AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
TERÖR NASIL BİTER?

Türkiye önemli bir kavşaktadır. Avrupa Birliği yolunda kabul edilen yasalar çerçevesinde uygulamanın test edileceği süreçte bu düzenlemelere ters düşecek asayiş önlemlerini kabul etmek mümkün değildir. Üstelik terör eylemlerinin Türkiye'nin demokratikleşmesi ve sivilleşmesi yönünde bir engel olarak görülme potansiyeli de aynı ölçüde tehlikelidir.

İstanbul'da peşpeşe meydana gelen iki terör saldırısı gözleri Türkiye'ye çevirdi. Terörün önce İsrail sonra İngiliz hedeflerini vurması, olayların Türkiye'de olduğu düşünüldüğünde; yaşanan olaylarda Irak merkezli bir okumayı gündeme getiriyor. Ancak başka okumaların farklı senaryoları gündeme getireceği de muhakkaktır.

Gerek büyüklük gerekse yapılış tarzı açısından 11 Eylül saldırıları ile arasında kurulan benzerlik Türkiye'nin gündemine 11 Eylül sonrası ABD'de yoğun bir tartışma konusu olan demokrasi, güvenlik arasında kurulan simetri Türkiye içinde gündeme gelmiştir.

Kısaca hatırlarsak 11 Eylül sonrası ABD'de bu tartışma ciddi bir gündem oluşturmuş ve güvenlik gerekçesi ile demokratik kazanımlar konusunda ciddi tavizler söz konusu olmuştur. Ancak sonuçları ortadadır. ABD'nin önce Afganistan sonra da Irak politikalarında izlemiş olduğu genel hat bunun bir kanıtıdır. Otoriter bir anlam dünyasında şekillenen bu güvenlik algılaması ve tanımı ABD ve dünya açısından tam bir felaket olmuştur. Bu konuda bir benzerlik Türkiye'de de yaşandı. Özellikle ikinci saldırı sonrası bir anda yayılan 'sıkıyönetim' söylentisi akla demokrasi / güvenlik simetrisini getirdi. Bilinmelidir ki, olası bir sıkıyönetim ya da benzeri bir asayiş uygulaması, sadece terörün hedeflediği sonuç değil; Türkiye içinde bunu fırsat bilerek eski bildik siyasete sarılmak isteyenlere fırsat verecektir. ABD örneğinde görüldüğü gibi güvenlik adına demokrasiden taviz verilmesi ile alınmak istenen sonuç, tam ters sonuç doğurmuştur. Bu açıdan bilinmelidir ki, bu anlayış ile terör sona erdirilemez. Çünkü terör bir sonuçtur. Ve bu sonuçları oluşturan koşullar 'insanileşmedikçe' bu sonuçlardan kurtulmak mümkün değildir.

Küreselleşme, bir durum algılaması

Bugün Doğu ile Batı arasında kültürel düzlemde daha derinde zihinsel bir fark olduğu kadar kuzey ile güney arasında da kültürel farklılaşmaya ek olarak dışardan etki olarak ekonomik bir uçurum bulunmaktadır. Bir durum olarak küreselleşme doğu ile batı arasında zihniyet düzleminde bir karşılaşma yarattığı gibi, kuzey ile güney arasında da bu ekonomik uçurumun arttığı bir sürecini yarattı. Bu dörtlü farklılaşma ulus-devlet sistematiği içinde göreli demokratik ülkelerin önünü açarken, demokratik olmayan ülkelerde devlet-toplum arasındaki ayırım daha da artmıştır. Bu ayırımın özellikle ulus-devlet sistematiği içinde uluslararası ilişkilerde de temel süreç olması ve hiyerarşinin kendini sürekli yenilemesi, göreli olarak güçlü olanların, hiyerarşinin altında kalanlar üzerindeki hegemonya arayışını da beslemektedir. Bu fiili durum özellikle hiyerarşinin alt düzeyindeki ülkeler içinde farklı arayışlara yol açmaktadır. Bu farklı yollardan birisi de terördür. Burada bir parantez açarak terörün uluslar arası ilişkilerde ulus-devletlerden tarafında birbirlerine karşı kullandıkları bir araç olduğunu da belirtmeyi de unutmayalım. Bu açıdan sadece ulus-devlet içinde demokratikleşme ve sivilleşmenin savunulması yeterli değildir. Bu bakış açısının uluslar arası siyasette de işletilmesi zorunludur. Bu yüzden uluslar arası kurumların ömürleri dolmuş değildir. Olsa olsa yeni durum karşısında kendilerini dönüştürmelerinin zorunluluk olarak karşılarında durduğudur. Bunun anlamı var olan tüm ulus-devletin daha katılımcı süreçte daha adaletli ve daha barışçı dünya için koşulsuz ve eşit olarak bir masa etrafında bir araya gelmeleridir.

Ve Türkiye

Bu yüzden Türkiye önemli bir kavşaktadır. Avrupa Birliği (AB) yolunda kabul edilen yasalar çerçevesinde uygulamanın test edileceği süreçte bu düzenlemelere ters düşecek asayiş önlemlerini kabul etmek mümkün değildir. Üstelik terör eylemlerinin Türkiye'nin demokratikleşmesi ve sivilleşmesi yönünde bir engel olarak görülme potansiyeli de aynı ölçüde tehlikelidir.Bir örnekten gidersek, terörün var olan toplumsal talep ve katılım kanalının kapanması ya da kapatılması ile bu taleplerin faydacı bir düzlemde siyasallaştırılmasından başka bir şey ifade etmez. Türkiye'nin yakın geçmişinde pratiğini yaşadığı Kürt sorununun sonucu olan PKK-KADEK serüveninden hâlâ ders almış görünmemektedir. Bu açıdan bir terör örgütünün misyonu sahiplendiğini düşündüğü sorunun siyaset dışı yolla siyasallaştırması yani bunu kamuoyuna taşımasıdır. Bu açıdan PKK-KADEK sorunu sadece ülke gündemine değil uluslararası siyasetin de bir operasyon aracı haline sokmuştur. Bu gün terör karşısında Türkiye'nin önünde önemli bir sınav durmaktadır. Çünkü Kürt sorununun bugün halen Türkiye için terör ortadan kaldırılması açısından bir laboratuar örneği oluşturmaktadır. Bu ise Türkiye'nin samimiyeti ile ilgilidir. AB'nin bu aşamada demokratikleşme ve sivilleşmede bir paratoner rolünden başka bir şey olmayacağı da açıktır.

  • MURAT AKSOY / YAZAR


  • TERÖRÜN EFENDİLERİ
    Batı'nın İslam'a yönelttiği en büyük itham İslam'ı terörizmle özdeşleştirip, İslam'ın öğretilerinin kan dökmeye davet ettiği şeklindedir. ABD'nin ve Batılı müttefiklerinin kullanımını yaygınlaşmasını istediği bu ithamın tek amacı sosyo-ekonomik, jeo-politik, stratejik ve İsrail'in 'Nil'den Fırat'a kutsal topraklar' emellerine hizmet etmektir. Eğer böyle bir ithamın gerçekle en ufak bir ilgisi olsaydı, bunun İslam'ın keskin kılıcının bu dünyada hareket etmeye koyulduğu zamanlarda ortaya çıkması ve İslam'ın kılıçsız olarak gerçekleştirmiş olduğu zaferleri hakkında dünyanın şüpheye düşmesi gerekirdi. Müsteşriklerin İslami tarihi karalamalarına hatta İslam ülkelerindeki tarih kitaplarını kendilerinin yazmalarına rağmen kadim İslam devletlerinin Afrika'da, Asya'da, Ortadoğu'da ve hatta Avrupa'nın göbeği İspanya'da geliştirdikleri hukuk devleti ve insan hakları muamelelerine bugün Batının hâlâ ulaşamadığını itiraf ettiler. Artık hemen her saldırıdan sonra İslama kin besleyenler, olayları mahdut ve tabii sınırlar çerçevesine koyup yerleştirecekleri yerde, sorumluluğunu sadece Müslüman ümmete yüklemekle kalmayıp, İslam'ın bu konudaki öğretilerini de sorumlu tuttular. Kur'an-ı Kerim'in öğretilerinin Müslümanlar'ı kan dükücü, katiller ve terörist olmaya çağırdığını, güven ve huzura karşı olduğunu, onunla çatıştığının, Kur'an'ın öğretilerinin kendilerini cennete götüren yol olarak kafir öldürmeyi gösterdiğinden dolayı, her kafiri öldürmeyi zorunlu gören mutaassıp kimseler haline getirdiğini ileri sürdüler. Batı ve İslam âleminde ileri görüşlü kabul edilen bazı yazarlar bile Müslümanlar'ı bu konuda özeleştiriye çağırdılar ve ABD'nin emperyalist, hegemonyacı söylemlerinin peşine takılmaya çağırdılar. Çünkü dünya yeni bir mecraya girmiş gidiyordu, bundan geri kalmak da ahmaklık olarak addediliyordu.

    Tarih bizim en büyük tanığımız

    Tarih kitaplarını açın, okuyun. (Batılı müsteşrik T.W. Arnold'un 'Preaching of İslam' (İslam'a Davet) adlı kitabını hararetle salık veriyorum). Müslümanlar'ın girdikleri tüm ülkelere baktığınızda, göreceksiniz ki, Müslümanlar'ın ulaştıkları veya keşfettikleri her yerde oranın halkıyla kaynaşmışlar ve o halkların bir parçası olmuşlardır. Müslümanlar fethettikleri ülkelerde yerli halkı ne katletmişler ne de soykırımla yok etmeye çalışmışlardır. İşte Afrika'daki, Asya'daki, Ortadoğu'daki ve hatta Avrupa'daki halklar ve Müslümanlar. Bir de ABD'nin ve Batı'nın bu kıtalardaki tarihine bir bakın. Amerika keşfedildikten sonra Kızılderililer'e uygulanan soykırımı kim unutabilir? Afrikalı yerlileri, kim beyazlaştırmaya ve köleleştirmeye çalıştı?! Müslümanlar Afrika'ya ulaştıklarında oranın halkı İslam'ı seve seve kabul ettiler, oranın Kunta Kinte'leri bizde Bilal-i Habeşi oldular, ama sizde ise tarihin en acımasız işkencelerine maruz kalmış köleler oldular. Peki ya, İngilizler'in Avustralya'da Aborijinler'e uyguladığı katliamlara ne demeli? Maalesef ABD ve Batı'nın vardığı her yerde tarih boyunca katliamlara ve soykırımlara tanıklık ettik. Ve onlar yerli halklardan da bir kısmını sağ bırakıp müzelik bir hatıra eşyası gibi muhafaza edip, biz bunları böyle koruyoruz demelerine kim aldanabilir. Sözü uzatmaya ne hacet, tarih sahifeleri herkese açıktır, işte Müslümanlar'ın tarihi, işte Batı'nın tarihi. Kim cani, kim katil ve kim terörist?!

    'Vahşi Batı'nın tarihi kanla yazıldı

    'Vahşi Batı'nın kadim tarihini bir yana bırakıp sadece 20. yüzyılda yaptıklarına bir göz atmamız dahi bunların ne kadar yalancı ve vahşi olduklarını bize göstermeye yeter. Tarih bize 20. yüzyılda 300 milyon insanın katledildiğini kaydediyor. Bunlar İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Amerikalılar, Hollandalılar'ın eliyle 1. ve 2. Dünya Savaşı dahil, Afrika'da, Asya'da, Ortadoğu'da, Avrupa'da ve Amerika'da bunların kara tarihine yazıldı. Bu olaylara tanıklık edenler hâlâ yaşıyor... ABD'nin Hiroşima ve Nagazaki'ye attığı bombaların üzerinden ne kadar zaman geçti ki? Vietnam'da olup bitenler hâlâ kulaklarımızda çınlıyor. ABD, 1975'te Vietnam'dan kovulduğunda arkasında milyonlarca ölü ve sakat bırakmıştı. Vietnam'da halkın üzerine attığı 638 bin ton bomba, 2. Dünya Savaş sırasında Avrupa ve Afrika'ya atılan toplam bombaların yarısıydı. Milyonlarca insan köylere sürülmüş, on binlerce kadının ırzına geçilmiş, yüz binlerce insan sakat bırakılmıştı. Milyonlarca insan işkencelerden geçirilmiş ve öldürülmüştü. Yine 1970-75 yılları arasında Kamboçya ve Laos'ta da 1 milyon insan ABD tarafından katledilmişti. Bugün hâlâ ABD'nin bu ülkelerde döşediği mayınlardan dolayı her yıl binlerce insan ve hayvan ya ölüyor ya da sakat kalıyor. CIA'nın ülkeleri istikrarsızlaştırmak için yaptığı terörist faaliyetleri ise bu küçük makaleye sığdırmak imkansız. Batının tarihini okuyun yeter. Hiç kimse çıkıp da Bush'un yaptıklarını, Latin Amerika'daki örgütlerin yaptıklarını, İrlanda'da İRA'nın yaptıklarını veya geçen yüzyılda İtalyanlar'ın, İngilizler'in, Fransızlar'ın ve hatta Hristiyan diktatörlerden Hitler, Mussolini, Franco'nun yaptıklarını 'Hristiyan terörü' olarak isimlendirdi mi? Bunun yanısıra Türkiye'de veya Azerbaycan'da Hristiyan Ermeniler'in dahi yaptıklarını kimse 'Hristiyan terörü' olarak lanse etti mi? Hindular'ın Keşmir'de, Hindistan'da ve geçen yıl fanatik Hindular'ın Gucurat'ta yakarak öldürdükleri 3 bin Müslüman'dan dolayı hiç kimse bunu 'Hindu terörü' olarak tanımlamadı. Tayland, Burma'da ve Sri Lanka'da Budistler'in yaptıkları katliamları da 'Budist terörü' olarak adını koyan oldu mu? Başında Ariel Şaron gibi Sabra ve Şatilla katlliamının sorumlusunun bulunduğu bir teröristin devlet terörünü veya Hagana, Irgun ve Stern gibi İsrail devletinin kurulmasında öncü rol oynayan terör örgütlerinin faaliyetlerini kimse 'Yahudi terörü' olarak isimlendirdi mi? Ancak son yüzyılda bir türlü aydınlatılmayan kimin kullandığı veya kullanıldığı bilinmeyen belirli olayların Müslüman isimlerini taşıyan bazı kişiler tarafından yaptırılarak İslam'a maledilen olaylar ile 'İslami terör' kelimelerini kullanmak iddia sahiplerini ne kadar gerçekçi gösterir efendiler?!

    Kur'an mabedlere ve sivillere yönelik saldırıları tel'in eder

    "Onlar: 'Rabbimiz Allah'tır' demelerinden başka hiçbir haklı gerekçe olmaksızın yurtlarından çıkarıldılar. Allah, insanların bir kısmını bir kısmı ile defetmeseydi, şüphesiz manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan mescitler yıkılıp giderdi. Elbette Allah kendi (dini) ne yardım edene yardım edecektir. Şüphesiz Allah çok güçlü, çok izzetlidir." (Hacc/40) Şimdi söyler misiniz? Bu ayete vakıf bir Müslüman, Neve Şalom ve Bet Yakov Mabedlerine yönelik saldırılarını nasıl kabul edebilir? Hamas ve Hizbullah yetkilileri dahi yaptıkları açıklamalarda, "Biz yıllardır İsrail ile savaşıyoruz ancak hiçbir zaman Yahudiler'in ibadet yerlerini hedef almadık" dediler ve bundan dolayı İstanbul'daki saldırıları kınadılar. Ancak bir Yahudi Cuma namazı esnasında el-Halil Camii'ni basarak onlarca Müslüman'ı öldürmüştü. O halde el-Halil katliamında Cuma namazı kılan müminlerin üzerine ateş açan zihniyetle Cumartesi günü toplu dua yapan bir cemaatin üzerine bomba yağdıran zihniyet arasında pek de bir fark yoktur. "Size savaş açanlarla siz de Allah yolunda savaşın. Fakat savaşmayan ihtiyar, kadın ve çocukları öldürerek aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki Allah, aşırı gidenleri sevmez." (Bakara/190).

  • TURAN KIŞLAKÇI / GAZETECİ


  • 'Müslüman terörist' mi?
    Hayatı verenin, hayata son vermenin hangi hal ve şartlarda olabileceğine dair izninin ve rızasının ne olduğu iyi araştırılmalı ve iyi anlaşılmalıdır. Aksi halde yapılan, ahirette cezası en ağır suçlardan olur.

    Türk halkının "terör" kelimesine, hep aynı manayı vermese de, aşinalığı vardır. Güneydoğusundan kaynaklanın kırsal terör, uzun zaman Türkiye'nin gündeminden düşmemiştir. Fakat dünyanın ve Türkiye'nin incisi İstanbul'un en merkezi yerlerinde, Ramazan ayında, 5 gün ara ile, çok sayıda kişinin ölümü ve yaralanmasıyla neticelenen şehir terörünün, kendileri de patlattıkları bomba ile parçalanan dört failinin Müslüman ve Türk olmaları, bu eylemleri, yoğun tartışmalara sebep oldu. Bu eylemlere ve eylemcilere çeşitli sıfatlar yakıştıranlar oldu. Bazı zihinler karıştı. Sorular sorudu, cevaplar verildi, gündemde ilk mevzu bu oldu. Terör kimden gelirse gelsin ve ne maksatla yapılırsa yapılsın, lanetlendi. Daha önce, dünyanın çeşitli yerlerinde meydana gelen benzeri eylemlerle alakalı olarak kullanılan isimlendirmeler, sıfatlandırmalar bu eylemlerde de kullanıldı ve bunların manaları ve kullanılma şekillerinin uygunluğu üzerinde tahviller, değerlendirmeler yapıldı. Terör kelimesinden başka, manası üzerinde tahliller, açıklamalar yapılması ihtiyacı duyulan bazı kelime ve terkipler de dillerde dolaştı: "İslâmî terör", "intihar eylemi", "şehadet eylemi", "şeriat, savaşçıları", "İslâmî cihad" v.s. mevzuyla alakalı bahsi geçen kelime ve terkiplerden bazılarıydı. Bu mevzuda adeta Türk efkar-ı umumiyesinde fikrî bir forum varlığını hissettirdi. Bu forumda en fazla üzerinde durulmuş ve vurgulama yapılmış mevzulardan biri de; "İslâmî terör"ün olamayacağı, fakat Müslüman teröristlerin varlığından bahsedilebileceğiydi. Terörle İslâmîyet bağdaşmaz; fakat "beşer şaşar" sözüyle de ifadeye çalışıldığı gibi, ancak peygamberler günahsız yaşayabilir; Müslümanlar'dan da günah işleyenler olur; bu işlenen günahlar arasına "terörizm" de girebilir. Müslüman, terör günahı işlerse ne olur? "Baki bi-dava fani şahıslar üzerine bina edilmeyeceğinden" Müslüman'ın günah işlemesi, hakikat nizamı olan İslamiyet'e söz getiremez; Müslüman, işlediği günahının cezasını ya dünyada veya ahirette çeker. Davası hak olsa da, vesilesi hak değilse; zalim olacağından, davasında zafer kazanamaz! Adalet Bakanı'nın bayramda ziyaretine gelen gazetecilerle sohbetinde söylediği ve günlük gazetelerimizden birine manşet olan: "İslâm dünyası teröre karşı 'ama'sız 'fakat'sız kesin bir tavır koymalı" sözü, hakikaten manşet olacak öneme sahipti. Adalet Bakanı, bu sıfatına da uyacak şekilde, mevzuyla alakalı çok mühim bir noktaya parmak basmıştı. Maalesef, İslam dünyasında, teröre karşı kesin bir tavır olduu söylenemez. Bazılarının "intihar eylemi", bazılarının da "şehadet eylemi" diye bahsettiği, kendisiyle bilikte bomba patlatarak sivilleri öldürenlere karşı İslâm âleminin ortak net bir tavrı yoktur. Düşmanı şeytan kabul ettikleri için, şeytanca yollarla da olsa savaşmak sadece hakları değil aynı zamanda vazifeleri olduğunu söyleyenler mi dersiniz; kendi hükümetlerine karşı olmamak şartıyla intihar bombalarını doğru bulanlar mı; veya İslâm da yasak olduğu için böyle eylemleri doğru bulmayanlar ancak çaresizlik içinde böyle metotlara başvuran insanları da suçlayamayacağımızı söyleyenler mi? Doğrusu, hayat onu veren Allah (C.C.)'a aittir. Hayat sıfatının nasıl giderileceği de, onu verenin iznine ve rızasına uygun olmalıdır. Hayatı verenin iznine ve rızasına uymadan insan ne kendisinin ne de başkasının hayatına son veremez. Hayatı verenin, hayata son vermenin hangi hal ve şartlarda olabileceğine dair izninin ve rızasının ne olduğu iyi araştırılmalı ve iyi anlaşılmalıdır. Aksi halde yapılan, ahirette cezası en ağır suçlardan olur. Yapılan eylem gerçekte "cinayet" ve "katliam" ise, yapının bu eyleme "cihad" ve kendisi de mücahid olamaz. Kendi hayatına son vermesi, gerçekte intihar mahiyetinde ise, "şehid" olduğunu zannetmesi de onu "şehid" yapmaz. Neyin ne olduğunun ve nasıl olabileceğinin iyi bilinmesi icabeder. Bu bizzat bilinemiyorsa, en iyi bilenin bilgisine müracaat ve onun bildiğiyle amel etmek, çıkar yoldur. Adalet Bakanı'nın dediği gibi bütün İslâm dünyasını bir tarafa bırakalım; İslâm dünyasında en mümtaz mevkide olduğunu söylediğimiz ülkemizde dahi teröre karşı 'ama'sız, 'fakat'sız kesin tavrı tam tesis etmiş köşe yazarları; "doğru olanın yapılması mümkün gözükmüyorsa bunun da, çaresizlik, canı yanmış kaynaklı ve bu yüzden "meşru görünümlü" terör ve şiddete ayrı ve önemli bir sebep teşkil edebileceğini" ima etmektedirler.

    Bana kalırsa, hem ülkemizde hem de İslâm aleminde bu mevzudaki fikrî müşevveşiyeti, herc-ü-merci giderebilmek için, "İslâm ve Terör" mevzulu büyük bir ilmî sempozyum organizasyonu yapılmalı...

  • Prof. Dr. MUSTAFA NUTKU / ÖĞRETİM ÜYESİ




  • 1 Aralık 2003
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED