|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bizi bize, dimağınızda leziz bir tat bırakarak anlatan Mustafa Kutlu, Dergah Yayınları'ndan çıkan son kitabı 'Tufandan Önce'de yine tanıdık bir kasabayı
anlatıyor. Uzun gülümsemelerle okuyacaksınız kitabı, tahminler yürütecek ve bitirdiğinizde hemen özlemeye başlayacaksınız.
MEHMET ŞEKER
Yazdıklarında kendisini değil, gördüklerini anlatan bir yazar Mustafa Kutlu. Bu kitabında yine bir kasabayı ve oradaki değişim sürecini ele alıyor üstad. Kasabanın Belediye Başkanı Şemsettin Bilen'in sabah banyosundan sonra pijamalarıyla sedirin üzerine çıkıp ayak tırnaklarını kesme sahnesiyle başlayan ve içinde pek çok hikâye barındıran uzun bir hikâye bu. İsterseniz film de diyebiliriz. Bakın kimler var burada: Başkan'ın dışında ona bir türlü adıyla hitap edemeyen ve otuz yıldır hep "Şemşettin" diye seslenen karısı Şadiye, Zabıta Kemal, Berber BBC Abdülbaki, kasabanın zengini İdiris Güzel, Kaymakam Çetin Bey, Fotoğrafçı Artist Ali, adı geçtikçe Zabıta Kemal'in derin bir ah çektiği müzik öğretmeni Mehpare Hanım, Dekan Vecihi Turan (tabii ki Prof. Dr.), Milletvekilleri Haşmet Altay ile Hulusi Derin, Müftü Feyzullah Efendi, Zurnacı Niyazi, Hızarcı Hüseyin, Demirci Kerim Usta, Otelci Marlon Mehmet, Fikir Gazetesi Sahibi ve Başyazarı Fikri Süzer, Davulcu Hamo Dayı, Sarhoş Şükrü, otuz sene yaşadığı Amerika'dan dönüp politikaya atılan Bakan (kasabaya bir tören dolayısıyla yolu düşmüştür), Ciğerci Selim, Uncu Fikri Baba, Bakırcı Ziya... Kısacası tam tekmil bir kasaba. Bu kadro kurulduktan sonra, hikâyeyi her okuyucu kafasında bir şekilde oluşturabilir ama, siz yine de Kutlu'nun nefis, tertemiz, kılçıksız anlatımını tercih etmelisiniz; zira çok keyif alacaksınız. O kasaba yine tanıdık gelecek. Tahmin yürüteceksiniz, şurası olabilir mi acaba diye geçireceksiniz içinizden. Kitabı uzun gülümsemelerle okuyacak ve bitirdiğinizde hemen özlemeye başlayacaksınız. Sonra paylaşmak arzusu doğacak içinizde. Sorular belirecek zihninizde: Nasıl böyle güzel yazıyor? Vaktiniz varsa cevaplayalım. Daha doğrusu otuz yıllık arkadaşı İsmail Kara anlatsın bize bunu. "Yokuşa Akan Sular kitabında yer alan hikâyelerinden itibaren nerede ise bütün hikâyelerinin ve çoğu yazılarının ilk okuyucusu olmak gibi müftehir ve mübahi olduğum bir 'imtiyaz'a sahibim. Ansiklopediler, kitaplar, dergiler, fişler devirerek dipnotlarla yüklü müsveddeli metinler yazmaya çalışan benim için, yıllardır zevkle, hayretle temaşa ve takip edilen husus, Mustafa Kutlu ağabeyin hikâyelerini yazma tarzıdır. Hikâyenin başlığının parlaşıyı ve ilk unsurlarının teşekkülü ile satırlara dökülüşü arasındaki mesafeler değişik olsa bile, metne dönüşmesi nerede ise bir anlıktır: Bir sabah erkenden gelir, neşesi yerindedir ve mutadı hilafına biraz acelecidir. Benimkinin aksine her akşam boşaltılan masasını kolonya eşliğinde üçüncü hamur kâğıt veya Şeker Sigorta'nın sarı beziyle sildikten sonra daktilosunun örtüsünü açar, sigarasını eliyle masa arasında yuvarlayıp yumuşatarak hazırlar (biraz sonra tüttürülecektir), kâğıdı takar, kendisinin alıp getirdiği çaydan bir yudum alır ve yazmaya başlar. Bakarak bir metni yazıyor gibidir. Sürati, heyecanı, dikkati daktilo tuşlarının sesine bile sirayet eder; her zamankinden daha mevzun sesler, tıkırtılar... Nokta konur ve son kâğıt daktilodan çıkarılır. Biten hikâye metnin ilk ve son halidir. Tadil, tashih, tekmile hak getire. Kendinden çıkan/kopan metne bir daha dönmek çok nadir olarak yaptığı bir şey..." Orhan Okay Hoca, Mustafa Kutlu'nun hikâyesini "geleneğin basamaklarında yükselen modern bir hikâye" olarak tanımlar. Ve herkesin birleştiği nokta, Mustafa Kutlu'nun Türk hikâyesine yeni bir soluk getirmiş olmasıdır. Kendi ifadesiyle "bütün yazdıklarında hep bir mizah duygusu bulunur". Her insanı, bulunduğu yere bağlayan sağlam sebepler vardır. Eş dost, hısım akrabadan oluşan sosyal çevre, iş güç, arazi, önemli eserlerin cazibesi, tarihî ve doğal güzellikler ve benzerleri ya da vesaire. Bendenizi bu şehre bağlayan, saydığım unsurlardan başka bir şey daha var; o da Mustafa Kutlu'nun İstanbul'da yaşıyor oluşudur dersem, asla abarttığımı düşünmeyin. Süleymaniye, Sultanahmet, Kızkulesi, Boğaz ve köprüler, Topkapı Sarayı, Galata Kulesi, Ayasofya, İstiklal Caddesi, Kapalı Çarşı ne ölçüde önemliyse, üstad ve onun gibi can dostlar da bir o kadar yer tutar. Hatta daha fazla. Aramızda kalsın, neredeyse her yazdığı hikâyenin bir yerinde benden bahsediyormuş hissine kapılırım Mustafa Kutlu'yu okurken. Fatma K. Barbarosoğlu'na verdiği cevabı hatırlatayım: "Ben okurları da kardeş bilmişimdir. Bir tarağın dişleri gibiyiz. Böyle bakarsak hikâye kahramanları da aramıza karışır. Onları kurmaca sanal kişiler olarak görmem. Sanki karşılıklı sohbet ediyormuşuz gibi yazarım. Ve ayaklarımı bu topraklardan başka yere basmak istemem."
Yeni kitabı "Tufandan Önce" de ayakları bu topraklarda olan usta yazarın uzun soluklu bir eseri. Her şeyin yerli yerinde durmadığını ortaya koyan ve değişimin, acı ve keyifli yanlarını sohbet ederek anlatan bir eser. İlk baskısının çok kısa bir sürede tükendiğini de belirterek huzurunuzdan çekileyim müsadenizle.
|
|
|
|
|
|
|
|