|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türk dış politikasının yönelimleri, stratejik tercihleri ile Türkiye'nin sahip olduğu jeostratejik, jeokültürel ve tarihi birikimi arasındaki derin farklılaşma başat özellik olarak kendini göstermiştir. Oysa bir toplumun stratejik yönelimlerini ve zihniyetini belirleyen temel unsurlar, Türk dış politikasına yön veren seçkinlerin çoğunlukla zannettikleri gibi resmi kararlar değildir. Daha derin, konjönktürel tercihleri aşan kültürel, coğrafi, tarihi ve toplumsal kimlik bilinciyle ilişkili bir dizi temel faktör stratejik bakışını belirlemede etkin oluyor. Türkiye'nin uluslararası arenada yerini ve önemini bu türden derin faktörlerin şekillendirdiği gerçeği 11 Eylül sonrası yaşanan kriz ortamlarında daha bir öne çıkıyor. Bir ülkenin uluslar arası düzlemde yerini belirleyen stratejinin derinliği, şartlara uygulanabilirliği ve toplumsal gerçeklerinin doğal sonucu olup olmaması olağanüstü şartlarda ya tarihi fırsat ya da tarihi kayıp olarak ortaya çıkıyor.
Türkiye'nin tarihi derinliği
İstanbul'da başlayan Avrupa Birliği ve İslam Konferansı Örgütü üyelerini bir araya getiren toplantı, nerede bakılırsa bakılsın çok önemli. Her şeyden önce Türkiye'nin "stratejik derinliği"ni hatırlatan metaforik anlamlar içeriyor. Türk dış politikası 1965lerden sonra ancak İslam Dünyasını hatırlayabilmiş, stratejik olmaktan çok taktik gerekçelerle kendi tarihi derinliğine yönelmiştir. Bu tarihten itibaren gelişen ilişkiler 28 şubat sürecinden itibaren oldukça geriye gitmiştir. Amerika'yla ilişkilerin bağımlılık noktasına gelişi ile İsrail'le endeksli bir Ortadoğu politikası, dolayısıyla İslam dünyasıyla ilişkilerin en alt düzeye inmesi; hatta ABD dolayımından geçen Avrupa ilişkilerinin seyri aynı zihniyet yapısının ürünü sayılmalıdır. Türkiye'yi Doğu ile Batı arasında köprü olmakla sınırlayan derinliksizliğin dayanılmaz hafifliği 11 Eylül sonrası gelişmeler karşısında savunulamaz noktaya geldi. İstanbul'da İKO ve AB üyesi ülkelerin bir araya gelmesi Türkiye'nin köprü görevini mi hatırlatıyor yoksa tarihi ve kültürel derinliğini stratejik derinliğe dönüştürülebilecek imkanları mı? Türkiye'nin önemini, coğrafi konumdan kaynaklanan statik bir stratejik değerle sınırlayan derinliksizliğin tümüyle izale edildiğini söylemek mümkün değil ne yazık ki. Ancak, Türkiye'nin AB-İKO platformuna ev sahipliği yapması bile kendi başına Avrupa Birliği ilişkileri açısından da ABD ilişkileri açısından da çok önemli. İslam dünyası gibi bir medeniyet birikimine yaslanarak Avrupa birliği ile ilişkiye geçebilen bir Türkiye'nin ağırlığı ile, bu birikime itibar etmeyen, sırt çeviren, kendinde köprülükten başka misyon görmeyen bir zihniyetin temsil ettiği Türkiye'nin ağırlığı aynı olmayacaktır.
Model ihracı
Coğrafi köprü olmak stratejisi ne kadar sınırlayıcı ve hafif/naif bir anlayışın göstergesi ise model ihracı da aynı hafiflikte bir stratejik zihniyetin ürünüdür. Türkiye, kendine giydirilen, empoze edilen modelleri İslam dünyasına taşıyan bir köprü olamaz. Bu hamaliye rolüne razı olmakla Türkiye'nin prangalanmasına razı olmak arasında fark yok. Demokratikleşme ve laiklik modelini İslam dünyasına taşımasını isteyenler Türkiye'nin kendi rolünü oynamasının önünde duran en büyük engellerdir. Zira bu ülkede "demokratikleşmenin sınırları"nı çizenler global 28 Şubatçılığın mimarı kovboylarla aynı marka çizme giydiklerini anlamayan kalmadı. Türkiye'nin oynayacağı rolü ithal malı model misyonuna indirgemek aynı zamanda Türkiye'nin derinliğini yok sayan seçkinci jakobenliğin kapanına hapsetmek anlamına da gelir. Türkiye'den İslam dünyasına demokratikleşme ve laiklik modeli olmasını isteyenler, aynı zamanda, İslam dünyasındaki hanedanlıkların bunca yıl ayakta kalmasını sağlayan hegomanyanın kendisi olduğu atlanmamalı. Aynı hegomanik güçler, 11 Eylül sonrası, İslam dünyasıyla bağımlılık ilişkilerini sürdürebilecekleri model ve çözüm arayışı içindedirler. Terörün getirdiği şaşkınlıkla birlikte tarihi bilinçaltının harekete geçme işaretleri vermektedir. Özellikle, İslam dünyasının kültürel dayanaklarını çökertmeye, inanç sistemini parçalamaya yönelen ABD planına modellik yapmaya soyunmak, Türkiye'nin güçlenmesine değil telafisi mümkün olmayan zaaflara neden olacağı açıktır. Suudi Arabistan'dan Cezayir'e, Saddam gibi diktalara kadar kimi İslam ülkelerindeki resmi çağ dışılığın sürgit ayakta kalabilmesinin Batılı desteği olmadan devam etmesi mümkün olmadığı artık bir sır değil. Aktörleri değişse de aynı türden dikta biçimleri yeni tür jakobenliğin, Mc Carthyizmin hayata geçirilmesi için destek görecektir. Türkiye'ye düşen görev, yeni tür bağımlılığın tesisine alet olmak değildir. Yaslandığı derinliğin farkına varan bir Türkiye kendisiyle barışmaktan da korkmayacağı gibi İslam dünyasının içine girdiği kritik dönemde önemli bir rol üslenebilir. Hatta global krizin bir an önce medeniyet çatışmasına dönüşmemesi için anahtar rol oynayabilir. Bu zihinsel derinliğin işaretlerini, istisnaları olsa da, göründüğü konusunda iyimser olabilmek zor ne yazık ki. Her şeye rağmen bugünkü toplantı Türkiye'nin misyonunu ve imkanlarını hatırlatması açısından anlamlıdır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |