|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Siyasi geleceğin belirsizliği içinde bir de Demirel faktörü mevcut. Belki geleceği çözmek için Demirel'in nereye koştuğunu da anlamak gerekiyor. Demirel henüz ununu elemiş, eleğini duvara asmış değil. Demirel'in siyasetle bağlantısı şu söylemlerle sürüyor: -Milletim beni göreve çağırırsa "olmaz" demem. Hâlâ hizmet edecek gücüm var. -Türkiye acilen seçime gitmeli, bunu bir yıldır söylüyorum. Türkiye bunalımda ve bunu seçim çözer. Halka gitmekten korkmamalı, demokrasi budur. -Ben artık siyasetin her kademesinde yer aldım, gündelik politika içinde yer almam. Birinci ifadeden Demirel'in hem Türkiye'nin kendisinin hizmetine ihtiyacı bulunduğuna hem de bir "hizmet daveti" alacağına inandığını anlıyoruz. İkinci ifade yani seçim çağrısını ihtiva ediyor. Üçüncü ifaden de kendisinin seçime girip günlük siyaset yapmayacağını anlıyoruz. Bu durumda Demirel'in yaklaşımında bazı belirsizlikler bulunduğunu düşünebiliriz: 1. Demirel neden seçim istiyor, bu belli değil. Demirel bu noktadaki soruları "Halka güvenmek lâzım" şeklinde kategorik bir cevapla karşılıyor. Ancak Demirel konumunda bir insan, vurgulu ve ısrarlı bir seçim çağrısını "kendim için bir şey istiyorsam namerdim" mantığı ile yapmaz. Yani bir seçimin kendi zihninde çözüm üretecek olmasını öngörmesi beklenir. Peki Demirel, şu andaki hatta bir yıldan beri çağrı yapıldığına göre çoktan yapılmış olması gereken bir seçimin, Türkiye'yi durultacak bir sonuç vereceğini düşünür mü? Şu andaki seçimin tek favorisi AK Parti olduğuna göre Demirel'in zihnindeki çıkış formülü de Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı mıdır? Bunu düşünmek zor. Zor ise Demirel neyi hesaplıyor? Birinci belirsizlik bu. 2. İkinci belirsizlik ise, Demirel'in kimden nasıl bir çağrı beklediğidir. Şunu düşünmek yanlış mıdır? Şayet Demirel, güçlü bir "davet kokusu" almasa, ya da bu söyleminin, siyasi bir tıkanma halinde -ki mevcut siyasi yapının böyle bir süreci akla getirmediği de söylenemez- bir yerlerde güçlü bir "davet zemini" oluşturacağını düşünmese, kendi kendine gelin güvey olma diye nitelenebilecek bir söylemi geliştirmez. Peki ama nereden, nasıl, hangi ortamda ve "seçimli olmayan" ve buna rağmen demokrasinin içine sindireceği hangi şartlarda bir davet? Bu da çok net bir belirsizlik değil mi? Doğrusu şu anda bu belirsizlikleri aydınlatma gücüne sahip değiliz. Demirel de, bu belirsizliği giderecek açıklamalar yapmak yerine, kapalı ama "ben buradayım" yollu söylemini sürdürüyor. Ancak bu söylem, aynı zamanda siyasi belirsizlik içinde kaygıları besleyen bir nitelik arzediyor. Burada bir siyasi analizden söz edeceğim. Ve soracağım: Acaba Demirel'in "davet projesi" böyle bir siyasi analizle ne kadar buluşuyor? Analiz, Yüksek Strateji Merkezi Başkanı Faruk Demir'e ait. Bu kuruluştan kısa süre önceki bir yazımda bahsetmiştim. Cumhurbaşkanına, Başbakana, Genelkurmay Başkanı ve MGK Genel Sekreterine bilgi notu sunan, "devletin ne içinde ne dışında" diye nitelenen bir kuruluş. İşte bu kuruluşun Web Sitesi'nde "Türkiye İçin Bir Tehdit: Siyasi İstikrar İçin Sosyolojik Çözülme Yöntemi" başlıklı bir tahlil yer aldı. O tahlilde ilgi çekici notlar yer alıyor. "Türkiye'nin siyasi yaşamı bir kilitlenme yaşamaktadır" hükmünden yola çıkan analizde, bunu aşmak için "siyaset dışı dinamiklerin zorlamasıyla yeni bir zemin arayışı" bulunduğunu, ancak "bu arayışın öne çıkardığı yöntemin kaygı yaratan bir tehdit içermekte" olduğu notu düşülmekte, ardından da bu yöntemin "sosyolojik bir çözülme ile sağlanmak" istendiği ifade edilmektedir. Nedir "tehdit" diye nitelenen bu "sosyolojik çözülme"? Bunu analizden takip edelim: "Köklü demokrasilerde siyasetin zemini genellikle orta sınıf üzerine bina edilmektedir. Eğer siyaset zemin olarak güçlü sınıf üzerine bina edilirse genellikle sonuç totaliter veya diktatörlük tarzı yönetimlerin oluşması şeklinde sonuçlanır. Aynı şekilde siyaset yoksul (alt) sınıf üzerine bina edilirse anarşik yaygınlık veya kontrolsüz devlet yönetimlerini ortaya çıkartmaktadır. Siyasetin doğru zemini orta sınıf üzerine inşa edilmesidir. Türkiye geçen on beş yılda orta sınıfını kaybetmiştir. Bir başka ifade ile orta sınıf erimiş ve alt sınıfa doğru kaymıştır. "Türkiye'de yakın dönemde siyasi istikrarı sağlamak için kaybolan orta sınıfı tekrar yaratmanın yolları aranmaktadır. Ekonomik açıdan karşılaşılan zorluklar nedeniyle orta sınıfın yeniden yaratılması için sosyolojik çözülme yönteminin gündeme gelmesi endişe vericidir. "Kullanılması düşünülen yöntem; yoksul sınıfın iktidarı ile güçlü sınıfın muhalefeti sürecinde siyasi kırılmalar yaratmak, yeni bir orta sınıfı yeniden kurmak ve bu şekilde arzu edilen siyasi değişime ve istikrara ulaşmaktır." Sonra şöyle bir "kötümser senaryo" yazılıyor siyasi analizde. "Yoksul sınıf yeni bir siyasi figürü iktidara taşımak suretiyle siyasi intikamını almaya çalışacaktır. Yoksul sınıfın bu arzusu kullanılabilir ve yönetilebilir bir değişim aracına dönüşmüş olacaktır. Ancak yoksul sınıfın iktidarı alt derinliği olmadığından dolayı zayıf bir hükümet olarak teşkil edecektir. Fakat intikamın hedefi olarak sosyal doku ve sermaye değişikliğini hedefleyen yasal değişiklik ve uygulama farklılıkları hükümet çalışmaları olarak belirginleşecektir. Bu ise korunma amaçlı başlamak suretiyle güçlü sınıfı karşı atağa sürükleyecektir. Güçlü sınıf iktidar değildir ancak olanakları ve ilişkileri açısından zengin bir muhalefet olacaktır. İki yapı arasında sermaye değişikliği kaynaklı olarak sert mücadele siyasi katılık ve alt sıralarda sosyal kaos ile birlikte devam edecektir. Bu çatışmanın yaratacağı bir sosyolojik çözülme hikayesi yoksul ve zayıf hükümet ile güçlü ve zengin muhalefet arasında kaotik bir maske teşkil edecektir." "...Çatışma riski arttıkça her iki sınıftan ortak akıl sahipleri orta yolu ya da orta sınıfı derin ve köklü bir barış çerçevesinde oluşturacaklardır. Böylece yeni bir orta sınıf yaratılacak ve bunun üzerine inşa edilecek siyaset istikrar kazanacaktır." Bu formülün "istikrar getirme" ihtimalini tartışmaya açık bulan ve "çok yoğun riskler taşıdığı"na yazar şunlara işaret ediyor: "Bu sosyolojik çözülmenin yaratacağı kaotik maskenin ardındaki gelişmeleri yönetemeyecek bir kriz yönetimi karşısında etkili ve kütle halinde bir sosyal parçalanmanın yaşanması olanağı da bulunmaktadır. Bunun nedeni çatışmaya taraf olarak davet edilebilecek etkin iç ve dış kuvvetlerin pozisyon değiştirmeleri olacaktır." Sonra yazar, "Siyasetin değişimi amacı ile düşünülen bu yöntem için zaman çok uzak değildir; yakın bir dönemdir." dedikten sonra "Bu nedenle siyasi dönüşüm için 'dünyayı anlamak ve aramızdakileri çözümlemek, ortak iyiyi ortak akıl ile bulmak ve fedakarlığı önce yapmak' yöntemi alternatif ve karşıt bir yöntem olarak geliştirilmeli ve uygulanmalıdır" notunu düşüyor. İşte, tıpkı Demirel'in siyasi söylemindekine benzer "belirsizlikler"le dolu, üstelik "çok uzak olmayan bir zaman"da sahneye konacağı belirtilen bir senaryo. Acaba bu senaryo ile Demirel'in "davet beklentisi" bir yerlerde çakışıyor mu? Acaba "yoksul sınıfın siyasi figürü" kime, "iki sınıfın ortak akıl sahipleri" kime, "köklü barış çerçevesi" neye tekabül ediyor? Soru içinden soru çıkıyor. Tıpkı Matruşka gibi...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |