|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Netameli bir konu olduğunu peşinen belirteyim. Kimilerine de pek sevimsiz gelecek. Olsun... Şu, Cumhurbaşkanı Sezer'in veto ettiği ve Mehmet Ali Ağca'yla Haluk Kırcı'nın da yararlanacakları söylenen "Şartla Salıverilme ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun"dan sözediyorum. Medya çoğunluğu yasaya karşı çıktı. Gerekçe, yukarıda da söylediğim gibi, Mehmet Ali Ağca'yla Haluk Kırcı'nın "salıverilenler" kapsamına girecek olmasıydı... Haluk Kırcı "Bahçelievler katliamını"nın azmettiricisi olarak biliniyor. Susurluk olayında da adı geçmişti. Mehmet Ali Ağca'yı ise anlatmaya gerek yok. Gazeteci Abdi İpekçi'yi öldürmekten sanık bir ülkücü eskisi... 1980 öncesi, bir partinin "eylemci" kanadından olduğu söyleniyordu. Hangi "gizli servis"le ortak bu cinayete kalkıştığı, İpekçi üzerinden kimlerin hangi odaklara mesaj gönderdiği, bu cinayetle "umulan"ın (tasarlananın) gerçekleşip gerçekleşmediği bilinmiyor. Ben bilmiyorum en azından. İpekçi cinayeti, o yıllarda, derin mahfillerle bağlantılı bazı yeteneksiz arkadaşlara ilham vermişti; eline kalemi alan meseleyi "derinlemesine" kurcalama gereği duymadan, "izin çerçevesinde", peş peşe "birbirinden değerli" eserler döktürdü. Ama bu eserler İpekçi olayını aydınlatmaya yetmedi. Ağca'nın, cinayeti müteakip nasıl yakalandığı, "tutuklu" bulunduğu cezaevinden (askerî bir cezaeviydi bu) nasıl kaçtığı ya da kaçırıldığı, yurtdışına nasıl, hangi yollardan çıktığı artık sır değil. Yurtdışında bulunduğu sırada, bir de Papa suikastine karıştı. Yakalandı, yargılandı ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. 20 yıl hapis yatıp posası çıktıktan sonra da Türkiye'ye gönderildi. Basındaki, çoğu 68 takımından arkadaşlar, Ağca'yla Kırcı'nın salıverilecek olmasına büyük tepki gösteriyorlar. İnfiallerinde haklıdırlar. Ortada henüz (aradan 23 yıl geçmiş olmasına rağmen) esrarını koruyan bir cinayet ve sarı basın kartı sahibi, üstelik mesleğin büyüklerinden sayılan bir maktul (Abdi İpekçi) var. "Meslek dayanışması"ndan kaynaklanan "kan davası" boyutunu da hesaba katmak lazım; ki, tepkilerin odağında daha çok bu duygu yer alıyor. Kimse bu "salıverme" biçimini sindiremiyor. Ben de sindiremiyorum. Öfkeliyim hatta... Ama, Anayasa'nın "olmazsa olmaz"ları arasında yer alan "eşitlik" ilkesi, her yaştan, her düzeyden, her ideolojik eğilimden "hükümlü"ye uygulanan "şartla salıverilme"nin, Kırcı ve Ağca'yı kapsamasını da öngörüyor. Marifet "sarı basın kartı"ndaysa, İpekçi'yle aynı kargaşa döneminde öldürülen sarı basın kartı sahibi gazeteciler niçin gündeme getirilmiyor? İsmail Gerçeksöz ve İlhan Darendelioğlu'ndan sözediyorum. Nasıl öldürüldükleri, kimlerce katledildikleri malum. Onlar da, İpekçi gibi, "karşıt ideolojik" grupların hedefindeydi. Onlar da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı. Onlar da "mensup"tu. İpekçi'ye gösterdiğimiz "hassasiyeti" niçin onlardan esirgiyoruz? Üstelik, katilleri dışarıda, ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlar. Onların suçu, "sağcı" dünya görüşüne mensup olmaları mı? Arkalarında "68'li dayanışması"na benzer bir lobi faaliyetinin bulunmaması mı?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |