AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
'Irak'a asker' brifinginde
İmam-Hatip sorusu...

Milliyet ve Cumhuriyet'in manşete çektiği, bütün gazetelerin genişçe duyurduğu "Askerlerin İmam-Hatip okulları konusundaki düşünceleri" haberlerine ilişkin olarak Hürriyet'te ilginç bir ayrıntı vardı... Habere göre:

"(...) Orgeneral Başbuğ, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in 'Bu hafta Meclis'ten geçireceğiz' dediği tasarı hakkındaki Genelkurmay görüşünü açıklarken, 'TBMM'ye sunulan tasarının, anayasanın ilgili maddeleri ile uyumlu olduğu konusunda ciddi endişelerimiz var' dedi. Başbuğ, dün Irak brifingi sırasında bir gazetecinin yönelttiği imam hatiplerle ilgili soruya hazırlıklı, sayısal verilere dayalı, ayrıntılı biçimde yanıt verdi. Başbuğ, şu değerlendirmeyi yaptı: 'Aslında genel prensip olarak brifinglerle ilgili konuya sadık kalmayı uygun görüyoruz. Ancak böyle bir soru gelebileceğini önceden tahmin etmiştik. Bu soru Türkiye'de güncel bir konuyu içermektedir. Yanıtlamazsak yanlış yorumlara neden olabiliriz..."

Bu yazının konusu, bir gazetecinin, askerleri doğrudan doğruya ilgilendiren bir brifingde, normal bir demokraside askerleri hiç ilgilendirmeyen bir konu hakkında soru sormasının doğru olup olmadığı... Ama gene de, soru üzerine verilen cevabın bir bölümünü aktaralım ki, sizin de bilginiz olsun. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ şöyle diyor:

"TBMM'ye sunulan tasarının, anayasanın ilgili maddeleri ile uyumlu olduğu konusunda ciddi endişelerimiz var. Eğitim sisteminin çok temel sorunları vardır. Beklentimiz bu temel sorunların bütün olarak ele alınarak çözümlenmesidir. Bunun yerine 'asıl amacının ne olduğu topluma açıkça anlatılmayan' konuların neden öne çıkarıldığını anlamakta güçlük çekiyoruz."

Dediğimiz gibi, bu yazının konusu, Genelkurmay Başkanlığı'nın görüşünü tartışmak değil... O nedenle işin o yanını burada kesiyoruz... Konumuza gelince...

"Gazetecilerin askerlere siyasi soru sorması" bundan iki yıl kadar önce basında geniş bir biçimde tartışılmıştı... Tartışmayı başlatan Hürriyet gazetesi başyazarı ve Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi, mesela Radikal gazetesi genel yayın yönetmeni İsmet Berkan'ın, mesela Milliyet gazetesi okur temsilcisi Yavuz Baydar'ın görüşlerinin tersine, bu tür sorular soran meslektaşlarını ağır bir biçimde eleştirmişti. (Berkan ve Baydar, 2002'nin mart ayındaki tartışmada kabaca, devekuşluk yapmanın âleminin olmadığını, askerlerin bu ülkenin siyasetinde bir yerinin olduğunu ve gazetecilerin de onlara bu yönde sorular sormasının gayet normal sayılması gerektiğini savunmuştu.)

Oktay Ekşi, 26 Şubat 2002 tarihli Hürriyet'te kaleme aldığı "Kırmızı kalemlik yazı" başlıklı yazıda şöyle diyordu:

"Biliyoruz ki hepsi de (Oktay Ekşi, burada gazeteci meslektaşlarından söz ediyor –Kronik Medya) Türkiye'de iyi işleyen, gelişmiş bir demokrasi olsun istiyorlar. En az bu satırların yazarı kadar özgürlüklerine düşkünler.

"Velakin bakıyoruz hiç bu talepleriyle ve iddialarıyla uyumlu olmayan şeyler yapıyorlar. Örneğin Genelkurmay Başkanı'na ve Genelkurmay İkinci Başkanı'na tutup siyasi sorular yöneltiyorlar.

"Gerçi gazeteci 'soru sormak' konusunda yüzde yüz özgür olmalıdır. Daha açık söyleyelim, 'sorularıyla karşı tarafı kızdırmaktan korkan gazeteci' beş para etmez. Ama soru sormakta özgür olmak demek, herkese her aklınıza geleni sormak demek değildir. Konuşulan kişinin kimliğiyle, mülakatın temel çizgisiyle, konjonktürün gerekleriyle, okuyucunun ilgisiyle bağlantılı olmak kaydıyla özgürce soru sormak demektir.

"Tabii soru sorulan kişinin kendi konumuyla, durumuyla ilgili olmayan soruya yanıt vermemesi en doğrusudur ama, ne yaparsınız ki Türkiye'de böyle bir gelenek maalesef hâlâ oluşabilmiş değildir. Bu çerçevede söylüyoruz: Hem Batı standartlarında yani iyi işleyen bir demokrasi ister hem de Genelkurmay Başkanı'ndan 'askeri' konularda değil de 'yargının durumu' yahut 'yolsuzlukla mücadele metotları' hakkında görüş sorarsanız, sizin bu ülkede iyi işleyen bir demokrasi istediğinizden kuşku duymak gerekir."

İşte bu kadar net... Doğrusu, tam da "pür askeri" bir konuda düzenlenmiş bir brifingde ortaya çıkıveren "imam hatip sorusu"nu duyup da bu yazıyı hatırlamamak olmazdı... Ne var ki yazarın kendisi tümüyle unutmuş görünüyor yazısını...

Hürriyet başyazarı, "bir gazetecinin sorusu üzerine" Genelkurmay'ın imam hatipler konusundaki görüşünün açıklandığı brifingden söz ederken, meselenin bu yanına hiç takılmıyor:

"Bakan Bey, 'Biz milletin oyu ile geldik. Neye karar verirsek onu gerçekleştiririz' havasında... Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in, Türkiye'nin imam hatip liselerinde verilen eğitimin temsil ettiği zihniyet tarafından yönetilmesi özlemiyle getirdiği yasa tasarısı sadece tarafsız çevrelerden değil, üniversitelerden ve Genelkurmay Başkanlığı'ndan da tepki gördü.."

İşte hepsi bu... Konu "İmam hatipler" olunca bütün prensipler unutulabiliyor, "tepki" nereden ve nasıl gelirse gelsin başımızın üstüne konuluveriyor... (A.G.)


En radikal model önerisi Ergin'den!

Günlerdir, haftalardır herkes ortaya bir fikir atıyor; İmam Hatip'lerin neden olduğu "problem" nasıl halledilecek?

Bu konuda çok da yaratıcı olduğumuz söylenemez ama yine de ortada fikirler uçuşmaya devam ediyor.

Hürriyet'ten Sedat Ergin de tartışmaya "AB ve imam hatip okulları" başlıklı yazısıyla katılmış.

Sorunun çözümü için Ergin'in önerdiği model, bizce modeller içinde en radikali...

Şöyle ki: Ergin, AB'de "temel eğitim"in 12 yıla doğru hızla gittiğinden bahisle, bu sürenin bizde ne zaman gerçekleşeceğini sorguluyor:

"Aslında Türkiye'de temel eğitimin 12 yıla çıkartılmasına, 2001-2005 yıllarını kapsayan sekizinci beş yıllık kalkınma programının hedefleri arasında yer verilmiş bulunuyor. Türkiye'nin önündeki perspektif, 12 yıllık zorunlu eğitime geçişin bir an önce sağlanmasıdır. AKP'nin hem 58, hem de 59'uncu hükümet programlarına baktığınızda, AB'ye tam üyelik konusunda pek çok kuvvetli taahhüde karşılık, 12 yıllık eğitime dönük herhangi bir ifadeye rastlamak mümkün değil. Ama 'haksız ve adaletsiz uygulamalara sebep olan mevcut üniversetiye yerleştirme sistemi, adaleti sağlayacak şekilde değiştirilecektir' şeklindeki taahhüde rastlamak mümkün."

Güzel bir tespit doğrusu... Hükümet programlarında durum niçin böyle acaba dersiniz...

Ergin'in tespitini ve onun arkasından gelen "model" önerisini anlamak zor değil:

Çıkarırsın "temel eğitimi" 12 yıla, İmam Hatip meselesi de olur sizlere ömür!....

Güzel ve etkili bir model doğrusu...

Siz şu işe bakın; yararı ve gereği tartışmaya açık olsa da, "12 yıllık temel eğitim" gibi pedagojik bir ilke bile Tükkiye gibi ülkelerde bakın nasıl hızla "araçsallaşabiliyor"...

Aslında bu "sürekli eğitim" ilkesini ülkenin başka konuları/sorunları için kullanmak da pekâla mümkün. AB'yi de geride bırakarak "temel eğitim" süresini çıkarırsınız 20 yıla, oluverir bütün vatandaşlar 27 yaşına kadar birer "öğrenci"! Kimsenin zaptedilemediği, her kafadan bir sesin çıktığı şu dönemde fena mı olur? "Okulun avlusu"nda yetişkinler de dolaşmaya başlasa fena mı olur?! (K.B.)


Sabah, 'Susarsanız biz de susarız' mı diyor?

Bir Doğan Holding – İş Bankası ortaklığı olan Petrol Ofisi'nin 271 trilyonluk borcunun 4 yıl ötelenmesi, Star'dan sonra Sabah ve Akşam gazetelerinde de haberleştirildi… Konu, basında geniş bir biçimde tartışılıyor…

Haber, 13 Ekim'de olduğu gibi 14 Ekim'de de Sabah'ın manşetindeydi… Yalnız iki manşet arasında çok ciddi bir "tavır" farkı vardı… İlk gün uygulamanın "haksız" ve "yanlış" olduğu üzerinde durulurken, ikinci gün "Uygulama Türkiye'nin koşullarında normal ama onlar benzer uygulamalara karşı çıkmışlardı, sözlerini geri alsınlar, biz de mevzuu kapatalım" noktasına gelinmişti…

Önce ilk gün…

Sabah, "REKOR ERTELEME" başlıklı manşetinde, grubun borçlarının yeniden yapılandırılmasını "çok ballı bir ödeme planı" diye niteliyor, "Borçlu şirketlerin bunu kıskanacağı"nı belirtiyordu…

Gazetenin genel yayın yönetmeni Ergun Babahan da yazdığı "Gerçek hortum ustası" başlıklı yazıda, uygulamanın tipik bir "hortum" vakası olduğunu açıkça belirtiyordu. İşte Babahan'ın yazdıkları: "Herkese ahlak dersi veren Aydın Doğan yine halkın parasına uzandı… Ortada büyük bir hortum vardır… Doğan Grubu, POAŞ'ın 1,7 milyar doları bulan maliyetini halkın sırtına yüklemiştir… Bunun banka hortumlarından hiçbir farkı yoktur.."

Bu satırların mürekkebi kurumamıştı ki, ertesi gün Sabah gazetesinde "Kamuoyuna" başlıklı, "Sabah" imzalı şu satırlar geldi:

"Zor durumdaki bir şirket (POAŞ), devlete olan yüklü bir ödemesini zamanında yapamayacağını görmüş ve borcun ötelenmesini talep etmiş, Özelleştirme Yüksek Kurulu da talebi uygun görmüştür. Gerçekten de…

"Ülkemizin 2000'den beri iki ağır ekonomik kriz yaşadığını; bu krizlerin ülkenin aralarında en büyüklerinin de bulunduğu on binlerce firmasını sarstığını hepimiz biliyoruz. Nitekim hükümet bu gerçeği görüp krizin etkilerini hafifletmek için zor durumdaki firmalara çeşitli yasal imkânlar sağlamaya çalışmıştır. (…) Dolayısıyla hükümetin; POAŞ olayına bu kriterler çerçevesinde yaklaşması anlayışla karşılanabilir.

"Buraya kadar olan kısmı olayın normal ve basit tarafı. Ancak olayın bir de anormal boyutu var. Herkesin bildiği üzere…

"Başta Hürriyet olmak üzere Doğan Grubu yayın organlarında; kendilerine rakip görülen firmaların benzer yöndeki girişimleri sürekli olarak 'hortum, mal kaçırma' gibi küçültücü sıfatlarla lanse edilmiş; bu taleplere muhatap olan kamu görevlileri, tehdide varan yayınlarla terorize edilmeye çalışılmış ve bu firmaların yaşama çabaları sabote edilmek istenmiştir…"

Gördüğünüz gibi "POAŞ uygulaması" 13 Ekim tarihli Sabah'ta "büyük bir hortum" olarak değerlendirilirken, 14 Ekim'de "Ülke koşullarının dayattığı makul bir uygulama"ya dönüşüveriyor…

Biz bu işten hiçbir şey anlamadık… Hangisi doğru? (A.G.)


15 Ekim 2003
Çarşamba
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED