|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dün mü? Gündüz, hafiften yağmur çiselemişti. Pisti. Hava bir açıp, bir kapıyordu. Böyleydi İstanbul'un kışları. Kış değil üstelik, sonbahara yeni girmiştik. Şehre bakıyordum. Ben bakınca ufuk alçalıyor, minareler küçülüyordu. Dün Pazar'dı. Gazeteden çıkmadan önce masamı toplamıştım. Acelem vardı. Acelem varmış gibi yapmayı seviyordum belki de. Gidecek bir yerim yokken de öyle... Bunu hep yaptığımı düşündüm. Dün Pazar'dı ve içimde birşeyler kırılmıştı. Akşam haberlerini izleyemedim. Yorgundum. Erkenden yatıp uyudum. Önceki gece, evde, Merter'in ışıklarına karşı oturmuştum. Bir önceki gece de. Sigara içmiş ve Zarifoğlu okumuştum. "Bazen neyin bana engel olduğunu anlatmakta güçlük çekiyorum" diyordu. Kader. Kaç kez uyandım? Kaç kez dalmaya çalıştım? Birkaç saat önce uyandığımda yağmur vardı. Kiremitlerdeki tıpırtıyı dinledim. "Üzerime kıvrılıp oturmuş, beni kımıldatmayan, göğsümdeki en hayati organı çürüten şeyin ne olduğunu bilmiyorum. Çocukken, ya yağmur kendine hakim olamazsa diye düşünürdüm, karabasanlarla uyanırdım. Sonra anlardım ki, yağmura izafe edilen cinnet, hayatın olağan manzarasıymış." Böyle diyordu. Rüyamda onu görmüştüm. Aliya'nın vefat ettiğini bilmiyordum. Ama Zarifoğlu'nun yüzünü Aliya'ya yakıştırmıştım. Sabah gazeteye gelince öğrendim. Aliya İzzetbegoviç vefat etmiş. Kaç yıl önceydi? Hangi toplantıdaydı? Elini sıkmıştım. Yüzüne, yüzündeki derin keder çizgilerine bakmıştım. Gözlerindeki ışıltıyı görmüştüm. O sıra, sağlık sorunlarıyla boğuştuğunu bilmiyordum. "Mladi Müslüman Davası"nda 14 yıl hapis cezasına çarptırılmış, kötü cezaevi koşullarında sağlığını yitirmişti. Ama yine de güçlüydü. Dimdik ayaktaydı. Halkının kurtuluşu için savaşmış ve kazanmıştı. Geçen ay, ajanslar, sağlığının iyice bozulduğu haberini geçtiler. Evinde düşüp kaburgalarını kırmıştı. İki kez enfarktus geçirdiği için kalbi tekliyordu. Akciğerinde kanama vardı. Hastane yetkilileri, Cuma günü, akciğerdeki kanamanın durdurulamadığını ve Aliya'nın hayati tehlikeyle karşı karşıya bulunduğunu açıkladılar. Ama bu kadar erken beklemiyorduk. Belki hiç beklemiyorduk. Hastanedeki son gününde, İspanya dönüşü kendisini ziyarete gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la görüşmüş ve "dualarım sizinle" demiş. Tam da bu hüzünle oturmuş, Aliya'yı düşünürken, masama bir kitap düştü. Aliya İzzetbegoviç'in anıları: "Tarihe Tanıklığım." Kitabı, İngilizce orijinalinden Alev Erkilet, Ahmet Demirhan ve Hanife Öz çevirmiş. Akif Emre de güzel bir "sunuş" yazısı yazmış. İlahi tevafuk mu? Kitabın çıkacağını önceden biliyordum, Anlayış dergisinde tefrikasını okumuştum, ama bu kadar çabuk beklemiyordum. Hele, ölüm haberiyle sarsıldığım gün... Üzüntümüz sonsuz. Çünkü Aliya yok! Yitirdiğimiz, Akif Emre'nin de altını çizdiği gibi, "toplumunun değerlerine sahip çıkan, ömrünü bu değerlerin entelektüel ve siyasi planda yeniden diriltilmesine adamış" bir büyük düşünür, bir özgürlük savaşçısı, "ahlâkın zaferi"ni kazanmış önemli bir devlet adamıydı. Mekanı cennet olsun!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |