T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Avrupa Konseyi ve Türk Milli Takımı

1971 Muhtırası'ndan sonra Türkiye, Avrupa Konseyi'nin gündeminden hiç çıkmadı. Bugüne kadar geçen 30 yılda tam 32 rapor hazırlandı.

30 yıldan beri ilk defa, gündemde Türkiye konusu yoktu. Türkiye konusu gündemde değildi ama, Avrupa Konseyi kulislerinde yine Türkiye konuşuluyordu. Bu defa Türkiye'deki insan haklarından, demokrasiden ve kanunlardaki anti-demokratik hükümlerden bahsedilmiyordu.

Buralarda konuşulan konu, Türk Milli Takımı'nın yarı finale kadar gelebilmiş olmasıydı.

Türk milletvekillerini gören her üye, onları tebrik ediyor ve can-ı gönülden yeni başarılara ulaşmasını temenni ediyordu. Konsey Genel Sekreterliği, maçların seyredilebilmesi için salonlarından birisine büyük ekranlı televizyon koydurtmuştu. Bize bu televizyonu, bilhassa bizim için koydurttuklarını bildiriyorlardı.

Otuz yılı aşkındır üyesi bulunduğum bu organda bu kadar mutlu günler yaşamamıştım.

*   *   *

Türkiye, Türk sporunun başarılarının sağladığı propaganda ve prestiji milyarlarca lira harcasa bile kazanamazdı. 50'li yıllarda, Türk güreşçileri aldıkları sonuçlarla, Türk ismini bütün dünyaya duyurmuşlardı. 80'li yıllarda da Naim ile başlayan, Türk halter takımının başarılarına şahit olmuştuk. Onlar da Türk ismini dünyaya duyurmuşlardı.

Ancak gerek güreş ve gerekse halter sporu futbol kadar popüler değildi. Bu sebeple de orada sağladığımız başarıların etkisi gene de kısıtlıydı. Fakat futbol gibi, popüler bir spor dalında ulaştığımız başarılar, öncekilerin popüleriteleri ile ölçülemeyecek kadar büyüktü.

*   *   *

Futboldaki başarılarımızın başlangıcı, Fenerbahçe kulübünün Macar antrenörü MOLNAR zamanında başlamıştı. Galatasaray takımımızın başarıları ise, Alman antrenör DER WALL'den başlayarak, her zaman yukarıya doğru seyreden bir popülerite çiziyordu.

Bu çizgi ilk defa Galatasaray'ın UEFA Kupası'nda çeyrek finale yükselmesi ile başlıyor, Avrupa'nın en büyük kupasını alıncaya kadar uzanıyordu.

*   *   *

1993-94 yıllarında bir Fransız ilim adamı Türkiye'de üniversitelilere Fransız edebiyatı hakkında konferans veriyordu. Konferansın sonunda dinleyiciler soru sormaya başladılar. Bu sorulardan ilki şu idi:

-Türkiye Fransa'da tanınıyor mu?

Konuşmacının cevabı basit ve kısaydı.

-"Fransa'da Türkiye'yi pek az kimse tanır" dedi ve ekledi: "Ancak, Türkiye'ye ait 2 şey vardır ki, bunu bilmeyen Fransız yoktur. Bilin bakalım bu iki şey nedir?"

Konuşmacı sustu. Herkes "Bu iki şey nedir?" diye düşündü ve birbirlerine baktı. Konuşmacı kendi sualinin cevabını kendi verdi:

-Fransa'da ÇİLLER ismini herkes tanır. Çünkü o Türkiye'nin ilk kadın başbakanıdır. Fransızlar'ın tanıdığı diğer şey ise Galatasaray takımıdır.

*   *   *

Galatasaray takımının başarıları Türkiye'nin milyarlarca lira harcayarak elde edemediği bir tanıtım ve popülerite sağlamıştır.

Aynı şekilde, Yugoslavya'nın MOPNTENEGRO, yani Karadağ seçimlerinde gözlemci olarak bulunuyorduk. Burası, Balkanlar'ın en sarp dağlarının bulunduğu bir bölge idi.

Ben seçimlerde gözlemci olarak bilhassa bu bölgeyi seçmiştim. Zira, insan turist olarak Karadağ'ın başka bölgelerini görebilirdi. Fakat, bu kuş uçmaz kervan geçmez kısımlarına başka vesile ile gelmek mümkün değildi.

Küçük bir dağ kasabasındaki seçim sandıklarını denetledikten sonra oradan ayrılıyorduk. Dışarıya çıktığımızda 7-8 genç bir masanın etrafına toplanmış sohbet ediyorlardı. Yanlarından geçerken birisi bana sordu:

-İngiliz misiniz?
-Hayır.
-İtalyan mısınız?
-Hayır... Ben Türküm dedim.

Masada oturan gençlerin tamamı, "Galatasaray" diye bağırdılar ve ayağa fırladılar.

*   *   *

Galatasaray'ın başarıları, Balkan Dağları'ndaki küçük bir kasabaya bile ulaşmıştı.

Türkiye, futbolda ulaştığı bu başarıyı herhalde tesadüfen elde etmemişti. Türk takımları futbolun kaidelerini iyi öğrenmişler, onu uyguluyorlar ve bunun için başarıdan başarıya koşuyorlardı.

Türkiye'nin futbolda ulaştığı başarılar acaba ona Avrupa Birliği'nin kapılarını açabilir miydi? Bu başarıların bu kapının açılmasında elbette faydası olurdu. Ancak, kapının anahtarı başka idi.

Galatasaray takımının, Avrupa'nın en büyük kupasını aldığı günlerde, bir senatörün başkanlığında bir Fransız heyeti Türkiye'yi ziyarete gelmişti. TBMM Dışişleri Komisyonu adına onlara yemek veriyorduk. Komisyonumuzun Başkan Vekili yemekte yaptığı konuşmada, Türk Fransız dostluğundan, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girme isteği ve kararlılığından bahsettikten sonra sözü Galatasaray Kulübü'nün Avrupa'daki başarısına getirerek:

-"Görüyorsunuz, futbolda büyük başarı sağladık. Türkiye Avrupa Birliği'ne girmek için bir adım daha attı. En büyük Avrupa kupasını aldı" diyerek sözlerini bitirdi.

Heyet başkanı Fransız senatör, cevaben yaptığı konuşmada, bazı iltifatlarda bulunduktan sonra şunları söyledi:

-Galatasaray kulübünün bu başarısı küçümsenemez. Bu başarıyı takdirle karşılıyoruz. Bu başarıyla Avrupa Birliği'ne girmek istiyorsanız, başka şeyler de yapmanız gerekir. Düşünün ki, FRANKO zamanında, İspanya futbolda dünya birincisi olmuştur. İspanya bu şampiyonluğu sebebiyle Avrupa Birliği'ne girmedi. Avrupa Birliği, kapılarını İspanya'ya, Franko diktatörlüğünün yıkılmasından sonra açtı.

Verilen mesaj açık ve netti. Yani siz futbolu usul ve kaidelerini bilerek oynadınız ve bu başarıya ulaştınız. Futbolda kazanmak için ne yapmak gerekirse onu yaptınız.

Avrupa Birliği'ne girmenin de usul ve kaideleri bellidir. Ancak, bu usullerde başarılı olabilirseniz, Avrupa Birliği'ne girebilirsiniz.


1 Temmuz 2002
Pazartesi
 
CEVDET AKÇALI


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED