problem seçim öncesi uygulanması muhtemel popülist politikalar değil. Hiçbir popülist politika uygulaması olmasa da seçimi kaldırabilecek kadar güçlü bir ekonomimiz olduğundan ciddi şüphelerim var. Şimdiki hükümet ve Ecevit'ten beklenmeyecek özenle hazırlanmış bir program dahilinde hükümetin 3-4 ay sonrasında yapılmak üzere erken seçim ilan ettiğini ve bu dönemde hiçbir popülist uygulamaya gitmediğini düşünelim. Aynı dönemde, Ecevit'in kör topal başbakan rolünü başarıyla oynadığını, seçimlerle birlikte yerini de parti içi karışıklığa yol açmadan falancaya bırakacağını düşünelim. Dışarıdan hiçbir şoka maruz kalmadığımız varsayımıyla, bu manzaraya bakınca 3-4 aylık perspektifte ekonomide şöyle bir seyir olacağını düşünüyorum. 1. Erken seçim ilanından hemen sonra, faizler ve kurlar eş anlı olarak yüzde 10 civarında yukarı çıkar. Yetkililer, 'merak etmeyin, daha önce çizdiğimiz ekonomik politikalardan bir sapma olmayacak' diye demeç vermek zorunda kalırlar. Ancak, bu açıklamalar kimsenin yatırım kararını değistirmez. Bunun üzerine bizimkiler IMF ile görüşüp, IMF'ye 'Türkiye'de işler iyi gidiyor' mealinde açıklamalar bile yaptırabilirler. Bu da kimseye yetmez. Ayrıca, Kemal Derviş DSP'de kalmayı kabul etmediği takdirde hükümetten istifası gündeme geleceği için ekonomide bir başıbozukluk başgösterir. (Asağıdaki diğer maddeler son cümlenin gerçekleşmeyeceği varsayımına dayanıyor; yani ideal bir seçim öncesi bir durum) 2. Şu anda gecelik piyasada parası olan yabancı yatırımcılar yaklaşık 700-800 milyon dolarlık overnight pozisyonlarını bozup dolara geçmek için sıraya girerler. Bono sahipleri uzun vadeli bono talebi sıfırlandığı için zaten pek satış yapamaz. Ama en azından 100 milyon dolar civarında yabancı parası da bonodan çıkar. Günlük işlem hacmi 300 milyon dolar olan bir piyasada 800-900 milyon dolarlık yabancı yatırımcıdan gelen dolar talebiyle birlikte parasını emniyete almak isteyen Türkler ve pozisyon kapatan şirket ve bankaların talepleriyle kurlar bir hafta içinde 1,550,000-1,600,000 civarına kolaylıkla gelir. Bankalar dolar long olmadığı icin doları satacak adam bulmak zor olacak. (Merkez Bankası dahil) 3. İkinci aşamada, Hazine tüm uzun vadeli borçlanma stratejisini rafa kaldırarak en iyi ihtimalle 3-4 ay vadeli kağıtlar satmak durumunda kalır. İç borcunun üçte biri dolar, yarısı da değişken faizli tahvil olan Hazine'nin ödeyeceği borç yükü milli gelirin yüzde 5'inden az olmamak uzere artar. Borcun döndürülememe riski yeniden gündemin baş maddesi olur. 4. Enflasyonla mücadele programı bu noktadan sonra, eldeki kaleleri bırakmama stratejisine dönüşür ve son altı ayda enflasyonla mücadele konusunda kazanılan mesafe ve Merkez Bankası kredibilitesi sıfırlanır. 5. Belirsizlik ortamında bankalar olası bir krize karşı kendilerini korumak icin likid kalmaya çalışır. Faiz yükselişi nedeniyle ciddi zararlar yazılır, Sermaye yeterliliği yeniden düşmeye baslar. Böylece, iki üç ay içinde bankacılık rehabilitasyonunun tamamlanmasının ardından yavaş yavaş artacağını öngördüğümüz kredilerin artma ihtimali ortadan kalkar. Fiyatların, faizlerin ve kurların yükselmesi nedeniyle tüketim eğilimi tekrar azalır. 6. Uzun vadeli borçlanamayan Hazine nakit yönetiminde zorlanırken, kamu harcamalarında kısıntı yapmak zorunda kalabilir. Çünkü her seçim öncesi dönemde olduğu gibi verginin yatırılmama alışkanlığı artacaktır. 7. Hükümet bazı uygulamaları ister istemez yavaşlatacaktır. Örneğin işten atılmalar, şube kapatmalar, özelleştirme çalışmaları duracaktır. AB ile ilgili ilerleme için alınması gereken kararlarda da aksamalar ve gecikmeler olacağını tahmin ediyorum. Yapısal önlemlerin alınmaması IMF'nin bakış açısını değiştirebilir. IMF Türkiye'ye vermeyi taahhüt ettiği kredinin üçüncü ya da dördüncü dilimini vermeyi erteleyebilir, ki bu sonun başlangıcı olur. Keşke şimdiki haliyle Türkiye ekonomisi erken seçimi kaldırabilecek kadar güçlü olsaydı." Gerçekten de yabana atılır tezler ve gözlemler değil. Ancak, temsil yeteneği kalmamış ve başındaki kişinin 'dalgalı sağlık halinde' bulunduğu bir hükümetle nereye kadar? 'İrade yenilenmesi' olmadan, Türkiye'nin itileceği riskler neler? İnsan faktörü denklemin dışına çıkarılmış salt bir 'rakamlar ekonomisi' ile hangi ülke nereye kadar, nasıl yol alabilir? İş dünyası ve finans uzmanlarının, bu durumda 'siyasi tezler' de geliştirmesi gerekmiyor mu?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |