|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye bugünden başlayarak iki gün sürecek olan önemli bir toplantıya ev sahipliği yapıyor. Avrupa Birliği ile İslam Konferansı Örgütü'nün müştereken tertiplediği toplantıda "medeniyetler ve uyum" problemi ele alınacak. 51'i bakan düzeyinde 71 ülke temsilcisinin katılacağı toplantının geniş bir ilgi uyandırdığı anlaşılıyor. Türkiye her iki gurupta yer alan tek ülke olması dolayısıyla kendisine bir övünme payı da çıkarıyor. Böyle bir uyum ve uzlaşma arayışının önemi küçümsenmemekle birlikte toplantıya katılan siyaset ve bilim adamlarının hangi dünyayı ne ölçüde yeterlilikle temsil ettikleri önemli bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer bir ifadeyle İslam dünyasını temsil ettiği düşünülen devlet adamları ne ölçüde bu dünyayı temsil ediyorlar? Dünkü Yeni Şafak'ta Mustafa Karaalioğlu'nun yaptığı söyleşide Prof. Dr. Bekir Karlığa'nın dikkate değer bir tesbiti vardı. "Ben devlet planında, politik planda bir İslam dünyası olduğuna inanmıyorum" diyor sayın Karlığa. Gerçekten de özgünlüğü yara almış olmakla birlikte sosyolojik ve kültürel anlamda bir İslam dünyasından bahsedilebilirse de politik anlamda böyle bir dünyadan bahsedilemez. İslam Konferansı Örgütü gibi bir örgüt çatısı altında güya toplanmış olmaları böyle bir dünya oluşturdukları anlamına gelmez. Gelmediği ve bu örgütün bütünüyle sanal bir dünyayı temsil ettiği şuradan belli ki dünya siyaset platformunda İKÖ'nün hiç bir ağırlığı yok. Şurası bir gerçek: İslam dünyası dediğimiz dünyada Batılı güçlerle barışık kendi halklarıyla problemli yönetimler var sadece. Ve bu yönetimler en az yüzelli senedir yönettikleri dünyaya kah gönüllü olarak kah mevkilerini borçlu oldukları emperyal güçlere şirin görünmek için Batılı bir siyaset, düşünce ve toplum modelini empoze etmeye çalışıyorlar. Bunun için her türlü baskıyı uygulamaktan da çekinmiyorlar. Kendi değerlerine sahip çıkmak ve bunları geliştirmek gibi bir problemleri yok. Şimdi bu dünyanın temsilcileri benimsemedikleri, değer vermedikleri İslami değerlerin Batılı değerlerle uyum problemini nasıl tartışabilirler? Mesela Türkiye bu tartışmanın hangi tarafında? Kendisi İslami değerlerle uyumu, uzlaşmayı sağlamış mı? "İrtica" paranoyasına kendini kaptırmış ve dini eğitimi baltalamış, dini özgürlükleri sınırlamış ve kendi insanını dininin gereklerini de yerine getirerek okuyabilmek için başka ülkelere göç zorunda bırakmış bir ülke (şu anda sadece başörtüleri sebebiyle yurt dışında eğitimlerini sürdürmek zorunda kalan binlerce insan var) uzlaşma arayışında ne ölçüde samimiyeti ve uyum ruhunu temsil edebilir? Diğer İslam ülkelerinin de Türkiye'den pek bir farkı yok; Türkiye ne kadar laikse onlar da o kadar Müslüman. Temsilcilerin temsil ettikleri kültüre ve dünyaya aidiyetleri sadece şekli düzeyde. İslam dünyasındaki yönetimlerin kendi halklarına ve değerlerine baskıcı bir yol izlemelerinin şu açıdan da zararı var. İslam dünyasında bu baskılara ve asimilasyon politikalarına karşı ister istemez bir tepki oluştu. İki asra yakın bir süredir bu dünyada izlenen politikaya yönelik olarak hiç kaybolmayan bir direnç var. Ancak bu direnç de tepkisel olmanın belirli problemlerini beraberinde taşıyor. Dolayısıyla kendine özgü normal bir gelişme süreci izleyemiyor. Sonuç itibariyle iki dünya arasında gerçekleşmesi düşünülen uyum toplantısının asıl problemli olan tarafı İslami değerleri temsil ettiği düşünülen İslam dünyası. Bu dünya önce kendi içinde uyumu ve uzlaşmayı gerçekleştirmeli ki sonra diğer dünyalarla ve kültürlerle uyum meselesini sağlıklı bir platformda ele alabilsin.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |