AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Küreselleşme ve IMF

Son günlerde Nobel ödüllü iktisatçı Joseph Stiglitz'in, IMF'i sert bir üslupla eleştirdiği Küreselleşme – Büyük Hayal Kırıklığı isimli kitabını okuyorum. Stiglitz'in kamu ekonomisi, vergilendirme, piyasaların eksiklikleri gibi konularda yaptığı çalışmalar, iktisat literatüründe kendisine saygıdeğer bir konum sağlamıştı. Kitapları ve makaleleri, bugün iktisat fakültelerinde lisans üstü seviyede okutulan temel kaynaklar arasında yerini koruyor. Bir dönem Clinton'ın da ekonomik danışmanlar konseyi başkanlığını yürütmüş olan Stiglitz'in kitabı, büyük ölçüde onun Dünya Bankası'nın başekonomisti iken edindiği tecrübeleri yansıtıyor.

Akademik bir geçmişten gelip daha sonraları kendilerini pratiğin içinde bulan pek çok iktisatçı gibi Stiglitz de, burada yaşadıkları karşısında ciddi bir şok geçirmiş gibi gözüküyor ve bu durum, kitabının hemen her sayfasına sinmiş. Bu, kitabına aldığı eleştirileri geçersiz kılmıyor şüphesiz. Ancak bunları ifade ediş tarzı, IMF'i ve politikalarını genel bir çerçeveden eleştiren bir geçmişi olan bizleri bile şaşırtıyor kimi zaman.

Kitapta IMF hedef olarak seçilmiş. Temel eleştirisi, IMF'in bugün ekonomi camiasında tartışılan ve üzerinde net bir mutabakat sağlanmayan politika tercihlerini, yerel şartları değerlendirmeden ve gelişmişlik seviyelerini dikkate almadan bütün gelişmekte olan ülkelere dayatmasının anlamsız olduğu noktasına odaklanıyor. IMF'in kendini, küreselleşme odaklı yeni dünya düzeninde global ekonominin denetleyicisi, düzenleyicisi ve yönlendiricisi olarak gördüğünden dem vuruyor ve bu "yeni" görevinde Dünya Bankası gibi kuruluşları da kendisinin altında addettiğinden yakınıyor.

Şüphesiz ki, Stiglitz'in eleştirilerinde biraz da kuyruk acısının yansımalarıyla karşılaşmak mümkün. Ancak bunu da bir yerde haklı görebiliriz. Zira son yirmi yıldır Dünya Bankası'na biçilen rol, biraz da IMF'in kredileri karşılığında yapısal reform programlarının uygulayıcısı olmaktan öte geçemedi. Stiglitz'inkine benzer tepkilerle zaman zaman Dünya Bankası'nın muhtelif kademelerinde çalışmış olanların satır aralarına yerleştirilmiş ifadelerinde karşılaşmak mümkün. Bu, Dünya Bankası'ndakilerin mevcut durum karşısında belli bir hazımsızlık duyduklarını gösteriyor.

1970'lerde yaşanan dünya çapındaki krizlerin ardından tüm ülkelerde devletçi / ithal ikameci ekonomi modelleri terk edilmeye başlandı. Aralarında bugün IMF'den tanıdığımız Anne Krueger gibi liberal iktisatçılarında bulunduğu çevrelerin başlattığı ivme, IMF'in Güney Amerika ülkelerinde yaşadığı tecrübeyle birleşince, tüm gelişmekte olan ekonomilere yönelik yeni bir kalkınma modeli ortaya çıkmış oldu. Asya kaplanlarının ihracatla kalkındıklarını fark eden, ancak bunu nasıl bir devletçilikle başardıklarını incelemeye değer görmeyen bu yeni yaklaşım, gelişmek için eski huylardan vazgeçilmesini ve reel ve mali piyasaların liberalleşmesini, kalkınmak ve sanayileşmek için de ihracat imkanlarının zorlanmasını gerekli görüyordu.

Uluslararası arenada bunu gerçekleştirecek kurumların başında IMF geliyordu gelmesine, ama IMF'in o güne kadar yapısal reformlar konusundaki tecrübesi neredeyse hiç yoktu. Buna karşılık Dünya Bankası, o güne kadar altyapı projelerinden piyasaların oluşturulmasına kadar pek çok yapısal programa destek vermiş ve IMF'e nispetle bariz bir tecrübe kazanmıştı. İşte bu aşamada yeni bir programlar bütünü yürürlülüğe kondu: Yapısal Uyum Programları. Bu programlar, dış ticaretin serbestleştirilmesinden KDV'nin tesisine, menkul kıymetler borsasından bankacılık sektörünün liberalleştirilmesine, özelleştirmeden merkez bankasının yapısına, kur rejiminden emek piyasalarına kadar hemen her şeyi içine alan geniş bir yelpazede bir ülkenin ekonomisini tamamen dönüştürmeyi hedefliyordu.

Bu programlar, IMF denetiminde Dünya Bankası'nın aracılığıyla başta Türkiye gibi Batı tipi kapitalist ekonomiyi zaten benimsemiş olan ülkelerde hemen uygulandı. 1980'lerin sonunda dönüşüm geçiren eski sosyalist ekonomilere de içirildi bu şurup, dünyanın en fakir ülkelerinden olan Etiyopya'ya da. Küreselleşmenin bugün aldığı şekilde bu programların önemli bir etkisinin olduğu muhakkak. Ancak uygulamalar sonucunda gelinen nokta fazla kimseyi mutlu edemedi. Nitekim akademik çevrelerde bu programların sonuçlarını, eksiklerini ve hatalarını ele alan bir yığın çalışma yapıldı. Bu tartışmalar da programların kendisi gibi neticesiz kaldı.

Hasılı kelam, eğer bugün küreselleşme sürecinin kötü giden taraflarından dolayı IMF'in tek başına suçlanıyor olması anlamsız. Bu, Stiglitz'in de çalıştığı Dünya Bankası'nın katkılarıyla oluşmuş bir süreçti. Dünya Bankası mensupları eziklik içinde IMF'i suçladıklarında, bu sonuçta kendilerinin de emeklerinin geçtiğini unutuyorlar.


21 Ekim 2003
Salı
 
MELİKŞAH UTKU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED