AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Anıların sürüklediği yere...

İnsan yaşlandığını her yeni gelişmenin bir veya birkaç olayı hatırlatmasından anlıyor...

Org. Doğan Güreş'le geçmişe uzanan Kulis'i okuduğunuz dün, Star gazetesi, "İşte senin imza atmadığın adam" diye Başbakan Tayyip Erdoğan'a hitap eden ve "YAŞ toplantısında başbakanın önüne konan irticacı astsubayın ibret verici fotoğrafını ele geçirdik" diye övünülen bir habere yer verdi.

O haber beni alıp yine eskilere götürdü...

Zaman Ankara bürosunun arşivinde bir belgeyi bulmaya çalışıyordum. Albay Hüsnü Dağ'ın telefonla aradığını bildirdiler... Liderlerinden Erol Özkasnak'ın 'post-modern darbe' olduğunu kabullendiği 28 Şubat'ın en azılı günlerindeydik... Hüsnü Dağ, Doğu Perinçek ve arkadaşlarıyla birlikte 12 Mart sonrasında yargılandığı dâvayla önü kesilmemiş bir subay; o sırada, genelkurmay halkla ilişkiler dairesinin başında. Dairesi 'akreditasyon' uygulaması başlatmış ve Zaman 'akreditasyonsuz' listesine alındığı için benimle de ilişki kesmişler...

O devirde Albay Hüsnü Dağ'ın beni araması bile başlı başına bir olay... Esas olay telefonda söyledikleri: "Sizi, son zamanlarda yaptığımız yurtiçi gezilere ve diğer etkinliklere çağırmadık; ancak bundan sonrakilere çağrılacağınızı bilin..." Bu kadar... Şaşkınlıkla ne dediğimi, geçmişe dönük târizde mi bulunduğumu, yoksa gelecekle ilgili teşekkür mü ettiğimi bile bilmiyorum...

'Asker sözü' yerine gelmedi. Genelkurmayın etkinliklerine o günden sonra da çağrılmadım; Zaman gazetesi de hâlâ akreditasyonsuz. Beni geçmişe döndüren haberin Star'da çıktığı dün, yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı'nın, akreditasyon uygulamasını eleştiren bir yazısı yayımlandı Zaman'da... 300 bine yakın okuru olan bir gazeteyi 'kâbil-i muhatap' bulmayanlar, 'hortumladığı' bankalarına el konmuş patronlarla veya Org. Hilmi Özkök tarafından 'lânetlenen' yazarlarla biraraya gelebiliyor... Neyse.

Peki, ne oldu da 'asker sözü' yerine gelmedi? Neden, o sırada genelkurmaya hâkim kadronun en önemli isimlerinden biri, "Bundan sonra beraber olacağız" dediği halde, beni bir daha çağıramadı? Önemli bir soru değil mi?

Sebebi şu: Birileri, en üst düzey komutana, "Aman efendim" dediler, "Zaman gazetesiyle ilgili tam sekiz adet suç duyurusu var..." O dönemde, genelkurmay, aleyhteki yayınlarla ilgili savcılıklara suç duyurusunda bulunuyordu; suç duyurularının toplamı kısa sürede 100'lerle ifade edilmeye başlanmıştı. Genelkurmayın suç duyurularıyla açılan dâvâlar yüzünden, mahkemeler, pek çok gazetecinin 'ikinci adresi' oldu 28 Şubat'ta...

Benimle ilgili açılan tek bir dâvâ bile yoktu, Zaman gazetesi hakkında da hiç suç duyurusu yapılmamıştı...

Birileri, karar mercii komutana doğru olmayan bilgi aktarıyordu sizin anlayacağınız... Biz, "Hangi suç duyurularıymış, bir bakalım" diye ısrar ettiğimizde çıkartılan dosya tam bir rezaletti: Dosyada gerçekten de sekiz suç duyurusu yer alıyordu, ama yedisi başka gazetelerle ilgiliydi; sekizinci suç duyurusu ise bir siyasetçi hakkında yapılmıştı... "Zaman'la ilgili sekiz adet suç duyurusu var" iddiası bütünüyle havadaydı...

Bu gerçeği yaşadığımız günlerde şöyle düşündüğümüzü buraya kaydetmeliyim: "Sürecin ön planında Çevik Bir görünüyor, ama galiba ipleri elinde tutan o değil..." İleride, 27 Mayıs sonrasında bol miktarda yayımlananlara benzer anı kitapları 28 Şubatçılar tarafından da yazılmaya başlandığında, o günlerde yaptığımız tespitin doğruluk derecesi daha iyi anlaşılacaktır...

Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantılarına katılan son iki başbakan, Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan, ihraç kararlarına 'muhalefet şerhi' koydu. Milli savunma bakanı Vecdi Gönül de öyle. Vecdi Bey uzun yıllar valilik, emniyet genel müdürlüğü, içişleri bakanlığı müsteşarlığı yapmış, Sayıştay'a başkan seçilmiş bir devletadamı; onun 'çekince' koymasını askerler de önemsemişlerdir sanırım... Bir dahaki YAŞ toplantısına, ihraç istemli bir liste gelirse, YAŞ'ın siyasî üyelerini bütünüyle ikna için, o listede yer alan kişilerle ilgili dosyaların da masaya konulmasında yarar var...

Star'ın yayımladığı fotoğraf bu yüzden önemli.

Fotoğrafta, 'tarikatçı astsubay M. D.' diye tanıtılan genç biri cüppe ve sarıkla görünüyor. 'Astsubay' olmakla cüppe-sarıklı gezmek hakikaten büyük tezat. Hele, o fotoğraf, gazetenin iddia ettiği gibi, M. D. Eyüp'te o kıyafetle dolaşırken çekilmişse... Ancak, ara sıra yolum Eyüp'e düştüğü için biliyorum, bırakın bir astsubayı, câmi imamları bile o kıyafetle gezmiyor o çevrede...

Acaba, fotoğraftaki kişi, hemen her askerî birlikte var olan mescitlerde namaz kıldıran bir asker olmasın? Bizde orduda dinadamı sınıfı yok, ama namaz kılarken cemaatin önüne geçen askerler var. Benim kısa dönemli askerliğimde, çoğu kez aynı astsubay kıldırırdı namazı; cemaate katılan rütbeliler de olurdu. Eyüp civarında mescitli askerî birlik var mıdır, bilmiyorum; ama M. D. olayı üzerine gidildiği taktirde, gerçeği hepimiz öğreniriz...

Star gazetesi başbakandan söz ederken 'Recep Tayyip Erdoğan' veya 'Tayyip Erdoğan' yerine 'Recep Erdoğan' deyip duruyor. Acaba 'Recep' adının bizim bilmediğimiz bir anlamı mı var? Star'ı yöneten Can Ataklı geçen hafta Tayyip Bey'le görüştü; patronlarının durumu dışında bu konu da gündeme geldi mi acaba?


21 Ekim 2003
Salı
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED