|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hürriyet'ten Cüneyt Ülsever'in "Emir komuta zinciri olmadan olmaz!" (11 Şubat) başlıklı yazısı şöyle başlıyor: "Şahsi görüşüme göre son dönemin en başarılı gazetecilik örneğini, 10 Şubat 2002 tarihli Hürriyet Pazar'da; Ayşe Arman Özel Timci Susurluk Mahkûmu Ayhan Çarkın ile yaptığı söyleşi ile verdi. Susurluk Davası konusuna genellikle, yargılanan kişiler açısından bakmamıştık. Ayşe Arman bunu başarmış ve bu kadar hassas bir konuda Ayhan Çarkın'ı konuşmaya ikna etmiş. Ayşe Arman'ı ve Ayhan Çarkın'ı bu cesur söyleşi nedeniyle tebrik ederim." Tamam, diyelim ki Arman'ın "başarısı"nı anladık ve "tebrik"e değer bulduk; peki Çarkın'ı niçin tebrik edeceğiz? Okuyana "Bir hukuk devletinde böyle açıklama olur mu?" dedirten haddinden fazla "cesur" açıklamaları için mi? Tahmin ettiğiniz gibi Ülsever, işin bu yanıyla ilgili değil; onun yaptığı, söyleşide çok "etkilendiği" bazı açıklamaların Susurluk'a yönelik kendi görüşüyle nasıl örtüştüğünü açıklamaktan ibaret... Söyleşide Arman'ın yönelttiği soruların hakkını yemeyelim; bugüne kadar olduğu gibi, karşısındakini anlamaya yönelik kendi türünde samimi ve de "cesur" sorular.. Bunun böyle olduğunu zaten kendisi de açıklıyor: "Burada önemli olan ne tür çıkar için olursa olsun, öldürme eylemi ve psikolojisi. Bir insan başka bir insanı öldürürken aklından ne geçer?" Çarkın ile söyleşinin bir ucunda Arman'ın olması bana ister istemez şu soruyu da sordurdu: Böyle bir söyleşi için niçin Arman? Aslında Arman, bu soruyu da cevaplıyor: "Tabii ki Susurluk'un iç yüzünü ortaya çıkartacak araştırmacı gazeteci ben değilim. Ama hangi gazeteci böyle bir röportaj fırsatını elinin tersiyle iter? Ben de itemedim. Hiç tereddüt etmedim mi? Etmez miyim? Ettim ama kös kös arşive indim. Susurluk'a dair ne varsa, sular seller gibi içtim. Bir işe yaradı mı? Tabii hayır, kafam daha da karıştı!" Ve arkasından bazı gazetecilerden alınan bilgiler, vesaire... Hürriyet'te Çarkın'la yapılacak bir röportajın Arman'ın kısmetine düşmesi doğrusu bana çok ilginç geldi... Böyle bir röportaj "fırsatı"nın nasıl doğduğunu, bu yönde bir önerinin gazeteye mi yoksa doğrudan Arman'a mı geldiğini filan tabii ki bilmiyorum. Ama bütün bu bilinmezlere rağmen Çarkın röportajının gazetenin her kesimden bol okuyucusu bulunan bir yazarının üzerine kalması ilginç değil mi? Ne yani, yoksa Hürriyet gazetesi okurlarının bu meseleyi de "Ayşe'nin Gözlüğü"nden mi görmesini tercih ediyor? Yoksa, ülkenin başta gelen bir "rejim" ve "hukuk" sorununun da "Hürriyet Pazar"da yer alan ve neredeyse tamamı "özel hayat"a ilişkin konuların gözden geçirildiği bir sayfada mı işlenmesini arzu ediyor? Arman'ın yayımladığı söyleşi üzerine yazan gazetecilerden birisi de Cumhuriyet'ten Oral Çalışlar'dı. "Rambo De, Tetikçi Deme" başlıklı yazısında Çarkın'ı bakın nasıl tarif ediyor: "Ayhan Çarkın, birçok yargısız infaz olayının da sanığı olarak mahkeme önüne çıkmıştı. Gazi olayları sırasında elinde makineli tüfekle çekilmiş fotoğraflarını gazetelerden anımsayabilirsiniz." Bu kadar alıntı yeter; gelelim şimdi Çarkın'ın açıklamalarına; Çarkın'ın Arman'ın sorularını cevaplarken kullandığı dilin ve tabii zihniyetin nasıl bir şey olduğunu en iyi özetleyen cümlelerden bazıları bana göre şunlar: "İstanbul'da 50'den fazla çatışmam var." / "Devletin de bir otoritesi olması gerekmez mi?" / "Abdullah Çatlı'yla dostluğumu kabul ediyorum. Bana hiçbir Allah'ın kulu o insan kötü insandı dedirttiremez. Ölmüş gitmiş adam. Katil matil beni bağlamıyor, beni benimle geçirdiği dönem ilgilendiriyor." / "Kendimi en iyi hissettiğim an operasyon anıdır." Katılır mısınız bilemem ama bana göre bu cevapların ortaya koyduğu bir güvenlik görevlisi öznitelikleri arasında "Hukuk devleti" olmayı da sayan bir cumhuriyetin güvenlik görevlisi değildir... Bir güvenlik görevlisi ki kendisini "en iyi hissettiği an" olarak "operasyon" anına işaret ediyor; bir taraftan "Devletin de bir otoritesi olması gerekmez mi?" diye sorarken diğer taraftan "Katil matil beni bağlamıyor" diyor; ve de "50'den fazla çatışması"nı bu dünyada sahip olduğu şeyler arasına yerleştiriyor, bu güvenlik görevlisine bir hukuk devletinde halkın güvenliği emanet edilemez... Çok daha vahimi de var. Röportajın ilk soru ve cevabı bakın nasıl: Arman: "Emri aldınız. Birisi yok edilecek. Silinecek. Defterden, hayattan! İtiraz etmek geçmiyor mu içinizden?" Çarkın: "İtiraz etmedim. Etmek de geçmedi aklımdan..." Şimdi soralım: Öznitelikleri arasında "Hukuk devleti"nin de bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti sınırlar içinde bir güvenlik görevlisine "Birisi"ni "yok etmek", "Defterden, hayattan silmek" emri verilebilir mi? Hangi müdür, hangi bakan, hangi başbakan ya da cumhurbaşkanı olursa olsun, bu ülkede "Birisi"nin ortadan kaldırılması için emir verebilir mi? Ve tabii şu soru: Bir güvenlik görevlisi kendisine verilmiş bu yasadışı emri yerine getirebilir mi? Cevabını siz verin... Hiç ilgisi yok ama ilginç bulduğum için bunu da aktaracağım. Bugünlerde gazetelerde Türk Emniyet Teşkilatı Yetimleri Eğitim ve Yardım Vakfı'nın (TEYEV) bir çağrısı yayınlanıyor. Çağrı "Polise sahip çıkmak huzurumuza sahip çıkmak demektir" başlığıyla yardımseverleri vakıfa destek olmaya çağırıyor. Çağrının bir bölümü de şöyle: "Polisi ailemizin bir ferdi, mahallemizin bir sakini olarak kabul etmeli, 'Polis Amca', 'Polis Abla' kavramlarını yaşamalı ve yaşatmalıyız.' Yani özetle: "Size 'Polis Amca' diyebilir miyim?"
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |