|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'de 'sanal gerçeklikler', siyaset piyasasını hayli kalabalıklaştıracağa benzer. 'Sanal gerçeklikler'den kasıt, medyada ve özellikle televizyonların ateşli programlarında sık sık boy gösteren ve adeta söz konusu programların 'demirbaşı' haline gelmiş olan tipler, 'partileşerek' siyaset piyasasına girme niyetindeler. Bunlardan biri, iki profesörün damgasını taşıyor: Prof. Mümtaz Soysal ile Prof. Erol Manisalı. 'Bağımsız Cumhuriyet Hareketi' adlı bir partileşme çabasının başına çekiyorlar. 'AB karşıtlığı' ve halka ve 'vatandaşa' ters her türlü 'jakobenizm'in iki mümtaz ismi. Cumhuriyet gazetesinin iki yazarı. Bunlardan biri, bu özellikleri nedeniyle, kimi televizyon programlarında çok görülür oldu. Ne var ki, Türkiye'de kimi televizyon programlarında ve bazı gazetelerde görünürlük oranı ile 'kitlesel zemin'de siyaset yaparak 'iktidar şansı' bulabilmek ters orantılı. O yüzden, bu kişiler 'sanal gerçeklikler' halinde. Ancak, siyaset piyasasına partileşerek girmelerinde sayısız yarar var. Çünkü, siyaset piyasası, 'boy ölçüsü' aldırmak için çok isabetlidir. 'Bağımsız Cumhuriyet Hareketi' yani Mümtaz Soysal-Erol Manisalı ikilisinin temsil ettiği 'zihniyet' ile televizyon ekranlarında değilse de, çeşitli merkezlerde birarada görünen Yekta Güngör Özden-Vural Savaş ikilisinin temsil ettiği 'zihniyet'in arasında aşılmaz duvarlar yok. İkincisinin de siyasi parti arayışı içinde olduğu biliniyor. Artık birlikte mi olurlar, ayrı yollardan mı yürürler; göreceğiz. Birlikte de yürüseler; ayrı yollardan da gitseler, siyaset piyasasının o 'reyonu'ndaki hareketliliğin Murat Karayalçın-Fikri Sağlar ikilisinin hattını da yakından ilzam ettiğine kuşku yok. Üstelik, bu ikilinin de dışında duran Ercan Karakaş-Aydın Güven Gürkan hattından da söz edebilmek mümkün. Bu son ikili ile, 'AB karşıtı' kimliği ön plana çıkan 'birinci grup' ile 'militan demokrasi' yanlısı 'ikinci grup' arasında, hepsini tek bir şemsiye altında toplatmayacak ciddi ayırımlar ve farklar söz konusu. Tümünün ortak yönü, geniş çaplı bir 'halk hareketi' heyecanı yaratmayacak ölçüde, Türkiye'nin gerçeklerinden kopuk durmaları. İlginç olan husus, bunların tümünün 'doğal şemsiyesi' sayılması gereken CHP'ye hiçbirinin, CHP'nin de bunların hiçbirine itibar etmemesi. CHP, kendi 'geleneksel zemini' üzerinde meydana gelen bu tür hareketlilikten de etkilenmiyor, üstelik. Kapılarını bunlara aralamaya teşne gözükmüyor. Bu 'tavrın' işaret ettiği bir olgu var: Varolan organizmaların içinde hareket etmeyen şahsiyetlerin, sıfırdan oluşturacakları örgütlenmelerin 'ölü doğum' olması ihtimali. Siyaset piyasasının diğer 'reyonu'nda ilginç görüntüler ortaya saçılıyor. Orada, varolan 'organizma' sayısı da, 'sıfırdan varolmak' isteyen örgütlenme girişimlerinin sayısı da kabarık. 'Sosyolojik tabanları' ve 'ideolojik referansları' açısından hayli renk ve ton farklılığına sahip olarak birbirleriyle rakip; ANAP, DYP, MHP, BBP, Ak Parti ve SP'nin yer aldığı bu alanda Hüsnü Doğan'dan Melih Gökçek'e, İlhan Kesici'den Sadettin Tantan'a uzanan bir yelpaze gözüküyor. İsimlerin bir kısmı, seçim günü yaklaştığında, muhtemelen, 'varolanlar'dan birine atlayacaklar. 'Varolanlar'ın bir kısmı ise, yine seçim günü yaklaştığında hızlanarak eriyecekler gibi. Ak Parti, hem bu 'reyon'da; hem de bunlardan farklı. 'Sıfırdan doğmuş' ve bu özelliğiyle 'sıfırdan doğarak da pekala olurmuş' görüntüsü veriyor ama diğer yandan Refah-Fazilet çizgisindeki bir 'kırılma'nın devamı görüntüsünü de verdiği için, bir tür 'örgütsel devamlılık' kozuna da sahip gözüküyor. Bu partinin şu ara en büyük 'koz'u ise, 'karşıtlarının sağladığı' büyük 'kitlesel meşruiyet' zemini. 'Karşıtları', Türkiye'nin hala 28 Şubat ortamında bulunduğunu zannettikleri bir beş yıldızlı otel aymazlığı içindeler. Bu ülkenin, tarihinin en ağır 'ekonomik kriz'inden geçtiğini, bunun halkın büyük kısmını 'mağdur' ettiğinin farkında değiller. Çok geniş 'mağdur' kitleleri, sürekli 'mağdur edilen' bir genel başkan ve sürekli 'mağdur edileceği' tehdidi altında tutulan bir parti ile 'özdeşlik' kuruyorlar ve şu günlerin büyük kitlesel hareketliliğini, Ak Parti'ye sunuyorlar. Partinin, şu sıralarda 'görünmeyen' en önemli dezavantajı ise, üzerine oturmak istediği 'sosyolojik taban' ile parti önderliğinin 'kimliği'nin tam olarak üstüste oturmaması, örtüşmemesi. Dolayısıyla, mevcut büyük kitlesel dalgalanmanın devamı da kuşkulu hale geliyor. Parti önderliğinin 'tek kimlikli' yani Türkiye'nin önemli bölümünü kucaklamakta sıkıntı çekecek yapısı ile partinin altında hareket eden kitle genişliğinin, nihai olarak, birarada kalabilmesinin güçlüğü; bir yandan sürekli bir 'gerilim'i ifade ederken; diğer yandan da 'siyaset piyasası'nda aynı 'sosyolojik zemin'i cezbedecek 'yeni unsurlar'a, orta-uzun vadede şans tanıyor. Konuya devam edeceğiz...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |