|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Malî Sektöre Olan Borçların Yeniden Yapılandırılması Yasası, Cumhurbaşkanı'ndan onay bekliyor. Ecevit'in, ABD seyahati sırasında, İMF ile anlaşmanın imzalanmayıp şubat başına bırakılmasının temelinde yatan da zaten bu. 20 Ocak'ta toplanması beklenen Uluslararası Para Fonu İcra Direktörleri, şubat başında biraraya gelecek. İMF kanalıyla Necdet Sezer'e baskı yapılıyor; aba altından sopa gösteriliyor. Sezer yasayı veto ederse, 10 milyar dolar askıya alınacak. Sonuçta piyasalar alt üst olurken, bazı eleştiri okları Çankaya'ya yönelecek.
Sinsi plan
Bu sinsi planın arkasında Derviş var. Zira, hükûmete karşı da hep aynı taktiği denedi ve başarılı oldu. İMF'nin vereceği para üzerinden şantaj yapmak, tabiî bu defa Ecevit'in de işine geldi. Ne yazık Türkiye'ye! Yabancı kurumlara tam teslim olduk. MHP ve Bahçeli'nin kısmî direnmelerine rağmen, iktidarın teslimiyeti sürüp giderken, bir de, Çankaya ağa düşürülmek isteniyor. Oysa Türk kamuoyu, hortum kanununa karşı. En azından bugün yasalaştığı biçimiyle karşı.
Özerk Üst Kurullar'ın tasarrufları üzerindeki Sayıştay denetimi kaldırılıyor. Kamu Bankaları Ortak Yönetim, Denetim ve Tasfiye Kurulu başkan ve üyeleri, ceza ve idare hukuku bakımından kamu görevlisi sayılmayacakları için, sadece özel hukuk kurallarına tâbi kılınıyor. Sezer, en azından dürüst ve tarafsız denetimi engelleyen hükümleri veto edebilir. Zaten Plan Bütçe Komisyonu'nda milletvekillerinin çoğunluğu söz konusu maddelere karşı çıkmış ve bir yandan Sayıştay denetimini kabul ederken, bir yandan da Kamu Bankaları Ortak Yönetimi'ne bu ölçüde sorumsuzluk tanınmasını onaylamamıştı. Derviş'in istifa tehdidi ile ve ancak Genel Kurul'da verilen değişiklik önergeleriyle, arzu edilen sonuca ulaşıldı. Aslında, sorumsuzluk ve denetimsizlik İMF'nin değil, dikensiz gül bahçesi arzu eden banka yönecilerinin şartıdır. Dünya Bankası'ndan gelen 4 milyar doları "karanlıkta" dağıtmak ve yaptıkları haksızlıklardan dolayı da hesap vermemek istiyorlar.
IMF şartları
Peki IMF'nin şartları, her zaman Türkiye'nin menfaatine mi? Hani zaman zaman, kemer sıkmaya zorlanan halk çığlık atınca, iktidarda bulunanlar, "Biz bütün bunları IMF talep etti diye değil, kendimiz için yapıyoruz" cevabını veriyorlar ya. O zaman niçin Wall Street Journal, "Türkiye, Uluslararası Para Fonu'na bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir" diye yazdı. Ve gazete çok önemli bir noktaya parmak bastı: "IMF'nin Ecevit'e yeni tavsiyesi, vergi tabanını genişletecek bir vergi reformu olmuştur. Bu, IMF dilinde vergi arttırımı demektir. Oysa Bush, ekonomik durgunluğu aşmak için, vergi arttırımını kesinlikle red etmektedir. Yeni kredi Ankara'ya biraz daha zaman kazandırır ama bir kriz eninde sonunda patlak verecektir. Rusya bu açıdan iyi bir örnek. IMF'yi saf dışı eden ve vergi oranlarını indiren Rusya, sonunda rubleyi kendiliğinden istikrara kavuşturmuştur." Demek tek yol IMF'nin çizdiği değil.
Tarih ve bugün
Bunu idrak etmek için ekonomist olmaya bile gerek yok. Doğu Batı dergisi, son sayısında, ekonomiyi, tarihi perspektif içinde inceliyor. Önce Ahmet Cevdet Paşa'nın bir tesbitini hatırlatıyor: "Memurin ay başlarında maaşlarını isterler. Sultanlar ve kadınlar paranın nereden geldiğini bilmeyip, hemen para deyü, saltanatı iz'ac ederler. Hazinede para yok. Vükelâ aciz; İstanbul bir azim buhran içinde idi." 1998 yılında, Doğu Batı dergisinde yayınlanan Halil İnalcık'a ait makalede, bunalıma gidişin işaretleri veriliyor. Değişen bir şey yok, onu görüyorsunuz. Ama, aynı zamanda, bir tarihçinin, geçmişi bildiği için, yarınlara daha kolay teşhis koyabileceğini de anlıyorsunuz. İnalcık 1998'de, bugünleri haber veriyordu: "Ticaret dengesinde büyüyen açık, 80 milyar doları aşan dış borç, bütçeyi yutan iç borçlar ve nihayet , ithal edilen malların gönüllü propagandacısı olarak tüketici toplumu sürekli kamçılayan bilinçsiz bir medya. İşte Türk ekonomisini çöküşe götürebilecek bir tablo." Halil İnalcık, ülkemizin sürüklendiği uçurumu, hükumetin programına övgüler dizen anlı şanlı ekonomistlerden daha iyi tesbit edebilmiş. Bravo!
Gene Doğu Batı dergisinde okuyoruz: "Hazine'de para biriktirmeğe karşı halk her zaman tepki duyardı. Aşık Paşazade tarihinde, "Akçalar emredip hazinelere koyalar. Memlekette kıtlık oldu bu yüzden" diye yazar. Osmanlı'da olduğu gibi, İngiltere'de de, Hazine'de para biriktirilmesi, halk tarafından kötü görülmüştür. İkinci Henry, Hazine'de para tutmayan bir kral olarak övülmüştür. Fatih döneminde, piyasadan gümüş parayı çekip yeni akça kesilmesi sık sık uygulanmıştır. Fatih, halkın, darphaneye getirmek zorunda olduğu 12 akça için 10 akça vererek, yaklaşık %17 oranında vergi almış oluyordu. Eski akça saklanması bir suçtu ve etrafa gümüş arayıcı kullar çıkarılıp emirlere uymayanlar cezalandırılırlardı. Bu uygulama halkın şiddetli tepkisini çekmiş ve yeni padişah İkinci Beyazıt, yeni akça çıkarmama şartıyla tahta oturabilmişti."
IMF'nin derdi başka
Dünya Bankası'nın özel bankalara tahsis ettiği para, sonuçta halkın vergileriyle karşılanmayacak mı? IMF, reel ekonominin ayağa kalkmasından ziyade, borçların ödenebilmesine bakar. Bu yüzden, ekonomiyi canlandıracak tedbirleri tavsiye etmiyor, Türkiye'ye. Aksine, faiz dışı bütçe fazlasının belirli bir orana getirilebilmesi için, vergi tabanının genişletilmesini istiyor. Türkiye'nin borç ödeme gücünü takviye etmek amacıyla, vergiler yükseltiliyor, zamlar vatandaşın tepesine yağıyor ve halkın posası çıkartılıyor. Tek yolun IMF önerileri olmadığını, Wall Street Journal bile yazdı. Ama, IMF'den para almanın tek yolu bu. Ona boyun eğmelisiniz. Uluslarası Para Fonu, öncelikli olarak TC vatandaşlarını değil, Türkiye'ye borç veren yabancıları düşünüyor. Onun için, açık pozisyonları olan bankaları sağlıklarına kavuşturmak gereği üzerinde duruyor. İcra Direktörleri toplantısı da, Çankaya'dan bir an önce istedikleri kanunun çıkmasını sağlamak için ertelendi. Bakalım, Sezer, gizli şantaja boyun eğecek mi?
Kırılan pot
Ecevit'in gezisi, beklediğimiz gibi, olumlu bir hava içinde Türkiye'ye yansıtıldı. Sadece Fehmi Koru ve İsmet Berkan doğru tesbitler yaptılar, gerçek bilgiler verdiler. Başbakan'ın canlı yayında kırdığı bir pot ise dikkatlerden kaçtı. Basın toplantısında, muhtemelen bir Doğu Türkistanlı genç gazeteci, Ecevit'e sordu: "Doğu Türkistan meselesine Türkiye'nin bakış açısı nedir? Neler yapmayı düşünüyorsunuz?" Ecevit: "Bu Rusya Federasyonu'nun iç işi" demez mi? Gazeteci bu defa sorusunu yol göstererek tekrarladı: "Doğu Türkistan, Rusya'da değil, Çin'de" Ecevit'in cevabı gene meseleyi kavradığını göstermekten uzaktı. Rusya Federasyonu'nun iç işlerine karışamayacaklarını tekrarladı. Yazık Türkiye'ye. Kürtçe eğitim istedikleri için dilekçe veren gençlerin tutuklanmasından da söz edildi. Ecevit, "Biz bölücülüğe karşıyız" cevabını verdi. Gerçi, bu cevabı bir pot değildi ama, dilekçe hakkının kullanılmasının bölücülük olarak mütalâa edildiğini itiraf etmek suretiyle, sığ bir demokrasi anlayışı ortaya koydu.
Sözde demokrasi paketi
Bugün Meclis gündemine gelen sözde demokrasi paketi kanunlaşırsa, 312'nci maddenin kapsamı genişleyeceğinden, dilekçe hakkını kullananları savunanlar da, başörtülü kızlara sahip çıkanlar da, "kanunlara itaatsizliğe teşvikten" dolayı cezalandırılabilecekler. 312'nci maddenin gerekçesini dikkatle okuyun. Gerekçede, sadece kanunlara değil, "yönetmelik, tüzük veya yönetim gücünün düzenleme yetkisi çerçevesinde çıkardığı işlemlere uymamayı tahrik halleri de suçu meydana getirir" deniliyor. Bir yandan "halkı kanunlara uymamaya tahrik" "Kişileri kanunlara uymamaya tahrik" şekline dönüştürülüyor; böylece, daha ufak bir grubu hatta birkaç kişiyi desteklemek bile suç sayılıyor; bir yandan da, kanunun yanı sıra, tüzük ve yönetmeliklere uyulmaması halinde de, eylemi savunanlar, 312'nci madde kapsamına sokuluyor. Milletvekilleri, kanunun gerekçesini dikkatle okusunlar. Çünkü, kazığın büyüğü gerekçeye itina ile saklanmıştır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |