AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Sakin şiirler: Nisan Çobanı

Adem Turan'ın Nisan Çobanı kitabındaki şiirlerini ilk okuduğumda bir not almışım ve bu şiirler hakkında sakin şiirler demişim. Şimdi yeniden baktığımda, bu ilk kanımın doğrulandığını görüyorum. Oysa daha önce okuduğum kitaplarında (Artık Kuşlarını Uçur -1988- ve Hayal Defteri -1997-), aynı şairin sesinin yırtıcı bir çığlık halinde yükseldiğini görmüştüm. Hayal Defteri'nde "Derviş"in şiirini yazan şair, Nisan Çobanı'nda bir derviş olarak yazıyor (terennüm ediyor). "Derviş" şiirinde, dervişin hali şöyle dile getiriliyor:

Birdenbire oluyor her şey, birdenbire değişiyor
Ben birdenbire 'ben' oluyorum, ellerim birdenbire el!
Yerin altına iniyorum, göğe çıkıyorum, sarsılıyorum
Mekânlar birbirine ekleniyor, saatler birbirine
Suların ve dağların ardından gelen hayat
Birdenbire ayartıyor beni
Çoğalıyorum
(Derviş)

Oysa kitaba adını veren "Nisan Çobanı" şiirinde gene bir dervişin hali dile getiriliyor, ama bu kez derviş anlatılmıyor; derviş, lisan-ı hal ile ve dervişçe bir eda ile resmediliyor:

Oturdum, üç vakit bekledim gitmeden önce
Tesbihâtımı tamamladım
Keçileri emziren üç keçemeni üç yana saldım
Suyu bildim, odun kırdım, taş taşıdım

Yolun daha önceki merhalelerinde coşkun ve taşkın bir cezbe hali yaşayan derviş, bu yeni safhada durulmuştur. Bu hale cezbe zail olmuştur demiyorum, çünkü cezbe, her halükârda mevcuttur ama artık görünmez ya da dışa vurulmaz bir makamda seyretmektedir. Çünkü dervişin kabı genişlemiştir. Vaktiyle, söz gelimi bir bardaklık olan kap azıcık suyla taşarken, şimdi kap genişlemiş, o kadarcık su bu kabı taşırmaya yetmemektedir:

Sonra, (neler olduysa oldu ve) çoğaldım
Ve geceye indim gündüzün merdiveniyle
Gecenin feneriyle suya!
Su her zamanki gibiydi, sessizdi
Sessizce açtı kapısını, incilerini verdi;
Düşlerini, yosunlarını, ellerini,
Bahçelerini verdi, çiçeklerini,
Güllerini, dikenlerini, bülbüllerini…
(Daire)

Çünkü artık her şey hoştur, çünkü artık her şeyin O'ndan geldiğinin bilincine erişilmiştir. Nitekim şiirin devamında durum, daha berrak biçimde dile gelmektedir: unutulan zemheri ve kediler, içinde yorulunan odalar, yani belki bu dünyanın yükü, vesaire…

Bu kitapta yer alan bu sessiz, bu uslu şiirlerin çoğunun okul kitaplarına girebilecek nitelikler taşıdığını düşünüyorum. Şu nitelikleri dolayısıyla ve örneğin "Suya Övgü" şiirinde yer alan şu istiareler cihetiyle: "Su her şeydir / İki taş arasında", "Kuyuda şeyhin yüzüğü / Yüzükte eriyen hüznü –Galib'in…", "Ben suyu bilirim / Musa'nın beşiğini de!..", "Ey Fuzuli, ey suyun pîri / Seni de unutmadık bu şiirde."

Burada, öğrencinin tarihsel/kültürel birikimini zenginleştirecek bir dolu soru vardır: Su niçin her şeydir? Kuyudaki yüzükle şair ve şeyh olan Galip arasında ne gibi bir ilinti vardır? Su ile Musa'nın beşiği arasında şair nasıl ve niçin ilgi kurmaktadır? Fuzuli'ye niçin suyun pîri denmiştir ve niçin bu şiirde o da unutulmamıştır?

Kitap, bu tür şiirler yönünden de zengin bir malzeme taşıyor ve dikkat edilmesini talep ediyor.
Not: Nisan Çobanı, Birey Y. İst. 2002.


3 Ağustos 2003
Pazar
 
RASİM ÖZDENÖREN


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED