|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'de her düzeyde görülen kendi oluş ve ben idrakinin anlam kaybı, 11 Eylül sonrası iyice savrulmaya başladı. Geçmiş ve gelecek daha doğrusu kendi varoluş bilincini oluşturan ülkenin değerleri ve halkını yığın olmaktan farklı kılan şartların iptalini yaşıyoruz. Global düzeyde Amerika'nın Türkiye'yi, bilinen nedenlerden dolayı oturtmaya çalıştığı yörüngenin dayattığı şartları geçtik, kendine ait varlık imkanlarını da yok sayan, tahrip eden bir söylem küçük ayrıntılarda belirmeye başladı. Dış politikanın bu denli öne çıktığı iç siyaseti ve siyasi yapılanmayı etkilediği, şekillendirdiği bir ortamda uzun vadeli dönüşümlerin etkisini bugünün ayrıntılarından yola çıkarak pekala okuyabiliriz. Ecevit'in "tarihi" Amerika gezisinde somut ne elde edildiği tartışılabilir ama yapılan temaslar sırsında kullanılan diplomatik dil, simgelere bakarak neyin ne tarafa doğru evrildiğini, daha açık bir ifade ile savrulduğunu çıkarmamız mümkün. Diplomasi sonuçta bir sembolleri kullanma sanatı ya da semboller, simgeler üzerinden mesaj iletme sanatıdır. Başbakan Ecevit'in Amerika'ya hareket ettiği sırada Rus Genelkurmay Başkanı Ankara'ya iniyordu. Sonradan öğrendiğimize göre Rus general Çeçen savaşını, daha doğrusu katliamını gerçekleştiren ordunun komutanlığını yapmış. Çeçenler'in bir anda terörist sayılmaları ile bu savaşın sorumlusu generalin Ankara'ya gönderilmesi arasında hiç ilişki olmadığı düşünülebilir mi? Daha vahim bir gelişme Türkiye'nin, yıllardır resmi söylemine hakim olan "dost ve kardeş Pakistan" ifadesini artık inkar edecek dış politika/sızlığına yönelmiş olması. Pakistan'a karşı Hindistan'ın yanında tavır alan bir sapma; Ecevit'in romantik günlerinden kalma nostaljik Hind ve Sankritçe tutkusuna indirgenemeyecek, geçiştirilemeyecek bir dönüm noktasıdır. Keşmir'in işgali ile terörizmi karıştıran bir anlam boşalması, değer çöküşü ile karşı karşıyayız.. Demokratik boynuz
ABD gezisi sırasında ziyaret ettiği Yahudi lobisi B'nai Brith'in Başkanı Richard Heideman Ecevit'e bir şofar hediye etti. Şofar bilindiği gibi Yahudi ilahiyatında önemli bir yere sahiptir ve Yahudiliğin ilk gününden bugüne kadar gelebilmiş en otantik semboldür. Yahudi kimliğinin en tartışmasız ve en önemli simgesinin ne olduğuna verilecek cevap Yahudiler'in şofar dediği boynuzdur. Yahudi kutsal metinlerinde ismi çokca geçen şofarı Ecevit'e takdim eden Heidman, bu boynuzun "demokrasi ve özgürlük sembolü" olduğunu belirtmiş. Yahudiler için şofarın ne anlama geldiği ile Ecevit'e takdim edilirken söylenenlerin bugün ne ifade ettiği anlaşılmadan bu hediyenin Türkiye'nin duruş ve dünyada işgal ettiği konumun anlamı bakımından ne ifade ettiğini kavramak zor. Türk dış politikasının içine düştüğü idrak sorunu ile demokratik şofar imgelemi arasındaki çıkarılacak sonuçlar gelinen savrulmayı izah etmeye yardımcı olabilir. Şofarın temsil ettiği yoğun dînî anlamları üzerinde durmayacağım. Ancak yine dînî anlamından ayrı düşünülemeyecek dünyevi, hatta siyasi muhtevası konumuz açısından önemli. Torah'ta, Mezmur'da bahsi geçen şofar her şeyden önce Yahudiler için bir fetih ifadesidir ve uhrevi boyutu kadar da dünyevi anlamlar içerir. İlk defa İsrailoğulları'nın Kızıldeniz'i geçip Sina önlerine geldiklerinde üflendiği söylenen bu uzun kıvrımlı hayvan boynuzu, bu anlamda en son 1967 yılında üflendi. Seadlia Gaon'a göre şofarın 10 anlamı vardır; bunlar arasında Tanrı'nın yüceliği, pişmanlık günü gibi uhrevi boyutlarının yanısıra şu iki anlamı onu, bugün de ister dindar ister laik olsun dünyadaki tüm Yahudiler için önemli kılıyor: ilki, mabedin yıkılış ve yeniden inşası. Bir diğeri, İsrailoğulları'nın kutsal topraklarda toplanmalarını ve ülkelerini çağrıştırması. Bu nedenle; İsrail ordusu 1956 yılında Sina dağına geldiğinde bir zafer işareti olarak şofar öttürüldü. En son olarak, 1967 yılında İsrail ordusu Kudüs'ü işgal ettiğinde şofar üflendi. İşte, Heideman'nın "özgürlük ve demokrasiye ulaşmak için insanların bir araya gelmesini sembolize ettiğini" söylediği efsanenin günümüze takabül eden anlamı. Şofarın çalındığı yerler arasında devlet başkanının seçimi, başhahamın seçimi ve kutsal toprakların ele geçirilmesi ideali bir arada düşünüldüğünde demokrasinin ve özgürlüğün içeriği tamamlanmış oluyor. Dînî olduğu kadar siyasi, askeri olduğu kadar uhrevi sembol. Maymondes'ten çağdaş Yahudi ilahiyatçılarına kadar herkesin ittifak ettiği gerçek Yahudi kimliğini şofar kadar başka bir ifade edemez. Ecevit'in söylediği " Amerika ikna olmuşsa biz de ikna olduk" ifadesinin ciddiyeti ile boynuz hediye edilirken, Türkler'le Museviler'in terörizme karşı mücadele ettiklerini söylemesinin vahameti aynıdır. Filistin'de akıtılan kanla Türkler'in ne gibi ortaklığı olabilir. Türkler tarihi boyunca Yahudilere zulmetmedikleri gibi Yahudi devletinin zulmüne, terörüne de ortak olamaz. Şofarın bir kez daha üflenmesi için ancak Mescid-i Aksa'nın yıkımı ya da tapınağa çevrilmesi gerekir. Hangi Türk ve Müslüman böylesi bir çağrışıma sahip boynuzu demokrasi ve özgürlük sembolü olarak kabul edebilir. Dahası kim bu suça ortaklık edebilir? Ecevit, boynuzun bu anlamları üstüne düşündü mü acaba? Efsanelere inanmak yerine tarihe göz atmak, idrakimizi kuşanmak zorundayız. ABD gezisinde kaydedilen en talihsiz açıklama olarak bu ifadeler bu toplumun idrakine, tarihine indirilmiş en ağır darbelerden biridir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |