AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
İmam-hatip meselesinde 'sosyoloji'yi gözetenler, gözetmeyenler…

İmam-hatip okulları konusunda, İsmet Berkan'ın ana-babaların çocuklarına din eğitimi aldırmasını meşru bir hak kabul ederek önerdiği "ara çözüm"ü hatırlıyorsunuzdur… Özetle, "… İlköğretim okullarının mesela 6. sınıfından başlayarak ve lise eğitimi boyunca da devam eden seçmeli Kuran ve namaz dersleri" uygulamasına paralel olarak imam hatip okullarının sayısının azaltılmasından ibaret bir çözüm…

Kronik Medya'da, anayasasında "laik" olduğu yazan bir devletin, bu ilke ile tutarlı kalınacaksa, böyle bir uygulamaya gitmesinin imkânsız olduğunu söylemiş, kendi önerimizi de şöyle özetlemiştik: "(…) Eğer yeni bir 'model' oluşturulacaksa, bunun yolu her şeyden önce, imam hatipleri 'devlet okulu' statüsünün dışına çıkarmaktan geçmektedir. Bu çerçevede yapılması gereken, imam hatip liselerine süratle birer 'özel okul' statüsü vermek ve bu okulların bugün olduğu gibi eğitim / öğretim faaliyetlerine devam etmesini sağlamaktır."

Berkan'ı eleştirdik ama, onun hiç değilse ana-babaların çocuklarına din eğitimi (de) verme hakkını meşru bir hak olarak gören, yani işin "sosyoloji"sini de hesaba katan bir yaklaşımı var.

Milliyet yazarı Hasan Cemal'in de benzer bir yaklaşımı var. Cemal, "İmam hatipler…" başlıklı makalesinde (15 Ekim) şöyle yazdı:

"İmam hatipler meslek okulu mu? Yasaya göre meslek okulu olmaları gerekiyor. Ama pratikte meslek okulu değiller. Bu okullara imam veya hatip olmak için gidenler uzun yıllardır azınlığı oluşturuyor. Peki, bu okullar niye var? Din eğitim almak için. Çocuklarının yeterli din eğitim almasını, dindar olmasını, dindar yetişmesini isteyen ana-babalar tercih ediyor bu okulları. Ya da muhafazakâr aileler, genel liselere gore imam hatip okullarını kendi ahlak anlayışlarına daha uygun görüyorlar.

"Olabilir. Acaba, Anayasa'da yer alan isteğe bağlı din eğitimi ihtiyacı ille de imam hatip okullarıyla mı karşılanmalı? Yoksa onlar meslek liseleri haline getirilip fazla olanlar kapatılırken, yani yasanın gereği yapılırken, din eğitimi açısından genel liselerin bazılarında yeni düzenlemelere mi gidilmeli? Din eğitimi ihtiyacı bakımından yeni programlar mı oluşturulmalı?"

Görüyorsunuz, gene "iyi niyetli" ama gene "devlet dairesi" içinde çözümler arayan bir bakış açısı… Tabii işin tuhaf yanı, bu ülkenin dindarlarının da (dindar aydınlar da dahil) aklına aynı "daire"den başka çözümün gelmemesi… Tıpkı "dindar anne babaların çocuklarına din eğitimi aldırma hakkı"nı kabul eden laik aydınlar gibi, bu kesimin aydınları da çözümün devlet çerçevesinde olmasında ısrarlı. Aralarındaki tek fark, birincilerin "imam hatip gerilim yaratıyor, başka çöçümleri tartışalım" demesi, buna karşılık ikincilerin bu işin imam-hatip okulları üzerinden gerçekleştirilmesinde ısrar etmeleri…

Dindar aydınlarla ilgili bu son paragrafı geçerken söylemiş olalım… Biz asıl "din eğitimi"ni bir hak olarak gören laik aydınlarla, bunu ağzına bile almak istemeyen ya da "mış gibi yapan" laik aydınları karşılaştırmak istiyoruz… Aşağıda bu ikinci kesimden yaptığımız alıntıları okuyunca, arada ciddi bir niyet farkının olduğunu anlayacaksınız…

Güneri Cıvaoğlu (Milliyet): "Madem İHL'lerden mezun olanlar, klasik üniversite eğitimi istiyorlar, çok azı İHL olarak kalır ve ilahiyat fakültesine fidanlık olur, büyük çoğunluk ise liseye dönüştürülür. İkilik ortadan kalkar. Tevhid-i Tedrisat'ın gereği budur."

Tufan Türenç (Hürriyet): "Türkiye dünyayı yakalamak istiyorsa bütün olanaklarını seferber edip çağdaş eğitime yönelmek zorundadır. Burada acil olarak yapılması gereken, kurulduğundan beri Türkiye için sorun olan imam hatip liselerinin kapatılmasıdır. (…) İmam hatiplerin kapatılması durumunda herhangi bir boşluğun doğması ise kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü ilköğretim okullarında son dört yıl haftada iki saat zorunlu zorunlu 'Din kültürü ve ahlak bilgisi' dersi okutulmaktadır. Liselerde de aynı ders haftada bir saat olarak devam etmektedir. Böylece ilköğretim ve lise öğrenimi boyunca bir öğrenci tam 455 saat din öğrenimi görmektedir. Bu süre, gerektiği kadar din bilgisi edinmeye yeter. (..) Bu eğitimi yeterli görmeyen aileler çocuklarını Diyanet'e bağlı Kuran kurslarına da gönderme olanaklarına sahipler…"

Orhan Birgit (Cumhuriyet): İsteyen ana baba, çocuklarına elbette din kurallarını öğrenmesi için eğitim verdirebilir. Ancak bunu, okullardaki din ahlak derslerini yeterli görmüyorsa, boş zamanlarında yine devletin gözetimi altında açılmış kurslarda sağlayabilir."

"Tam 455 saat din öğrenimi" ve bunu yeterli görmeyen ailelere çocuklarını "Kuran kursu"na gönderebilme hakkı… Türenç olsun, Birgit olsun 28 Şubat döneminde bu "hak"kın 8 yıllık ilköğretim döneminin sonrasına (yani 15 yaşından sonrasına) "ötelendiğini" unutmuş görünüyorlar… Bir de 12 yıllık zorunlu ilköğretim yasalaşırsa, Kuran kursuna başlama yaşı 18'e çıkar ki, mesele kökünden hallolmuş olur! (A.G.)


İKTİBAS YOLUYLA MİSAFİR

'455 saat din dersi var, yeter'e cevap…

Radikal gazetesi yazarı Nuray Mert'in "İmam-hatipler ve laiklik" başlıklı yazısından (14 Ekim)…

Daha önce de yazdım, imam-hatip okullarının meslek okulu olmadığını herkes biliyor, bunlar muhafazakâr ailelerin çocuklarını din eğitimi alsınlar diye gönderebilecekleri tek alternatif. Ne zaman ki, bu ihtiyaca cevap veren başka bir düzenleme mümkün olur, o zaman imam-hatip liseleri sorun olmaktan çıkar.

Tam da bu noktada alternatifin ne olabileceğini düşünmek lazım. Bir kere, din eğitimi dediğiniz, üç-beş dua ezberlenmesinden ibaret, seçmeli din dersiyle olacak şey değil. Doğru dürüst din eğitimi almak isteyenler için daha yoğun ve düzenli bir programa gerek var, ayrıca kimsenin dinini ne kadar öğreneceğine kimse karar veremez. Türbe ziyaretinde lazım olan kültürün alınmasından bahsetmiyoruz, semavi dinlerin arkalarında derin bir düşünce ve bilgi dünyası vardır, dindarlar için bunun nesilden nesile aktarımı önemlidir, olay bu. İkinci olarak, imam-hatiplerin tercih sebebi, aynı zamanda, çocukların ergenliğe eriştikten sonar ibadete başlamasını mümkün kılmasıdır. Bu olanak düz liselerde söz konusu değildir.

Zorunlu eğitimin AB ülkelerinde 12 yıl olması, bizde de bu uygulamaya geçilmesini öne sürerek bu sorunun içinden çıkmaya çalışmak da basiretsizliktir. Burası laik bir ülke, ama Müslüman kültürün hâkim olduğu laik bir ülke, dolayısıyla, bu ilkeyi zedelemeyen ve demokratik çerçeve içinde kalmak şartıyla toplumun taleplerini dikkate almak zorundasınız. (A.G.)


Bu da böyle bir 'ajans' ve böyle bir röportaj!

Birkaç gündür Doğan Grubu içinde yer alan gazetelerle Sabah ve Akşam arasında yaşanan polemikten haberiniz mutlaka vardır... Hani şu, POAŞ ile Özelleştirme İdaresi Başkanlığı arasında gerçekleşen borcun "yeniden yapılandırılması" işlemine ilişkin polemik...

Dikkat ettiyseniz, son günlerde söz konusu gazetelerin birinci sayfaları neredeyse tamamen karşılıklı "laf yetiştirme" yayınına ayrılmış durumda. Bu polemikte bize en ilginç gelen hususu sayfamızda aktardığımızı da hatırlarsınız belki. Sabah'ın bu son hikaye çerçevesinde Aydın Doğan'a yönelttiği eleştirinin özü, "İki ağır kriz geçiren ülkemizde hükümetin krizin etkilerini hafifletmek için bir takım düzenlemelere gitmesine tabii ki lafımız yok; bizi üzen Aydın Doğan'ın sürekli bizim cenahtaki yatlardan-katlardan söz etmesi!" şeklinde bir "sitem"den ibaret değil miydi? Yani bir bakıma, "Gelin bir anlaşma yapalım, kimse kimsenin 'yeniden yapılandırılmasını' problem olarak sunmasın!" ruh hali.... Söz konusu polemik Doğan Grubu içinde yer alan gazetelerin 15 Ekim tarihli sayılarında yine karşımıza çıktı. Ancak bu kez, söz sırası Aydın Doğan'daydı. Aydın Doğan, Hürriyet, Milliyet ve Radikal'de (Posta'ya bakmadık) Doğan Haber Ajansı'nın sorularını yanıtlıyordu... Bakın, Türkiye'de medya söktöründe işlerin nasıl "sakat" olduğu buradan belli.

Aydın Doğan, Doğan Grubu'nun yarı yarıya ortak olduğu POAŞ'ın borcunun yeniden yapılandırılmasına ilişkin sorulara ve "dedikoduları", Aydın Doğan'ın sahibi olduğu Doğan Haber Ajansı'nın sorularını cevaplayarak açıklık getiriyor! Bu kadarı bile çok anlamlı bir tablo değil mi? Soruları soran "Doğan", soruları cevaplayan "Doğan", üzerinde konuşulan konu "Doğan"!

Neyse, biz gelelim söz konusu röportaja:

Hürriyet gazetesi "Ekonomi" sayfalarından birisinin tamamını bu röportaja ayırmış. Fotoğraf olarak (Milliyet ve Radikal'den farklı olarak) Aydın Doğan'ın değil de, Dinç Bilgin'in fotoğrafını kullanmış. Güzel bir sayfa. Doğan Haber Ajansı soruyor, Aydın Doğan cevap veriyor....

İlk soru şöyle: "POAŞ'ın borç yapılanması nedir? Hakikaten zorda mısınız?"

Bayağı tarafsız bir soru doğrusu; Doğan'ın cevabını tahmin etmeniz zor olmasa gerek...

İkinci soru daha bir "tarafsız": "Bu iftiralar şirketlerinizi etkiliyor mu?"

Dikkat edin, Haber Ajansı (kime ait olduğunu unutmayın) sorusunun içine "iftiralar" sözcüğünü yerleştirmiş! Yani aslında ajansın yeni bir şeyler öğrenmek gibi bir derdi yok; çünkü o da, aynen patron gibi, ortada dolaşan iddiaların birer "iftira" olduğuna çoktan karar vermiş zaten... Doğan Haber Ajansı'nın yönelttiği sorular içinde en ilginçlerden birisi de şu: "Peki hortumcu koalisyonunun sözünü ettiği bu borç yapılandırılması ne?" Bunu nasıl buldunuz? Belli ki "haber ajansı" röportaja gelmeden önce meseleyi bir güzel inceleyip kararını çoktan vermiş bile... "İftiralar" demesi yetmiyormuş gibi, "hortumcular" da diyor! Biliyorsunuzdur, bazı röportajlarda karşılaştığımız bu türden sorulara "keklik sorular" deniyor.... Peki bu önemli röportaj Milliyet'te nasıl yer almış? Yine "Ekonomi" sayfalarından birisinin tamamı, yine bir fotoğraf. Ama bu kez Aydın Doğan'ın vesikalık bir fotoğrafı...Milliyet'teki röportaj Hürriyet'tekine kıyasla daha geniş tutulmuş. Ama aynı röportaj, yani Doğan Haber Ajansı tarafından yapılan röportaj. Buradaki bir diğer farklılık, soruların sırasının değiştirilmiş olması. Sorular tıpa tıp aynı ama, sırası değişik.

Peki ya Radikal, oradiki manzara nasıl? Radikal, röportaja ayırdığı tam sayfayı daha bir özenle düzenlemiş. Bu kez Aydın Doğan'ın iki fotoğrafı ile karşı karşıyayız. Bir boy, bir de belden yukarı.... Aydın Doğan her ikisinde de, adını taşıyan bir Grubu, birçok Gazetesi ve bir Ajansı olduğundan olacak, okurlara tatlı tatlı gülümsüyor...

Soru-cevaplar yine aynı. Ancak burada da başka bir sıralama düzeni benimsenmiş.

Fakat dikkatimizi çekti, Radikal (ne de olsa Radikal!), Hürriyet ve Milliyet'te "Peki, hortumcu koalisyonunun sözünü ettiği bu borç yapılandırması ne?" şeklinde yer alan şu çok "tarafsız" soruyu, (herhalde "Artık bu kadarı da olmaz!" diyerek sinirlenmiş olacak ki) şu şekilde baskıya vermiş: "Peki, 'hortumcu koalisyonunun' sözünü ettiği bu borç yapılandırması ne?"

Görüyorsunuz, yine de az şey değil; hiç değilse "hortumcu koalisyonunun" ifadesini tırnak içine alarak, Doğan Haber Ajansı'nın "tarafsızlığını" biraz olsun kurtarmaya çalışmış....

Benzer bir "yeniden yapılandırma", Hürriyet ve Milliyet'te yer alan "Bu iftiralar şirketinizi etkiyor mu?" sorusuna da uygulanmış. Bu sorunun Radikal'deki versiyonu da şöyle: "İftiralar şirketlerini etkiliyor mu?" Bu da fena değil, "bu" işaret zamiri atılarak hiç değilse "iftiralar" genelleştirilmeye çalışılmış!

İşte böyle.... Şimdi de isterseniz meseleyi toparlayalım: POAŞ'ın borcunun "yeniden yapılandırılması" hikayesinde Doğan Grubu'nun kayrılıp kayrılmadığı ayrı bir mesele... Fakat görüyorsunuz, bütün bu iddialar asılsız olsa bile, çok tatsız bir manzara ile karşı karşıyayız. Nasıl tatsız olmaz; bir Grup patronu, hakkındaki iddialara patronu olduğu bir haber ajansı aracılığıyla verdiği cevapları, yine patronu olduğu gazeteler aracılığıyla okurlara duyurmaya çalışıyor. Hadi gelin de, kolaysa, Aydın Doğan'ın açıklamalarını ciddiye alıp bir fikir sahibi olun! (K.B.)


16 Ekim 2003
Perşembe
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED