|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kıbrıs: Kördüğümün diğer adı. Adını artık içerden bir politikacı kadar iyi bildiğimiz, AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Gunter Verheugen gayet net söylüyor: -Kıbrıs şart değil, ama o çözülmeden olmaz... Kıbrıs Rum kesimini aldık. Yunanistan AB üyesi. Bu durumda 2004 Mayısından sonra Türkiye'nin işi iki kere zorlaşıyor. Türkiye, Kıbrıs'ta çözümsüzlüğün bir parçası olan Rumlar'dan da "olur" almak zorunda kalacak. Tanımadığınız Rumlar Türkiye'de elçilik açacak. Tanımadığınız Rumlarla masaya oturmak zorunda kalacaksınız. İster kabul edin ister etmeyin, bir AB toprağında asker bulunduruyor olacaksınız. Bana ne kadar söverseniz sövün, durum bu. Denktaş beni anlamak istemiyor. Annan Planı çözüm zemini. Oturun ve konuşun. Aralık 2004'te nasıl olsa bizden vazgeçemezler diye bir hesabın içinde olmayın. Verheugen, medyamızdan, siyasetçilerimizden ve Kıbrıs cenahından kendisine yönelik tüm sövmelerimizi göze alarak bağırıp duruyor. Biraz gölgede kalıyor gözükse de Amerika adına gönderilen temsilci James Wetson'un da söylediği bu: "Annan Planını önünüze alın ve müzakereye başlayın." Bu hem Avrupa'nın, hem Amerika'nın –ki bunlar Türkiye'nin uluslararası planda yanyana durmak zorunda hissettiği iki dünya demek- ortak tavrının Annan Planı çerçevesinde bir müzakereye başlanmasından yana olduğunun göstergesi. AKP hükümeti de, zemin Annan Planı dahi olsa, ona yönelik ciddi itirazlarımız dahi bulunsa masaya oturmama gibi bir tavrın, dünyaya "çözümsüzlük"ten bir şeyler beklediğimiz intibaını vermekten başka işe yaramayacağını, şu ana kadar verilen intibaın da bu olduğunu biliyor, ifade ediyor. AKP hükümeti, tamamen doğru olarak, "masaya oturalım, itirazlarımızı en ince noktasına kadar ortaya koyalım. Anlaşmazlık olacaksa bunun en azından bir tarafı Rumlar olmuş olsun" diyor. Kıbrıs meselesinin kilit ismi her zaman Denktaş olmuştur. Denktaş, Kıbrıs'taki varlık mücadelesinin de sembol ismidir, yıllardır devam eden barış görüşmelerinin de... Ve o Denktaş bugün, Annan Planı'nın üstünü peşinen çizen, bu zeminde masaya oturmayı reddeden, "çözümsüzlük sömbolü" gibi görünmekse, onu göze alan bir Türk siyasetçi rolünde... Kıbrıs'ta kıran kırana ama siyaset zemininde bir "iç savaş" sürüyor. Türk toplumu deyim yerindeyse ortasından şakkadak yarılmış durumda. Kıbrıs Türkünün "milli kahramanı" Denktaş, artık kendi toplumunun neredeyse yarısı tarafından bile izi takip edilmeyen bir şahsiyet haline gelmiş bulunuyor. Neden? İçine girilen tartışmalar yüzünden... Oysa buradan, Türkiye'den baktığımızda, ele güne karşı en azından bu siyasetin dilinde bir "doz ayarlaması" yapılabilirdi diye düşünmeden edemiyor insan. Ben bir ara Tayyip Erdoğan'ı "Denktaş'ı, yani kendi insanını masadan kaçmakla suçluyor" tarzında eleştirdim. Ama şimdi baktığımda Denktaş'ın "Ben masadan kaçıyorum, ey dünya duymadıysan duy" gibi bir görüntü sergilediğine hayretle şahit oluyorum. Kimi dinliyor Denktaş, anlamak mümkün değil. Kıbrıs'ta bir müzakere zarureti varsa, müzakere olmadan nihai anlaşma mümkün olmayacaksa, anlaşma olmadan, Türkiye'yi de içine alan bir dünya meselenin çözümü mümkün değilse, ortaya nasıl sadece çözümsüzlük görüntüsü veren bir tavırla çıkılabilir? (Yoksa bütün bu gerilim seçim sath-ı mailinin zehirlemesinin ürünü de, seçimden sonra her şey birdenbire bambaşka olacak mı?) İşin ilginç olan yanı şu ki, "Kıbrıs, Türkiye için de kilit rol oynuyor" değerlendirmesi bugün artık daha çok gerçeklik arzediyor. İnsanın şöyle diyesi geliyor: Denktaş gelsin, Türkiye'nin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Dışişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı olsun ve her şeyimiz olarak, hem Kıbrıs konusunda, hem Ege'de, hem Yunanistan, hem Avrupa, hem Amerika ile ilişkilerimiz konusunda karar versin. Güç değerlendirmesini o yapsın, stratejik verileri o görsün... Yetmiyor Ankara, daha açıkçası kesmiyor...vs... vs... Yunan propagandası meşhurdur. Ama her propaganda insanların zihnine hitap etmek zorundadır ve bunun için malzemeler kullanır. Kıbrıs konusunda Yunan – Rum ikilisinin bütün zeminlerde "Denktaş imajı"nı malzeme olarak kullandığında kuşku olmamalı. Kıbrıs meselesinin bir boyutu, Türkiye'nin tüm stratejik değerini de devreye sokarak, tabiaten Rum yanlısı olan bir dünyayı iknaya bağlı ise, Yunan-Rum propagandasına karşı bir propaganda stratejisi geliştirmek gerekli değil mi, burada "Denktaş'ın dili" tayin edici rol oynamıyor mu ve bu dili bugün kim belirliyor, sayın Denktaş'ın sevk-i tabiileri mi? Ankara ile Denktaş arasında "dil birliği" olması bir zaruretse, bu dil bugün oluşturulabilmiş midir? Kıbrıs meselesi ve ona bağlı olarak Türkiye – AB ilişkileri Verheugen'e söverek hallolacaksa, 70 milyon Türkiye, artı 200 bin Kıbrıs Türkü olarak koro halinde haykıralım. Ama Kıbrıs'la birlikte AB konusunu da ciddiye alıyorsak, sonunda AB ile yüzde yüz uzlaşmamak varsa bile, uzlaşma için masaya oturduğumuzu dosta düşmana gösterelim. Çünkü işin muhtevası kayboldu, sadece polemikler, nutuklar kaldı ve onlar da sövüşmekten ibaret görünüyor. Bundan Rumlar yararlanıyor. Eskiden ana vatan – yavru vatan denkleminden söz edilirdi, şimdilerde dünyadaki çocuk - erkil yapılanmaya paralel olarak yavru - erkil bir dünyayı oynuyoruz. Bu işte en kötüsü de, Kıbrıs'ın Ankara'daki iktidar kavgaları için malzeme halinde kullanılma ihtimali... Bu kadar yanlış hesabın içinden doğru sonuç çıkarmak nasıl mümkün olur, bilemiyorum. Haydi hayırlısı...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |