T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Dialog zemini?

Türkiye'nin öncülüğünde ve İstanbul'da gerçekleşen "AB-İKÖ Ortak Forumu" iki dünya arasında bir dialog zemini anlamını taşıyor. Dialog zemini, sorunların ortaya konacağı, karşılıklı anlama çabası gösterileceği ve mümkünse çözüm yolları aranacağı bir ortamı ifade ediyor.

Sorunlu bir ilişki var İslâm ve Batı arasında.

11 Eylül ve sonrası, iki dünya arasında "medeniyetler çatışması"nı akla getirecek bir sorunlu alan bulunduğunu da gösterdi.

Bundan en çok Türkiye'nin tedirgin olmasının sebepleri var. Bir kere kendisini iki dünyaya birden ait gören tek ülke olarak, "çatışma" senaryolarından, çatışma kimlik planında kalsa bile en çok yarayı alma endişesi taşıyor. İkincisi, çatışmanın fiili hale gelmesi durumunda, her bakımdan olumsuz etkileniyor.

"İki dünyaya birden ait olma" hususiyeti, Türkiye'yi, bir başka açıdan, yani, iki dünya arasında bir dialog zemini oluşacaksa, bunu oluşturmakta öncü rolü üstlenebilme potansiyeli açısından da önemli hale getiriyor.

İsmail Cem'in, dışişleri bakanlığından ayrı bir "kültür adamı" olarak da, böyle bir oluşuma öncülük etmesi, olumlu bir gelişmedir. Türkiye için de sağlıklı bir girişimdir. Ancak daha işin başında bazı sağlıksız noktalar var ki, bu "dialog zemini"nin beklenen sonuçları vermesine yönelik ümitleri azaltıyor.

1. İlk problem, Türkiye'nin İslâm'la ilişkisinden kaynaklanıyor. "İslâm'la ilişkide nerede duruyor Türkiye? Kendini nasıl tanımlıyor?" gibi bir soru kendini sordurtuyor. Daha çok "İslâm'la kendisi arasına koyduğu mesafelerle tanımlanan bir Türkiye" görüntüsü mü, "gerektiğinde İslâm dünyasının sözcülüğüne soyunacak kadar o dünya ile içiçe bir Türkiye" görüntüsü mü, "İslâm ile Batı arasında nerede duracağına karar verememiş bir Türkiye" görüntüsü mü, yoksa "İslâm kimliğini önemseyen, ciddiye alan, ondan utanma gibi duygusal savrulmaları bulunmayan, ama Batı'nın gelişme düzeyini yakalama azmi de bulunan bir Türkiye" görüntüsü mü? Hangisi daha gerçekçi?

İslâm dünyasında Türkiye imajının özellikle iki konuda tartışıldığı söylenebilir:

-Dış politikada Batı ile, özellikle Amerika ile içiçeliğin, zaman zaman İslâm dünyasını ihmal niteliğine bürünmesi. İslâm dünyasına yönelik tüm değerlendirmelerde "küçümseme"nin, "Nerden mensup olduk bu dünyaya?" yaklaşımının hâkim renk olması.... Bunu özellikle Türkiye'nin medya yansımasının beslediği düşünülebilir.

-Türkiye'nin iç uygulamalarında kişilerin İslâm'la ilişkisinin sistem açısından genellikle gözaltında tutuluyor olması. Adı üstünde özgürlük problemi... Dindar insanların, kendilerini, bir İslâm ülkesinde olması düşünülemeyecek ölçüde kuşatılmış hissetmeleri...

"Türkiye nerede duruyor?" sorusu, diyelim, İslâm dünyasının en büyük kongresinin yapıldığı hac ikliminde, Türk hacılara sorulan en yaygın soru durumunda ise, ortada Türkiye adına önemli bir sorun var demektir.

Burada Türkiye adına bir başka sorunlu alanın, "model olma" misyonu ile ortaya çıkarken, "Batı'da kabul görme"yi önemseyip, "İslâm dünyasında ve daha önemlisi İslâm nazarında yadırganma"yı gözardı etmek olduğunu vurgulamak gerekiyor. Eğer her fırsatta ortaya "İslâm'da reform payesi" peşinde koşan bir ülke görüntüsü verme çabası çıkarsa, bunun İslâm dünyası tarafından sağlıklı bir model olarak algılanması mümkün değildir.

2. İslâm ve Batı arasındaki diyalog zemininde, problemli ikinci alan, bizzat Batı'nın İslâm'a ve İslâm dünyasına bakışı ile ilgilidir. Nasıl görüyor Batı İslâm dünyasını? Dialog'da bir eşit unsur gibi mi, yoksa sömürgeci ile ona isyan eden sömürge ahalisi gibi mi? "Sömürge ahalisi 11 Eylül'de baş kaldırdı. Sömürgeci buna çok kızdı, kalktı sömürge ahalisinin başına bombalar yağdırdı ama içi tatmin olmadı. Çünkü sömgürge ahalisi, hâlâ ona öfkeli gözlerle bakıyordu. Sinmemişti. Boyun eğecek gibi görünmüyordu. Rahatsız oldu bundan sömürgeci ve şunu bir dinleyeyim bakalım, dedi. Benden neden bu kadar nefret ediyor? Bir yandan da, başka sömürge ahalilerinin başına indirmek üzere bombaları uçaklara dizmeye başladı." Nasıl bir senaryo? Bu senaryoya göre Batı, İslâm dünyasını, herhangi bir Afrika sömürgesinden farklı görmüyor. Sömürgeciliği kendisi için tartışılmaz bir hak olarak telakki ediyor. Ve İslâmi bilinçlenmeye paralel bir "sömürge sorgulaması"nı "tehdit" olarak algılıyor.

3-Burada bir sorunlu alanın da, İslâm dünyasının, dialog zeminine bir medeniyet camiası olarak bütünlük içinde çıkamıyor olmasıdır. İslâm dünyasını kaç zamandır misyonunun farkında olmayan bir kuruluşun İKÖ'nün temsil ediyor olması bile işin hangi dramatik boyutlarda seyrettiğini göstermeye yeter. Ayrıca, belki bu alandaki eksikliği kapatması mümkün olaacak ilmi-fikri birikimin dialog zeminine taşınamamış olması da, dram boyutunu artıran bir husus olmuştur.

Bunlara rağmen, bu tür programların, Türkiye ve İslâm dünyası adına bir anlamda "alıştırma" niteliği taşıdığı düşünülebilir. Neyin alıştırması? "İslâm ülkesi" olmanın gerçek muhtevasına kavuşabilmenin alıştırması?

Bush'a hediye olarak Kur'an-ı Kerim götüren bir Başbakan, kimbilir belki bir gün kendisi de Kur'an'la daha yakın bir teması gündemine alır, Kur'an'dan neş'et eden bir medeniyeti daha bütüncül anlamda kavramaya yönelir...

Kimbilir belki İslâm-Batı dialog zeminlerinde karşı karşıya kalacağı "misyon" tartışmaları içinde, kendi misyonunun tutarlılığını sorgulama imkanı bulur.

11 Eylül'e çok saldırıldı. Bizim de eleştirilerimiz oldu. Ama bakıyorum da, 11 Eylül bir çok "tartışılmaz"ı da tartışma alanına çekti. Batı dünyasına "Dünya, özellikle İslâm dünyası bizden neden nefret ediyor?" sorusunu sordurmak az iş mi? 11 Eylül'ü daha çok konuşacağız...


12 Şubat 2002
Salı
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED