AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
"Dinden mi çıkar?"

Tempo'dan benimle görüşmeye gelen gazeteci soruyor: -Başörtüsü takmayan kadın dinden mi çıkar?

Mehmet Ali Birand, Manşet'e davet ettiği siyasetçi konuklarına soruyor:

-Başörtüsünü açan kadın dinden mi çıkar?

Benim cevabım şu oluyor:

-Hayır, dinden çıkmaz. Dinin temel akide çerçevesini inkar etmeyen, dinin kurallarını aşağılamayan insan, sadece bazı kurallara uymaması sonucu dinden çıkmaz. İnsanları dine kaydeden veya dinin dışına atan bir kurum yok. İnsan kendi içinde dinin üstün değer niteliğini dışladığı için bir anlamda dinden kopar. Bu insanın bizzat kendi içinde din dışına düşmesi demektir. Dinin bazı kurallarını yapamıyor olmak, zaten saygı ilişkisini koparmadığı için, dinle irtibatı da ortadan kaldırmaz.

Türkiye'de çokça sorulan bu sorunun İslam açısından cevabı böyledir.

Böyledir de, bu soru ile açılan tartışmanın, sadece soru - cevapla sınırlı olmadığının ifade edilmesi gerekiyor. Neler onlar?

Bir kere bu sorunun soruluş amacı önemli. Sorunun cevabı eğer "Hayır dinden çıkmaz" şeklinde ise, peşinden gelen cümle genelde şöyle oluyor:

-Canım madem bu kadar önemsiz, öyleyse neden açmamakta direnirler?

Bunun ardından gelen yargı da şu olur:

-Madem açmamakta direniyorlar, öyleyse bunun arkasında dini kaygılardan öte hesaplar olmalıdır...

Alın size başörtüsü ile siyasi simge arasında kurulan paralelliğe gerekçe!!!

Oysa, dini konularda biraz hassasiyeti olanlar bilir ki, "dinden çıkmak" dinle ilişkinin en uzak noktasıdır. "Dinin içinde yer almak" ise "dindar" olmakla "günahkar" olmak arasında oluşan bir salınımdır. Ve "din içinde yer almak" insanın Yaratan'ı ile kalbi bir iletişim kurması demekse, din kurallarını ıskalamak da bu iletişimde kopukluklar oluşması anlamına geliyor. Yaratan ile iletişimin farkında olan, bunu önemseyen insan, bunu yaralayacak davranışlardan -ki din buna günah alanı diyor- kaçınır. Eğer tesettür ve onun bir uzantısı olan başörtüsü, dinin bir emri ise – ki marjinal görüşler dışında din alimlerinin çok çok büyük ekseriyeti bunun böyle olduğunu belirtiyor- başörtüsü takmamak kişinin din içindeki niteliğini bir ölçüde etkileyecektir.

Asıl buradan çıkan ve hiç kimsenin sormayı akıl edemediği bir başka soru olmalı ki o, o soruyu soranların nasıl problemli bir alanda durduklarını ortaya koyacak niteliktedir. İşte şu soru:

-Başörtüsü takmayanlar veya çıkaranlar İslam'dan çıkmaz. Peki başörtüsü takanlar nereden çıkarlar?

Mesele şu:

Türkiye'de İslam'ın moral kontrol dışında bir yaptırım gücü yok. Evet kınamalar olabilir, insanlar kınanma endişesiyle bazı kurallara uymak zorunda kalabilirler. Ama onun ötesi yok. Onun ötesinde yaptırım uygulayanlar yasal açıdan sorumlu olurlar.

Ama sorunun ikinci ayağında, ciddi yaptırımlar söz konusu...

Başörtüsünü çıkarmayanlar, eğitim hakkından yoksun kılınıyorlar. Başörtüsünü çıkarmayanlar kamu görevini yapamıyorlar. Üstelik kendilerini ülkenin hakim kesimi olarak gören bir çevre tarafından en ağır moral baskıya maruz bırakılıyorlar.

Yani "başörtüsünü çıkarmayanlar"a yönelik cezalandırma var.

Demek ki, Türkiye'deki hakim anlayış, "başörtüsünü çıkarmayanlar"ın bir yerlerden, belki bir "dinden çıktığı"nı düşünüyorlar, ve buna karşılık yaptırım uyguluyorlar.

Demek ki Türkiye'de, toplumun dininden bile baskın değer belirleyen bir mekanizma var. Bir kutsal oluşuyor ve bazan İslam'ın kurallarına uymak, o mukabil kutsalın ölçülerinin aşılması anlamına geliyor ve mukabil kutsal adına insanlar yaptırıma maruz kalıyor.

Örtünme meselesi söz konusu olduğunda, Türkiye'ye hakim olan kutsal (!) anlayış, örtünmemeyi, kendi kamusalının üstün değeri olarak kabul ediyor ve buna uyulmasını istiyor. Uyulmadığı zaman en basitinden dışlıyor, daha ilerde hak mahrumiyetine uğratıyor. Üstelik onunla, "örtünmemek neden hakim değer olsun? Örtünmeme kuralını hangi tanrı buyurdu? Laiklikte tanrı buyruğu referans olmayacaksa hangi akıl gerekli gördü, hangi bilim bunun en doğru davranış olduğunu tesbit etti? " diye tartışamıyorsunuz. Onu bir laik dogma (her neyse) olarak kabul etmeniz gerekiyor. Örtünmemenin sınırını da sorgulayamıyorsunuz? Ve daha ilerde "neden örtünmemeyi sadece başla sınırlıyorsunuz, örtünmemek bir ilkeyse neden bazı yerleriniz örtülü? Örtünmenin sınırı mı var? Bu sınırları kim koydu? Birisi sizden daha acar çıkıp, ben artık şuraların da örtülmemesini istiyorum" derse, ve külliyyen üryanlığı kurallaştırırsa, bu defa toplumlar onun kutsalına teabbüd etmek zorunda mı kalmalılar?

Gülay Göktürk geçenlerde haklı olarak şu soruyu sordu:

-Başı örtmek siyasal simge olur da, başı açmak siyasal simge olamaz mı?

Başı açık birisi, başörtülü birisine karşı ayrımcı davranamaz mı?

Garip değil mi, Türkiye de "başörtülüye hayat hakkını -diğer ifadeyle- kırk katır mı kırk satır mı"yı konuşuyor, Avrupa da... Yani zaten başörtülüler kısıtlı bir hayatın içindeler. Zaten yaptırıma maruz kalmışlar... Ve hakim konumda olanlar "başörtüsüzlük ideolojisi adına" onları yargılıyor, mahkum ediyor...

Yani bir baskı söz konusu ise, bu zaten "örtüsüzlük dini" adına fiilen devrede...

"Biz bir din adına hareket etmiyoruz" demek neyi değiştirir? Basbayağı kutsallarınız var. Herbiri laik peygamber (!) gibi davranıyor... Şu anda dünyada herhangi bir din adına engizisyon var mı, bilmiyorum, ama laik uygulamaları bir engizisyona dönüştürenlerin bulunduğunu ve kimi insanların, özellikle kadınların giyotine gittiklerini biliyorum.

Tartışılacak çok şey var...


28 Ekim 2003
Salı
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED