|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 Eylül döneminde, sıkı bir askerî sansür mevcutken, hassasiyetlere dokunmayacak konu bulamaz ve bu yüzden sık sık Türkçe üzerinde fikir yürütürdüm. O tarihlerde, uydurma dil, okulları istilâ etmişti; kelime düşmanlığı ile gençler sınırlı bir Türkçeye mahkûm edilmişti. Mücadeleyi "Yaşayan Türkçe" kazandı. Dil Kurumu üyeleri, 12 Eylül döneminde, devlet desteğinden mahrum bırakıldı. O gün bugün, kelime katliamı sona erdiği düşüncesiyle, konuya pek girmiyorum. Gerçi, kulağı tırmalayan uydurma sözlere halâ bazı hukukî metinlerde ve kitaplarda rastlıyoruz. Ama, ısrarla dayatılan bir tasfiye eylemi ile karşı karşıya değiliz. Türkçe fakirleşiyor
Bütün bu girizgâhı Sırrı Er'in kitabından bahsetmek için yaptım. Er, Moral FM'de görevli genç bir gazeteci arkadaşımız. Mesleğinin de bir parçası olduğu için Türkçe konusuna büyük hassasiyet ve özen gösteriyor. Konuşmak Sanattır (Nesil Yayınları) kitabında, Türkçe'nin nasıl fakirleştiğini ortaya koyuyor: "Yoğun kelimesi, Türkçedir. Yoğun kelimesinin kullanıldığı yerler vardır. Suyun yoğunluğu, civanın yoğunluğu veya yoğun bakım deriz. Ama biz yoğunluğu kırk ayrı manâda kullanmayız ki. Bir arkadaşımıza 'İşlerin nasıl' diyorduk. O bize 'Vallahi işlerim çok' diye cevap veriyordu. Şimdi, 'İşlerim yoğun' diyor. 'Çok' kelimesinin yerini 'yoğun' kelimesi aldı. Eskiden bir başbakanımız, bir siyasetçimiz meydanda 'sürekli' alkışlarla konuşmasına devam ederdi, şimdi yoğun alkışlarla konuşuyor. Eskiden 'bardaktan boşanırcasına' yağmur yağardı, şimdi yoğun yağmurlar yağıyor. Eskiden 'trafik sıkışıklığından' dert yanardık, şimdi trafik yoğunluğu şaşırtıyor. 15 ayrı manâyı bir tek yoğun kelimesiyle ifade ediyoruz. Bu, dilin zenginleşmesi değil, fakirleşmesidir." Sırrı Er'in bu güzel kitabını Türkçe severlere tavsiye ederim. Bir başka arkadaşımız Cengiz Çam "Sivil Kurtuluş" isimli kitabını göndermiş. "15'inci sayfada tarif ettiğimiz Sivilleşme Platformunda buluşmak dileğiyle" diyor. Cengiz Çam görüşlerini 15'inci sayfada şu şekilde özetliyor: "Sivil, yani medenî, dürüst, demokratik ve askerin etkisinde olmayan yönetim sistemi şarttır. Kutuplaşmalara son verilmeli, toparlayıcılık ve birleştiricilik benimsenmelidir. Artık devletin değil, milletin kutsal ve egemen olmasının zamanı gelmiştir." Çam'ın sitesinin adı www.sivilkurtulus.com. Şaban Arslan ve Orhan Saat, "Kartal Günlüğü" kitabının yazarları. (Karakutu Yayınları. Tel (212) 482 42 31) Arslan ve Saat, "ünlülerin cezaevini" ve orada yaşanan olayları bir banka patronunun gözüyle okuyucuya sunuyor. Banka patronu, (hayali bir kişi) gözlemlediği olayları, hücresinde dizüstü bilgisayar aracılığı ile tuttuğu günlüğe not düşüyor. Ünlülerin cezaevi hikâyelerini bu kitapta bulabilirsiniz. Bu arada Mehmet Altan, 1991 yılında kaleme aldığı yazıları kitaplaştırmış. (İyi Adam Yayıncılık. Tel:(212) 549 52 52) Kitabın "10 yıl önce, 10 yıl sonra" isminden de anlaşılacağı üzere, dünkü sorunlar bugün de halâ sürüp gidiyor. Potansiyel çatışma alanları, Kürt sorunu, Jakoben laiklik ve daha bir sürü mesele hiç değişmemiş. Kadir Has'tan da imzalı kitabını aldım. Kitabın adı "Vatan borcu ödüyorum" (ABC Yayınları) Kadir Has, eski bir aile dostumuz. 12 Eylül döneminde, Özal'a boyun eğmeyen ve Süleyman Demirel ile yakın münasebetini sürdüren bir işadamıydı. Bir devri, onun bakış açısıyla yeniden yaşamak istiyorsanız, Hulusi Turgut'un yayına hazırladığı kitabı mutlaka okuyun. Eşi, Rezzan Hanımla evlenmesinden tutun, yeğeni Mete Has'ın kaçırılışına kadar her ayrıntıyı bulacaksınız bu anılarda. "Hüküm Allah'ın, siyasi egemenlik milletin olabilir mi?" Bu soruya cevap arayanlar Dr. Ahmet İnan'ın yazdığı "Çağdaş Egemenlik Teorisi ile Kur'an hakimiyet kavramının karşılaştırılması" kitabını okumalı. (Tel: 0312/ 342 17 13) Ahmet İnan, Kur'andaki hakimiyetin ne anlama geldiğini derinlemesine tesbit ettikten sonra, halk egemenliği ile arasında bir çelişki olmadığını ortaya koyuyor. Bir başka gazeteci arkadaşımız, Oral Çalışlar "Kadınlara Dair" kitabını yazmış. (Gendaş AŞ Tel: 0212/ 512 33 86 - 512 94 67) Oral Çalışlar, türbanlı kadın, solcu kadın, aşık kadın, siyasetçi kadın, yolsuzluk olayına karışan kadını ele alıyor. Bütün bu konuları, farklı tarihlerde makalelerinde incelemiş. Kitap o makalelerden oluşuyor. Mehmet Doğan "Türkendülüsiye" adını taşıyan kitabında, halkın "özvatanında parya" durumuna düştüğü kanaatinden yola çıkarak, şöyle yazıyor: "İspanya'da 8 asırlık Endülüs tarihi, Gırnata'nın düşürülmesiyle sona ermişti. Müslümanlar, artık bu 8 asırlık İslâm diyarında, dinî kimlikleriyle var olamaz, dinlerini öğrenemez, öğretemez, inandıkları gibi yaşayamazlardı" ve bir hüküm veriyor: "Türkiye için ikinci Endülüs süreci geçen yüzyılda başlamıştır. Dokuz asırlık bir tarihe sahip bulunduğumuz bu topraklar, belki de Endülüs'teki son topraklar olan Gırnata konumundadır." Yazarın bu karamsar yorumuna katılmasanız bile, ilgi çekici bir tespit. (Tel: 0212/ 512 43 28- 511 21 43) Ecevit'in hastalığı
Son günlerde okuduğum kitapları sizlere yazarken, Ecevit'in acele hastaneye kaldırıldığı haberini aldım. Oysa daha dünkü Milliyet gazetesinde Rahşan Ecevit, Fikret Bilâ'ya her şeyin iyiye gittiği değerlendirmesini yapıyordu: "Öncelikle söylemeliyim ki, Bülent'in sağlık durumu iyi ve her geçen gün iyiye gidiyor. Bu sadece benim gözlemim ve tesbitim değil, doktorların teşhisi. Buna karşın, ziyaretimize gelen bazı gazeteciler, Bülent'in durumunu olduğundan çok kötü göstermeye çalışıyorlar. Bu yönde yorum yapıyorlar. Abartılı konuşuyorlar. Sırt ağrısı da abartılı yansıtıldı. Ağrının nedeni belli. Sırtını çarptığı için oldu. Soğuk algınlığı da vardı. Sırtında adale ağrısı oluştu. Bu herkesin başından geçmiş bir olaydır. Bu durum, Bülent'in düştüğü şeklinde yansıtıldı. Bu gerçek değil. Böyle yansıtılmasını yadırgadık. Sadece sırtını çarptı. Adale ağrılarının geçmesi biraz zaman alır. Açılması gerekir. Bu nedenle evde kalışını biraz uzatmış oldu. Yoksa hareketlerini engelleyen bir durum yok. Bunu doktorlarımız da teyit ediyorlar." (17 Mayıs 2002 - Milliyet) Dün gelişen olaylar Rahşan Ecevit'in doğru konuşmadığını ortaya çıkardı. Meğer adale ağrısı değil, kaburga kırığı söz konusuymuş. Sadece çarpmayla kaburgası kırıldığına göre, ya başka hastalığı var veyahut Ecevit fena halde düştü ama, bunu gizlemeye çalışıyorlar. Ergin'in mülakatı
16 Mayıs 2002 tarihli Hürriyet'te, Sedat Ergin'in Ecevit ile bir mülakatı yayınlandı. Ergin, Ecevit'in nasıl düştüğünü öğrenme gayretindeydi: Sedat Ergin: Sağlık durumunuz nasıl? Bülent Ecevit: Aslında daha erken evden çıkabilirdim. Ama eve geldim, kısa bir süre sonra müthiş bir duvara çarpma şeysi oldu. Ondan sonra şimdi onunla uğraşıyorum. Soru: Dün adale ağrınızın ters bir hareketten kaynaklandığını söylemiştiniz... Cevap: Zaten ağrı vardı. Bu da üstüne eklenmiş oldu. Soru: Doktorunuz Prof. Turgut Zileli sırtınızdaki ağrıya bağırsaklardaki bir iltihabın yol açtığını söylemişti. Cevap: Olabilir. Fakat sonradan bu çarpma olayı da eklendi. Yani duvara çarptım şiddetle. Soru: Sırtınızı nasıl çarptınız? Cevap: Şu masanın arkasında. Soru: Düşme oldu mu? Cevap: İşte düşmeyle karışık... Soru: Tam ne gün oldu? Cevap: Zannederim döndüğümden bir gün sonra. Soru: O sırada bir hareket mi yapıyordunuz? Bir şey mi alıyordunuz? Cevap: Herhalde... Soru: Çarptığınız yeri doktora gösterdiniz mi? Cevap: İşte anlattık durumu. Bu biraz düzelmeyi geciktiriyor. Soru: Onun dışında iyisiniz... Cevap: Ayrıca o çarpmadan başka bir de soğuk algınlığı da eklendi. Sesimden farketmişsinizdir. Hastaneden çıktıktan hemen sonra... İnsan kendine hastanede dikkatli davranmazsa, üşütebiliyor. Ama hafif bir soğuk algınlığı, büyük ölçüde atlattım. Soru: Pazartesi günü çalışmaya başlayabilecek misiniz? Cevap: İnşallah... Her gün biraz daha iyiyim. Soru: Başbakanlık mesainize başladığınızda eski çalışma düzeninizi aynen sürdürebilecek misiniz? Cevap: Tabii, tabii... Yalnız, girişten sonra Başbakanlık katına çıkan merdivenin her basamağı ayrıdır. Ayrı bir kavis çizer. Bana, her seferinde sırtıma sorunlar verirdi. Bunun gibi, bazı ufak tefek mimari değişikliklere gereksinim duyacağım. Ecevit'in koltuğunu muhafaza edebilmesi için onu apar topar hastaneden çıkarttılar. Her gün basın ile mülakatlar düzenleyip, sağlığının yerinde olduğunu göstermeye çabaladılar. Rahşan Hanım kaburga kırığını basit bir adale ağrısı gibi takdim etti. Kemiğin düşmeden mi kırıldığı, yoksa hastalığının bir sonucu mu olduğu bilinemiyor. Bence, Başbakanlık'ın merdivenlerini değiştireceklerine, Başbakanı değiştirmek daha doğru olacaktır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |