T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Güzel şeyler ve sayılar

Geçen cumartesi Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesinin Hacıveyiszade Mustafa Kurucu (1889-1960) hocaefendiyi anmak için düzenlediği programı izledim. Önce kısa bir sinevizyon gösterisiyle hocaefendinin hayatı anlatıldı. Sonra, merhum hocanın öğrencilerinden üçü ve hocanın oğlunun damadı, bize onun hakkında bilgiler verdiler, yorumlar yaptılar. Program tasavvuf musikîsi icrâsıyla sona erdi.

Prof. Dr. Ali Osman Koçkuzu, sinevizyon gösterisine de yansıyan bir tutumdan yakındı. Büyük insanların hayatına bakarken, onların ve çevrelerinde vuku bulan hadiselerin hususiyetlerini hakiki anlam ve çerçevesinden çıkararak abartmanın yanlış olduğuna işaret etti. Böyle abartmaların –iyi niyetle yapılmış bile olsa– gerçeği anlamamızı engelleyeceğini, kişileri ve olayları kuşatan maddî gerçeklikleri ihmal edip hayâlî tasavvurlara kapılmanın yanlış olduğunu ve olacağını vurguladı. Hâtırası bir "ermiş", bir "velî" hâlesiyle kuşatılan Hacıveyiszade Mustafa Kurucu'nun sağlığında, sevenleri kadar sevmeyenlerinin de bulunduğunu ve bunun doğal olduğunu belirtti.

Gerek din, gerek devlet büyükleri için sıkça yapılan bu mistifikasyon veya olağanüstü yüceltme eğiliminin temelinde, biraz da onları kendimizden ve kendimizi onlardan uzak tutma, böylece zavallılıklarımızı olağan gösterme niyetinin yattığını düşündüm.

Halit Güler Bey, hocanın eğitime verdiği önemi, eğitimciliğinin inceliklerini, en kötü koşullarda bile hep umut aşılamaya çalıştığını anlattı. İmam Hatip okullarının ve öğrencilerinin âkıbetleri hakkında herhangi bir bilginin bulunmadığı zamanlarda Hacıveyiszâde Mustafa Efendi, öğrencilerine hep "Siz büyük adam olacaksınız, mühim mevkilere geleceksiniz!" müjdesinde ve telkininde bulunurmuş. Halit Bey'in söylediklerinden hoca efendinin öğrencilerini öğrenmenin gerekliliğine ve bunu başarabileceklerine inandırdığını, böylece sonuç aldığını anladım.

Oğlu Mehmet Efendi'nin damadı Muhammed Kaplan Bey, aileden biri olarak hoca efendinin ev hayatından örnekler verdi. Bu örneklerin çoğu gözyaşartıcı örneklerdi: Kızı Sâre'nin eve gelen birini, "Babam evde yok!" diye yolladığını öğrenince nasıl üzüldüğünü, "İhtiyacı olmasa buraya kadar gelir miydi? Neden bekletmediniz?" diye ayıpladığını; namaza olan düşkünlüğünü; kimi zaman ona uyan eşinin secdeden hiç kalkmayacak sandığını; oğlu Mehmed'in babasını hiç oturarak, rahat rahat kahvaltı ederken görmediğini, hep yetişilecek bir iş, bir hizmet peşinde olduğunu; misafir yanında saate bakmayı "sû-i edeb" saydığını... Dünya müslümanlarının durumunu yakından izlediğini; Cezayir'de, Mısır'da Müslümanların başına bir iş geldiğinde, cemaate öğlenin son sünnetini iki yerine dört rekat kılmalarını söyleyip namazdan sonra ayağa kalkarak onlar için ayakta dua ettiğini... Kimi zaman duaları, sanki kabulüne dâir bir işaret almak istermiş gibi çok uzattığını... Hattâ birinde Bektaşimeşrep İbrahim Efendi'nin iyice yorularak "Yâ Rabbî, şu adamın duasını kabul ediver de biz de kurtulalım!" dediğini... ve daha nice güzelliği ondan dinledik.

Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı, hoca efendinin görev bilincinin yüksekliğini vurguladı. Islah-ı Medaris'te hocalığa başladığında bekâr olduğunu, o sırada evlendiğini, kendilerini her sabah "mütalâa"ya kaldıran hocanın o sabah gelmeyeceğini sanan talebenin yanıldıklarını, gerdek gecesinin sabahında bile hocanın vazifesini ihmal etmediğini anlattı. Hangi görevde ya da konumda bulunuyorsak, o görevin ya da konumun gereklerini hakkıyla yerine getirip getirmediğimize dikkat etmemizi; bu dikkati göstermeden başkalarını suçlamanın ya da başkalarından iyi şeyler beklemenin anlamsız olacağını hatırlattı.

Sonra ilâhiler dinledik. Program Kur'an âyetlerinin okunmasıyla sona erdi.

Ahmet Köseoğlu'nun başkanlığı üstlenmesinden sonra hız kazanan TYB Konya Şubesi etkinliklerinin yedincisiydi bu. Bunu bize verilen program listesinde de görüyorduk. Oysa program sunucusu, "altıncı program" dedi, hem de iki kez. Sayılar konusunda sorunluyuz sanırım. E dergisinin 37. sayısında "dördüncü yıl"a giriş dolayısıyla bir soruşturma yapılmış. Yazanların önemli bir kısmı "geçen dört yıl"dan söz ediyor. Oysa "geçen üç yıl" var ortada, dördüncü yılın başındayız. Bülent Ecevit'in "soykırım" sözcüğünü kullandıktan sonra dilediği özürlerin sayısı da karıştırıldı nedense. Birçok yazar "yedi kez" derken, Cengiz Çandar "dört kez" dedi. Kolayca sayılabilecek şeyleri bile sayamayışımız tuhaf değil mi?

Bir de sayıları bile bile çarpıtanlar oluyor. Sabancı ve Koç holdinglerin bilançolarındaki sayıların yurt içine dönük belgelerde başka, yurt dışına yönelik belgelerde başka –daha az– olduğunu okuyunca şaşırmıştım. Uğur Civelek de Maliye Bakanının 3.9 katrilyon olarak açıkladığı faiz dışı fazla rakamını Hazine'nin 1.4 katrilyon şeklinde verişine şaşırmış.(Çelişkili Rakamlar, Radikal, 19.04.2002)

Toplamayı beceremezsek çıkarmayı, çarpmayı, hele bölmeyi hiç beceremeyiz, değil mi?


30 Nisan 2002
Salı
 
İBRAHİM KARDEŞ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED