AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Şaşırmadım, ama üzüldüm...

Cumartesi günü gerçekleştirilen "Cumhuriyet Yürüyüşü"nde yaşananlar, sizi bilmem ama, beni hiç şaşırtmadı. Ancak derin bir üzüntü ve acı duymama sebep oldu.

Evet Türk üniversite yöneticilerinin bir grup sivillikleri tartışılabilir örgüt temsilcileriyle birlikte orduyu göreve davet eden pankart ve dövizler eşliğinde yürümeleri, Türkiye'nin en azından iki, üç asırlık siyasi gelişimini takip eden ve bu süre zarfındaki sürekliliği yakalayabilen gözlemciler için asla şaşırtıcı değil.

Cumhuriyetten önce bu ülkenin dokusunda bir "ulema" sınıfı gerçeği vardı. Ulema sınıfının siyasi ve sosyal gelişmelerde oynadığı rolün ne tür sonuçlara yol açtığı az çok biliniyor. Siyasi iktidarın kullanan toplum güçleri arasında önemli bir yere sahip olan ulema sınıfı, hem idari yapıda, hem de siyaset sürecinde son derece etkin rol oynuyordu. Ülkenin adalet, eğitim ve din hizmetlerinin yürütülmesinde, temel düzenlemelerin yapılmasında ve en önemlisi de iktidar süreçlerinin meşrulaştırılmasında tartışılmaz bir konuma sahipti. Bu niteliği rakip aktörlerin konumlarına ve etkinliklerine göre azalıp çoğalıyor, güçlü padişahlar karşısında sönük duruma düşüyordu.

Cumhuriyet döneminde ulema sınıfının yerine aydınlar geçti. Dün ulema sınıfının oynadığı rolü ve gördüğü temel işlevleri bugün aydınlar oynamaktadırlar. Aydınlar sınıfının özünü de üniversiteler oluşturmaktadır.

Özerk bir aydın sınıfı yok...

Ulemanın da aydınların da en bariz özelliği özerk ve bağımsız olmamasıdır. İktidarın maaşlı elemanları ve iktidar gücünün yanında saf tutan toplum kesimleridir. Oysaki aydın olmanın temel şartı olan iktidar karşısında özerklik ve bağımsızlık söz konusu olmadığından bizde aydın sınıfı kendi ayakları üzerinde durabilen bir kesimi ifade etmemektedir.

İktidar- toplum ilişkilerinde aydın sınıfın toplumdan yana ve iktidarın sınırlandırılmasında aktif bir duruş sergilemesi beklenir. Bizim tarihimizde bunu görme şansımız yok, çünkü özerk ve bağımsız bir aydın sınıfının bulunmayışı aydınların devamlı güçten ve iktidardan yana bir duruş göstermelerine yol açıyor.

Bunun yanında bir diğer önemli davranış alışkanlığı ise aydınların siyasal yetki kullanmak istemeleridir. Osmanlı döneminde bürokrasi aynı zamanda siyasal yetkiler de kullandığından ulema mensupları da siyasal düzenlemelerin yapılmasında aktif rol onuyorlardı. Bu dönemde ulema, siyasal yetkiler kullanma alışkanlığı da kazanmıştır. Siyasi iktidarın kullanılmasını ta Platon'dan bu yana bilgili insanlara veren anlayış bize çok yabancı değil. Bilgili insanlar ulema mensupları olduğuna göre iktidarı kullanma, siyasal tasarruflarda bulunma hakkı onlarındır!

Aydınlar siyasetten vazgeçmiyor...

Bu anlayış Cumhuriyet döneminde de bir tarihsel miras olarak sürdürülmüştür. Aydınlar kendilerince doğru bildiklerini dile getirmenin ötesinde siyasal karar alma işlevlerini de ellerinde tutmaları gerektiğine inanmaktadırlar. Türk siyaset geleneğinde siyaset işlevi, seçilmiş temsilcilere, yani halka değil bürokrasiye bırakılmıştır. Bürokrasinin de elbette ki bilgi sahibi olan kesimini temsil eden aydınlara...

YÖK başkan ve üyeleri ile üniversite rektörleri, Yükseköğrenimle ilgili bir düzenleme yapılacaksa, yasa değiştirilecekse bunun kendileri tarafından yapılması gerektiğini, ancak kendilerince değişikliğin gerçekleştirileceğini ifade eden demeçler vermektedirler. Bu konuda bir yasal düzenleme veya değişiklik yapmak temelde bir siyasal karardır ve bir siyasal tercihi ilgilendirmektedir. Demokratik bir ülkede siyasal tercihler ve kararlar siyasal temsil yetkisini kullanan organlarca yerine getirilir. Atanmış kurumlar ve kişilerse siyasal temsil yetkisini kullananların tercihlerine, düzenlemelerine ve koydukları kurallara saygı duyarak bunları hayata aktarmak durumundadırlar. Ama bu olmuyor, çünkü aydınlar asla böyle bir işlev görmeye hazır değiller.

Çok gerilere gitmeye gerek yok; 27 Mayıs 1960 öncesinde, 12 Mart sürecinde, 12 Eylüle varan gelişmelerde ve nihayet 28 Şubatın o muhataralı günlerinde aydınların nasıl bir sınav verdikleri biliniyor. Demokrasi krizlerinde aydınlar başarılı bir sınav vermemiş, halkın yanında değil gücün yanında yer almışlardır. Bütün bu olaylarda güçten, iktidardan yana bir duruş sergileyen aydınların siyasal işlevler görmeye ne kadar hevesli oldukları biliniyor. Bugün de bundan farklı bir duruş sergilemeleri elbette ki zor. Gelişmeler geleneklere uygun, ancak üzücü ve umutları karartıcı bir özellikte.

Herkes bilmeli ki Türkiye'de aydınlar iktidar denkleminin önemli bir faktörüdür ve hiçbir zaman siyaset işlevini elinden bırakmak istememektedir. Ama yine de aydınların ve üniversite yöneticilerin "Ordu Göreve" pankartları altında yürümeleri demokratikleşme sürecinde umutları karartan bir görüntü vermektedir.


28 Ekim 2003
Salı
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED