|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
haber değerlendirme(me) Hafta başında, "TOBB'den TİM'e, Türk-İş'ten TİSK'e 17 sivil toplum kuruluşunun başkanları" (Cumhuriyet) biraraya geldiler ve Türkiye'nin AB üyeliğine tam destek verdiklerini bir bildiriyle açıkladılar. Yedinci uyum paketinin Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasından önce yapılan toplantının manası ve haber değeri açık...
Zaman (manşet): "7. UYUM PAKETİ'NE DESTEK VEREN İŞ DÜNYASI ÇANKAYA'DAN ONAY BEKLİYOR... İşveren, işçi ve çiftçileri temsil eden 18 sivil toplum kuruluşu dün İstanbul'da biraraya gelerek, isim vermeden Cumhurbaşkanı Sezer'e '7. Uyum Paketi'ni onaylayın' mesajı verdi. Toplantıdan hükümetin AB kararlılığına da tam destek çıktı." Yeni Şafak (sürmanşet): "İŞ DÜNYASINDAN UYUM'A TAM DESTEK..." Cumhuriyet (birinci sayfa, manşetten sonraki ikinci önemli haber): "UYUM SÜRECİNE DESTEK... TOBB'den TİM'e, Türk-İş'ten TİSK'e 17 sivil toplum kuruluşunun başkanları, 7. uyum paketi ve AB üyelik sürecini hızlandıracak tüm adımları desteklemeye devam ettiklerini açıklayarak AB üyeliğinin Türkiye'nin öncelikli hedefi olduğunu vurguladılar." Vatan: "İŞ DÜNYASI YEDİNCİ PAKETE TAM DESTEK VERİP 'AB'NİN GETİRİSİ ÇOK OLACAK' DEDİ..." Akşam: "SİVİL TOPLUMDAN BÜYÜK AB ATAĞI..." Radikal: "İKİNCİ AVRUPA ÇIKARMASI... Geçen yıl Brüksel'de toplanarak 'Türkiye'nin yeri AB'dir' görüşünü ileten Türkiye Platformu, bu kez ekimde AB Dönem Başkanı İtalya'da buluşarak 'Türkiye, AB'yi istiyor' mesajı verecek..." Hürriyet: "PAKETLER ÇIKTI, 'UYUM'U GÖRELİM..." Haberi çok sayıda gazeteden aktardık ki, önemi konusunda ayrıca bizim bir şey söylememize gerek kalmasın... Sadece, haberi en geniş biçimde duyuran gazete olan Zaman'dan birkaç ilave yaparak, önemini, af buyurun "gözünüzün içine" sokalım... Zaman, "Hükümete tam destek bildirisi" başlığıyla, yayımlanan ortak bildirinin tam metninin veriyor... Buradan çıkan önemli bilgi şu: 18 sivil toplum kuruluşu, iki maddede 7. uyum paketini özellikle vurguluyor. Zaman'daki meslektaşlarımız buradan haklı olarak aslında bildirinin, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e yönelik olduğu sonucunu çıkarıyorlar (haberin çıktığı gün Sezer henüz yasayı onaylamamıştı). Zaman'cılar, bu sezgileri doğrultusunda toplantıya katılanlardan bir bölümüyle konuşup bunu doğrulatmışlar. Habere iliştirilen "haber analiz"inde (ne güzel bir âdet) Mustafa Özge bunu ayrıntılı bir şekilde anlatıyor.
ÜÇ BÜYÜKLER NEDEN VERMEDİ?
Şimdi gelelim başta sorduğumuz soruya... Değeri apaçık olan bu haberi, sadece Türkiye'nin iki büyük gazetesinin tek bir satırla dahi olsun "görmemesini" nasıl açıklayabiliriz? Farkındasınızdır, zorluk şurada: Bu gazeteler Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı değil. Tam tersine, zaman zaman bir günlük gazetenin sınırlarını zorlayacak biçimde militan bir destek veriyorlar bu sürece... Bunu da düşününce, haberin bu gazeteler için üzerine atlanacak, büyütülecek bir haber olduğu bir daha, apaçık çıkıyor ortaya... Peki o zaman neden vermediler bu haberi? Bizim tahminimiz şu: Haberi atladılar... "Hiç olur mu" diyeceksiniz şimdi, "bütün gazetelerin merkezlerinin yer aldığı Türkiye'nin en büyük şehrinin en büyük otellerinden birinde yapılan böyle bir toplantıyı nasıl atlarlar?" Ama biz tezimizde ısrarlıyız. Hatta oraya muhabir gönderdiklerine adımız gibi emin olduğumuz halde ısrarlıyız... Bizce bu olay, gazetelerin yazıişleri servislerinde son yıllarda ortaya çıkan "haber refleksindeki kaymalar"la açıklanabilir ancak... Gazeteler, özellikle en büyükleri sözde biribirlerinden farklılaşabilmek için "kamusal"dan "özel"e doğru öylesine keskin bir şekilde kaydılar ki, bu tür çok önemli "rutin" haberler arada kaynamaya başladı... Bunda, haber reflekslerinin "önemli" olandan "ilginç" olana kaymasının da büyük payı olduğu kanısındayız. (A.G.)
YAŞ'tan haber almak mı daha zor, yoksa GATA'dan mı? Önce, günümüz demokrasilerinde geçerli olan bir kuralı hatırlayalım: Hekimler hastalarıyla ilgili sağlık bilgilerini sadece hastalarına ve yakınlarına açıklayabilirler. Ama demokrasilerde bu kural yerini, "hasta"nın "cumhurbaşkanı" ya da "başbakan" gibi devlet katında önemli bir makam işgal eden birisi olması durumunda yerini başka bir kurala bırakır: Bu konuda da "açıklık" ve bu konuda da toplumun bilgilendirilmesi. Bu durumlarda konu yine "sağlık problemleri" olmasına rağmen, "açıklık" ilkesinin öne çıkması demokrasilerde gayet tabiidir, çünkü devlet katında gönüllü olarak önemli bir rol almış kişinin "sağlık problemleri"nin de artık "özel hayat"ın dışında değerlendirilmesi gerekir. Vatandaşların bu konuda da bilgi edinme hakları vardır. Neler olmakta, oylarıyla ülke yönetiminin başına getirdikleri kişi hangi ciddi sağlık problemleriyle uğraşmaktadır? Vatandaşlar bütün bu bilgilere "açıkça" ulaşmalıdırlar ki, ülkelerindeki muhtemel siyasi gelişmeler hakkında önceden bir fikir sahibi olabilsinler. İsterseniz bu konuda yakın tarihten bir de örnek verelim: Fransa'nın bir önceki cumhurbaşkanı Miterrant'ın görev başında yakalandığı hastalık hakkında kamuoyu sürekli bilgilendirilmiş ve "Başkan"ın göreve ikinci kez talip olması da bu çerçevede değerlendirilmişti. "Başkan"ın ölümünden sonra, arkasından, ikinci seçime girerken hastalığını "gizlediği" yolunda iddialar ortaya atılmış olsa da, izlenen yöntem genelde bu yöndeydi. İsterseniz bu konuda, yine yakın tarihten –ama bu kez tam ters yönde– bir başka örneği de hatırlatalım: Bülent Ecevit'in "yılan hikayesi"ne dönen sağlık problemleri ve bu konuda ortalığı kaplayan büyük "sessizlik"... Bu "giriş"i sözü Haydar Aliyev olayına getirmek için yaptığımızı mutlaka anlamışsınızdır. Herkesin bildiği gibi, Azerbaycan Cumhurbaşkanı birkaç yıldır Türkiye Cumhuriyeti'nin "tıbbi koruması" altındaydı. Türkiye de –kendi "büyükleri"ni Amerikan hastanelerine yollamaktan vazgeçmese de– bütün "büyük devletler" gibi, kendisi için önemli gördüğü devlet adamlarının sağlıkları üzerine titremeye başlamıştı. Hem de bir askeri hastanesinin verdiği hizmetle. Ama görüyorsunuz; iş dönüp dolaşıp nerelere geldi. Türkiye sonunda Haydar Aliyev'in sağlık sorunlarına ilişkin "sır kâtibi" rolünü üstlenmek zorunda kaldı. "Daha da büyük bir dünya devleti" olabilmek arzusuyla mı, yoksa son yıllarda kendisini daha sık hatırlatan "emperyal" ruh halinin bir sonucu olarak mı, siz karar verin... Gazeteler Aliyev'in ABD'ye götürülmesini "Aliyev'e film gibi nakil", "Aliyev'in esrarengiz nakli" gibi başlıklarla verdi. Yalan değil, gerçekten "film gibi"! Aslında bu öyle "esrarengiz" bir "nakil" ki, Haydar Aliyev'in söylendiği gibi ABD'ye naklinin yapılıp yapılmadığı bile şüpheli! Gazetelerde yer alan bilgiler söz konusu "film"in makul bir montajını imkansız kılıyor... Aliyev için niçin iki uçak hazır tutuldu? Gazeteciler "makam arabası" ile niçin yanıltılmak istendi? Ambulansın yanaştığı uçak bir Rus uçağı olduğuna göre Rusya'nın bu işte rolü ne? Rus uçağı hastayı niçin ABD'ye götürdü? "Baba" nın nereye uçacağı "oğul"a niçin bildirilmedi? "Başkan"ın Türkiye'den ayrıldığını niçin Genelkurmay Başkanlığı açıkladı? Hatırlıyorsunuz , Aliyev'in sadece ABD'ye "nakli" değil, GATA'da geçirdiği günlere ilişkin bilgiler de "esrarengiz"di. Azeri muhalefetin günlerdir ısrarla "Aliyev öldü" açıklaması yapmasına rağmen, "Ankara"dan konuyla ilgili ciddi bir açıklama çıkmıyordu. Hatta, Aliyev'in sağlık durumuna ilişkin "sansür", o derece ileri gitmişti ki , Ankara konuyla ilgili sorulara "Bükü"!ye sorun şeklinde cevaplamaya başlamıştı. Türkiye'nin başkentinde bulunan bir hastanede yabancı bir cumhurbaşkanı yatmaktaydı ama bu kişinin ölü mü yoksa sağ mı olduğunu "devlet"ten başka bilen yoktu! "Türk yetkililer"in yıllarca "Tek Millet İki Devlet" olarak söz ettikleri birlikteliğin ikinci devlet ayağını oluşturan Azerbaycan devletinin cumhurbaşkanlığı için ne dolaplar çevrildiğini kimse bilmiyordu. Açıkça söylemek gerekirse, buram buram "petrol" kokan bir "sansür"le karşı karşıyaydık. Karşımızdaki manzara, Azeri muhaletefin iddia ettiği gibi, "Sovyet geleneği"ne çok uyuyordu. Hani bir zamanlar, Kremlin'deki "işçi sınıfı önderleri"nin sağlık problemleri gibi ölüm-kalım meselelerininde ancak kendilerine "kremlinolog" adı verilen uzmanlar tarafından anlaşılabildiği şu gelenek... Neler oluyordu; yoksa önderlerinin ölümünü gizleyen "Sovyet geleneği" ile, eskilerde seferde ölen padişahını dört bir yandan destekle ayakta tutmaya çalışan "Osmanlı geleneği" eski KGB generali ve Polisbüro üyesi Haydar Aliyev'in şahsında uzlaşmış miydi?! Tamam, diyelim ki "Ankara" önemli nedenlerden dolayı Aliyev"in sağlığına ilişkin bilgileri, Hürriyet'ten Hadi Uluengin'in yazdığı gibi, "diğerlerinden bile daha real politik davranarak" büyük bir "sır" olarak kendisine saklıyor. Peki ya "Türk basını"nın birkaç gündür benimsediği "habercilik" anlayışı? YAŞ toplantılarına varıncaya kadar her yere kulağını uzatabilen medyanın GATA'da olup bitenlere ilişkin "kayıtsızlığı"na ne demeli? "Türk yetkililer"in Aliyev'in GATA'da geçirdiği günlere ilişkin uyguladığı "sansür" karşısında o niçin tepki göstermedi? Her tarafta "kulağı" olan medyanın "içeride" hiç mi adamı yoktu?! Neyse... Aliyev merkezli haberler içinde bizi en çok gülümseten haber şu oldu? "Cumhurbaşkanlığı Basın ve Halkla İlişkiler yetkilisi Ali Hasanov, Azeri gazetecilerle, yabancı basın munsuplarına açıklamasında yüksek bir tonda ölü olsaydı ABD kabul etmezdi..." dedi. Madem öyle, yazıyı bir soru ile noktalayalım: Türkiye kabul eder miydi?! (K.B)
Yazılarımdaki "dizgi yanlışları"na ilişkin bir açıklama — Kronik Medya yazılarını İstanbul dışından "elyazısı" ile gönderdiğimden, ilk iki günün yazıları dizgi yanlışlarından geçilmiyordu.... Hele dün yayımlanan "Nihayet"! başlıklı yazımın son cümlesi okuyanlara haklı olarak "Bu adam ne diyor yahu!" dedirtecek türdendi. Dolayısıyla, "Her olumlu adım "yalancılar" tarafından atılacak değil ya!..." şeklindeki bu cümle bana ait değil! Nasıl olmuşsa olmuş, benim kalemimden çıkan "İslamcılar" sözcüğü "yalancılar" oluvermiş... (K.B)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |