|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Yahudi sorununun Ortadoğuya ihraç edilmesiyle beraber antisemitizm suçlaması, doğrudan Müslüman toplumlara yönelik bir ithama, aşağılayıcı bir önyargıya dönüştü. Hıristiyan Avrupa tarihinin karanlık sayfalarından biri olan antisemitik düşünce ve uygulamaların adresi artık Müslüman toplumlar ve özellikle Ortadoğulu Müslüman Araplara yönlendirildi. Batı dünyası nasıl İsrail'i sonuna kadar destekleyerek Yahudilere karşı işledikleri günahın kefaretini, sorunu Ortadoğuya taşıyarak bir tür Müslümanlara ödettirmişse; İslam dünyası tarihsel olarak da kültürel olarak da yabancısı olduğu tümüyle Batı kaynaklı bir suçla özdeşleştirildi. Bernard Lewis'in dediği gibi, "tarihsel olarak Müslüman toplumlarda antisemitizm yoktur, Yahudi düşmanlığı özellikle Araplarda modern batı düşüncesi ve ideolojilerinin tesiri altında gelişmiştir." Lewis'e göre, Batıda gelişen milliyetçilik düşüncesinin Arap dünyasını etki altına alması sonucunda Arap milliyetçiliği ile birlikte Yahudi düşmanlığı da gelişmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki, Müslümanlarda tarihsel olarak Batıdaki tecrübeden farklı olarak antisemitik bir kültürün olmadığını belirten Lewis'in var olduğunu söylediği nev zuhur Yahudi düşmanlığını Batı kökenli milliyetçiliğe bağlaması, bölgede yaşanan ve yaşanmakta olan deneyime değinmemesi açıklayıcı olmaktan çok uzak. Her şeyden önce Batıda gelişen ve Hıristiyan inancından beslenen antisemitizmin teolojik kökenleri olmadan Müslüman toplumlarda muhteva itibariyle aynı türden bir Yahudi karşıtlığının varlığını iddia etmek bizzat iddianın temel çelişkisidir. Antisemitizmin Batıda gelişim seyrine, teolojik ve sosyolojik kökenleriyle İslam medeniyetinin tarihi deneyimi, teorik temelleri ve Yahudilikle kurduğu ilişki biçimi karşılaştırıldığında aynı türden bir olgudan söz etmemizi imkansız kılıyor. Özellikle kısa süreli tarihi geçmişi olan milliyetçilik gibi Müslüman kitlelerin hala yabancısı olduğu modern ideolojilerin kitlesel etki doğurması hiçbir sosyal disiplin açısından mümkün değildir. Bu anlamda "analarından Yahudi düşmanı doğanlar" gibi bir polemiğin muhatabı gösterilecek hiçbir Müslüman toplumu yoktur. Antisemitizmin en acımasız uygulamalarının sürdüğü dönemlerde Yahudilere ehl-i kitab gibi hukuki bir statü tanıyan başka bir medeniyet havzası gösterilemez. Böylesi bir dini kültürle büyüyen, hala "Yaradılan'ı hoş gör Yaradan'dan ötürü" gibi şiirsel ifadeyle kulakları çağıldayan bir Müslümanın doğuştan herhangi bir etnik veya kültürel bir kesimin düşmanı olduğunu iddia etmek bu ülkenin gerçekleriyle örtüşmez. Modern dönemlere kadar farklı kültürlerin tüm farklılıklarını yaşayarak, tek bir kimliğe sıkıştırmadan kendilerine hayat alanı buldukları tek medeniyet havzası İslam toplumlarının egemen olduğu coğrafyalardı. Osmanlı deneyimi bunun eşsiz örneğidir. Tek kültürlü, tek boyutlu insan tipini öneren modernist projeler İslam toplumlarının bu çoğulcu yapısını tahrip etmekten başka bir sonuç doğurmadı. Kendilerini bu geleneğin mirasçısı sayan toplum kesimleri, hala beslendikleri bu geniş birikimin doğal sonucu olarak kendilerine giydirilen kimliği aşmakta; devraldığı mirası koruma ve yaşatma bilincini canlı tutabilmektedir. Özünde parçalayıcı ve reaksiyoner bir yapıya sahip modernliğe karşı direnişi bu zenginliğin korunması anlamında okunmalıdır. Bu kültürel direniş şiddeti değil insanlık mirasının zenginliğini besleyen birikimin canlılığını sürdürme mücadelesi olarak okunabilir. İslam dünyasında seküler ve modernist elitin dar ve tekçi toplum modellerine karşı bunu benimsemeyen çoğunluk özünde bu çoğulculuk yaşatılmaktadır. Bugün şiddetin kaynağı gösterilen İslam kültürü geleneksel olarak bu renkliliğin otantaik kaynağıdır.
İsrail'e karşı olma hakkı
Ortadoğuda elli yıldır yaşanmakta olan İsrail-Arap çatışmasının İslam kültürünün bir sonucu olmadığını anlamak için tarihin tozlu arşivlerine dalmaya gerek yok. Ama bir gerilim ve çatışmanın olduğunu da kimse inkar edemez. Bu gerilimin temeli de teolojik temelli bir ideolojinin, siyonizmin bu topraklara dayattığı işgal sonucu insanların yaşama haklarını, topraklarını savunmaları ve özgürlük tutkusudur. Binlerce yıldır doğup büyüdükleri toprakları ellerinden alınan insanların en temel insani değerlerini savunmak zorunda bırakan hegomonik sistemin şiddeti kalktığı an düşmanlıklar da kalkacak demektir. Bu gerçeği yok sayarak, bu insanların kendilerin savunmalarını, tarihin en ilkel ve yüz kızartıcı suçuyla itham edilmesi modern propaganda mekanizmasının zihinleri terörize etmesinin sonucudur. Eğer birilerinin İsrail'in cinayetlerine karşı çıkma hakkından bahsedilecekse bu Müslümanlara aittir. Her şeyden önce Müslümanların İsrail politikalarına karşı çıkma hakları vardır. Ne tarihlerinde ve ne değer yargılarında antisemitizm gibi bir ayıbı bulunmayan Müslümanlar ancak İsrail'e karşı çıkabilir, üstüne hiçbir ayıp bulaşmadan karşı çıkma cüretini gösterebilir. Dünyada hiçbir toplumun etik olarak bu imkanı yoktur. Tekrar Bernard Lewis'in iddialarına dönersek; İslam dünyasında var olduğunu iddia ettiği antisemitizmin ne teolojik ne de tarihi ve sosyolojik anlamda karşılığı yoktur. Yahudi sorununun Ortadoğuya ihracıyla başlayan konjönktürel bir çatışma vardır ve bölge halkı, bunun sorumlusu değil mağdurudur. Küresel ölçekte şiddetin kaynağı gösterilmek istenen İslam dünyasında yaşanan şiddet, tıpkı antisemitizm gibi otantik bir sorun olmaktan çok bir mağduriyet sorunudur. Sorumluları, Cenin kampında can verenlerden çok gözlemci heyetini bile gönderemeyenlerdir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |