|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Murat Demirel ve Cavit Çağlar'ın cezaevinde geçirdiği günlere ilişkin yorumunu duymayan kalmamıştır sanırım. Demirel, kısaca, Murat Demirel'in 643 gündür suçunun ne olduğu bilinmeden ve hangi mahkemede muhakeme edileceğini bilmeden hapishanede bulunduğunu; Cavit Çağlar'a yapılanın ise tek kelimeyle "zulüm" olduğunu söylüyordu. Benim bugün dikkat çekmek istediğim husus Demirel'in bu değerlendirmesi değil. Murat Demirel'in boşu boşuna hapishanede bulunup bulunmadığını ya da Çağlar'a yapılanların bir "zulüm" olarak nitelenip nitelenemeyeceğini tartışmayacağım. Eğer iddia doğruysa, insanların hapishanede boş yere gün saymasını ya da "zulüm" görmesini tabii ki biz de istemeyiz... Ancak gönül, yakınları için giderek daha bir vefâlı olan Süleyman Demirel'in "ağırlığı"nı diğer "zulüm" vakaları için koymasını da istiyor doğrusu... "Adalet"ten söz etmesi iyi de, insanın bunu sadece yakınlarına lazım olduğu zaman hatırlaması ne derece adil bir davranış! Neyse... Ben bugün özellikle Süleyman Demirel'in Cavit Çağlar'ın durumuna ilişkin yaptığı ikinci bir değerlendirmeyi söz konusu edeceğim. Demirel'in ağzından çıkan bu ikinci değerlendirme şöyle: "Cavit Çağlar, bu ülkenin vatandaşı değil mi? Evet, Cavit Çağlar, fabrikalarında 20 bin kişiye iş vermiştir. 20 bin kişiyi besliyor. 20 bin Cavit Çağlar'ı beslemiyor ki..."(!) Bana göre, Demirel'in Murat Demirel ve Çağlar hakkında yaptığı açıklamanın en tatsız bölümü bu bölüm. Dokuzuncu Cumhurbaşkanı'nın açıklamasında merkeze oturan fiile dikkat edin: "Beslemek"! Yaaa, demek 20 bin kişi Çağlar'ı değil de, Çağlar 20 bin kişiyi "besliyor"? Demirel'in benimsediği "dil" hiç mi hiç "masum", ya da "tarafsız" bir dil değil. Demirel aslında "Türk kapitalizmi"nin çalışma hayatına yönelik en kaba değerlendirmesini dile getiriyor. Çalışma hayatına yönelik bu kaba ve yanlış değerlendirme (ya da zihniyet) sonuç olarak, "kapitalizm"i yanındaki insanları "besleyen" bir "ağa" rejiminden farklı görmüyor. Çağlar'ın fabrikalarında çalışan 20 bin işçi patron tarafından sanki lütfen "beslenmekte"dir! Bu 20 bin işçinin Çağlar'ın malvarlığına mal katmasında hiç mi hiç yeri ve rolü yoktur! Çağlar, gönlü zengin insan canım; şu Bursa'da 20 bin kişiyi "besleyeyim" diye yola çıkmış! Ne dersiniz; Demirel'in ağzından çıkan bu yakışıksız sözler, iktidarda olduğu şu kadar yıl içinde devletten "beslendirdiği" fabrikaların sırrını da iyi açıklamıyor mu? 20 bin kişi Çağlar'ı değil, Çağlar 20 bin kişiyi "besliyor"muş... Daha ne! Uyanık bir 'Guru'!
Artık biliyoruz ki, bu iş kolu tek başına neredeyse bir "endüstri" haline geldi... Gün geçmiyor ki ülkemizi bir "guru" ziyaret etmesin. Bu "guru"lar daha çok iş dünyası/insan kaynakları alanında faaliyet gösteriyorlar. "İnsan kaynakları"? Biliyorsunuz, "küreselleşme"yle birlikte işletmelerdeki eskinin "personel müdürlüğü" birimleri artık "insan kaynakları"na dönüştü! Türkçe çevirisi de pek oturmamış doğrusu; "tabii kaynaklar", "enerji kaynakları" filan gibi bir şey... Rağbet gören ikinci grup "guru"larsa kısaca "ruhsal hayatımız"la ilgililer. Geliyorlar, bir salon dolusu insana önerilerde, telkinlerde bulunuyorlar; amaç dinleyenlerin toplantıyı daha rahat, daha az stresli, daha verimli bir ruh haliyle terketmeleri. Yani bir tür toplu "terapi". Geçenlerde Türkiye'ye gelen "ünlü guru Dr. Deepak Chopra" da, İstanbul'un bir beş yıldızlı otelinde yönettiği toplantıda "hastalıkları ruhsal bilimle yenmenin yollarını" anlatmış. Chopra'nın konuşmasında benim en çok ilgimi çeken bölüm şu oldu: "Savaşların, ekonomik ve sosyal sorunların üstesinden gelebilmek için, kendisi ve çevresinin gücünün farkında olan bilgeler gerekiyor. Bu yüzden, şu an dünyanın, Atatürk gibi evrensel liderlere ihtiyacı var." "Guru" böyle der de Milliyet durur mu? O da atmış başlığı: "Dünyaya mutlaka bir Atatürk lazım"(!) Görüyorsunuz, şöyle böyle değil, bu "guru" bayağı kurnaz, bayağı uyanık bir guruymuş!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |