|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Düşünce üreten bir kuruluşun yaptırdığı kamuoyu yoklamasına katılanların önemli bir çoğunluğu, "Din büyükleri karşı çıkarsa yolsuzluk biter" cevabını vermişler. Yolsuzlukları araştırma komisyonu, raporuna, bunu, "Yolsuzluk dinî olmaktan çok, lâik ahlâkla ilişkili bir sorun olarak görülmektedir" biçiminde yansıtmış. Dün, birkaç gazetede, "Skandal" başlığıyla yer aldı haber. 'Lâik ahlâk' biraz tuhaf kaçan bir kavram, kulağı tırmalıyor. Bu sebeple bizde dinden bağımsız ahlâk karşılığı olarak 'etik' sözcüğü kullanılıyor. Doğru olan da bu kullanım. Ahlâkın kökeninde 'din' olmak zorunda ve 'ahlâk' ile 'etik' farklılığı bunu ifade ediyor. Toplumda, sadece bizim toplumuzda değil bütün toplumlarda, dindar insanların daha ahlâklı olduğuna dair bir ön kabul bulunuyor. Bu yanlış bir kabul de değil. Tesadüfen ve amaçsız yaratılmadığına inanan her insan 'din' ile buluşur; din ise yüksek derecede bir sorumluluk yükler inanan insana. Yaratıcısı'nın isteklerine uygun olarak davranmak ve yasaklarından kaçınmak en basit görevidir inanan insanın. Bütün dinler 'ahlâklı' olmayı tavsiye ettiğine göre inanan insanın da öyle davranması gerekir... Bu realite, inançlarla ilgisiz insanın 'kötücül' olacağı anlamını taşımaz elbette; dinlerin aslında vazettikleri insanın doğasında da varolan unsurlardır. Bir insan, Allah inancı olmadan da iyi, doğru ve dürüst davranabilir. Öyle insanlar bizim toplumumuzda da başka toplumlarda da fazlasıyla bulunuyor. Dindar olmayanların da iyi, doğru ve dürüst kalabileceklerini belirttikten sonra, "Dindarlar yolsuzluk yapmaya daha az eğilimlidir" kabulünün kimse tarafından yadırganacağını sanmıyorum. Bunu da doğal karşılamamız gerekiyor: Hayatın sadece bu dünyada yaşanandan ibaret olmadığına inanan, eylemlerinin kalıcı sonuçlar doğuracağı bilincindeki bir insan, kendisini her zaman tetikte hissedecektir. Böyle bir insanı yolsuzluğa bulaştırmak gerçekten zordur. Nasıl dindar olmayanın da iyi, doğru ve dürüst kalabileceğini kabul ediyorsak, dindar olanlar arasından da kötü, eğri ve karışık insanlar çıkabileceğini yadsımıyoruz. Bırakın bireysel günahları, din adına hareket eden kişi ve örgütlerde bile diz boyu yanlışlıklarla karşılaşılabiliyor. Etrafımızda her ağzını açtığında yalan söyleyen, her adımı hata, her eylemi günah nice dindar olma iddialı kişi var. Batı Dünyası aylardan beri çocuklara sulanan rahip haberleriyle çalkalanıp durmuyor mu? Bu durum din ile ahlâk arasında kurulan birebir ilişkiyi ortadan kaldırmıyor; tersine, dindarların her an istim üzerinde olmaları, yanlışa düştüklerinde birbirlerini uyarmaları gerektiğine işaret ediyor. Kamuoyu yoklamasına yansıyan "Din büyükleri yanlışa işaret etse daha az yolsuzluk yapılır" görüşü, esasen dindarların da yanlış yapabileceklerinin kabulüne dayanıyor. Bir de, dindar insanların bu tür uyarılara kulak verip kendilerini düzeltecekleri kanaatine... 'Etik' konusundaki boşluk da işte burada. İnsanın doğasına güvenerek ondan doğru ve dürüst olmasını beklemek tek başına yeterli değil. Oysa, davranışlarda 'etik' kavramına dikkat edilmediği durumlarda herhangi bir 'yaptırım' söz konusu olamıyor; vicdanları hizada tutan 'mânevi yaptırım' yok... Yasalar var, ama 'etik' veya 'ahlâk' insan davranışlarının yasaların kapsam alanına girmesinden önce gerekiyor; 'etik' sadece yasa duvarına çarpıldığında varlığını hatırlatabiliyor. 'Yolsuzlukları araştırma komisyonu' çalışmalarından bilgi alanımıza girenler, dindarlarının 'ahlâklı', dindar olmayanlarının da 'etik sahibi' bir toplum haline dönüşme ihtiyacının büyüklüğünü hatırlatıyor. Dindarın da dindar olmayanın da yolsuzluktan kaçınması için her türlü mekanizma çalışmalı; din büyükleri de nasihat etsin, yasalar da caydırıcılık sağlayacak keskinlikte olsun... NOT: Bu sütun tatil sebebiyle iki haftalığına kapalı kalacak. Tatil sonrası buluşmak umuduyla...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |