|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bu memlekette, 50'li yıllardan itibaren "yolsuz" bölgelerden çıkarak, "pulsuz ve çulsuz", şehirlere akın edenlere, kent soylular/aristokrat ve harp zenginleri ile savaş kaçkınları; "Bu hirpanilerin burada işe ne?"diye bir serzenişleri olurdu. Gel zaman git zaman, o "çulsuz"lar şehre akın edip, şehirli zenginlerin birer kopyacısı olup, her biri , birer "şehir magandası" gibi karşımıza çıktı. Bizi bu kanıya sürükleyen de TBMM'deki "Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu"nun raporu olmuştur. Eğer, bu raporda, basına yansıyıp, feryadın basılmasına sebep olan bir tek "cümle" olmasaydı, birer "vak'a-yi adiye" deyip geçiştirmek istiyorduk. Değil mi ya, bu tür yolsuzluk, haksızlık ve gasp işleri ta tek parti döneminin başından itibaren başlayıp, "Yavuz -Havuz" işi ile, "Yüce Divan" korkuları, kokusunu yaymıştır. Şimdi de böyle mi olacak, bilemeyiz. Fakat rapordaki bir tek cümle, komisyon üyelerinin içinde bulunduğu açmazı ve yaptıkları "mebus yemini"nin şuuruna varamadıkları gibi, o yeminin ruh ve manasını da iyice kavramamış olduklarını gösteriyor. O can alıcı cümle de şudur: "Yolsuzluk, dinî olmaktan çok, lâik ahlâkla ilişkili bir sorun olarak görülmektedir." Bu cümle bile, bütün komisyon üyelerinin başını ağırtacak bir içerik taşımaktadır. Öyle ki TBMM'nin üyeleri, Anayasa'ya göre, tamı tamına birer "mebus" olabilmeleri için, halkın oyunu almaktan çok, "millet vekili andı"nın gereğini yapmakla kendilerini yükümlü saymaları gerekir ve o doğrultuda "yasama" görevlerini ifa etmeleri gerekir. Zira, o yeminde " ..Laikliğe, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalıp, onlara sadakatten ayrılmayacağına" dair "yemin"leri vardır. Böyle bir yemini yapmış olanların hazırladıkları raporda, yolsuzluk konusunda " dinî olmaktan çok" gibi bir ifadeye yer vermeleri, ortada bir yolsuzluk varsa, bunda "az da olsa dinî yolsuzluk" da bulunabileceği imasına işaret etmektedirler. Öyle ki, 80 yılık cumhuriyet yönetiminde, kamu düzeni ve genel ahlak konusunda yapılan bütün işlemlere hiçbir şekilde "dinî ahlak" karıştırılmış değildir. Ayrıca, ekonomik ve sosyal içerikli olaylara "dinî bir yaklaşım" da aramak, sistemin kural ve yapısı kadar işleyiş tarzına da aykırıdır. Hal böyle iken, "yolsuzluk" konusunda, raporda, "dinî olmak" gibi bir ifade nasıl olur da yer alabilir? "Dinî olmak" konusunu da bir tarafa bırakırsak, "laik ahlakla ilişkili" olması da kafaları karıştıran bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Zira, ortada "laik ahlak" gibi bir sosyolojik tanım da yok. Bunun bu safhada bir tanımı ve yasal bir mesnedi de olmalı değil mi? Bunun çözüm ve ana esprisini laik ahlakı benimseyenlere bırakıp, kim "laik ahlaklı", kim "laik ahlaksız" diye tavsif edilir, cevabını, laiklik şemsiyesi altında hem güneş ve hem de yağmurdan kurtuluşu bekleyenlere bırakalım. Amma, şu "yolsuzluğun dinî olması" meselesine birkaç cümle ile dikkatleri çekelim: TC'nin mebusları ile bakan ve başbakanlarının "yolsuzlukları"nı araştıran komisyonun böyle bir kanıya varmasına, veya böyle bir yorumda bulunmasına sebep olan dosya içeriği veya belgesel verilere de yer vermesi gerekmez miydi? Aksine bir bulgu ile ortaya, dinî bir istismar ve dinden çıkar sağlama "fetvası" çıkmaz mı? O zaman da, üyelere, "yolsuzluğun dinî olanları" hakkında bir verileri var mı diye sorarız... Çünkü, ihale, yolsuzluk, vurgun ve talan için, işleme girişenlerin dosyalarında, belgesel verilerinde "Allah için çalışıp, haram yemeden, helalinden kazanıp, işçinin hakkını vererek, Davut Paygamber gibi, kendi el emeğimizle zengin olacağız" diye birtakım ifadeler mi vardı ki, raporda "yolsuzluk, dinî olmaktan çok, laik ahlakla igilili bir sorun"olarak basına yansımıştır. Yoksa, komisyon üyeleri, ihale dosyaları içinde "seccade, takke ve tesbih" mi bulmuşlar da, yolsuzluğun dinî olanına da kanaat getirmişlerdir? Veya, bu dinilikten, ihalelere katılanların içinde taşeronlardan çok, haham veya papazların mı etkin olduğu kanısına varmışlardır? Hasılı raporda yer alan "yolsuzluklarda dinî etken"leri araştırmaktan daha çok dine ve dinî değerlere de halk katmanında, şüphe yükleyecek bir basiretsizlik gösterilmiştir. Laik bir düzende yaşadığını iddia edenlerin, dinî değerleri, dince kutsal sayılan ibadetleri savunacak bir makam ve yetkili olmadığı yerde, "vur abalıya" gibi bir sonuç çıkmaz mı? Yolsuzluklarla bulaşık bir düzende, yolsuzluğa batmışları kurtarmak adına düzeni aklamak isteyenler, Başbakan'ın üç ilkeyi içeren sözlerini gözardı etmesinler, bu onların ak-pak olmalarına yeterlidir...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |