|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hüseyin Cahit Yalçın'ın ünlü sözüdür: "Alkışla cumhuriyeti kurulmaz!" Ünlü olduğu kadar, ünlü yazarın canını zor kurtardığı İstiklal Mahkemesi'ne çıkmasını etkileyen de bir sözdür... Hüseyin Cahit Bey haksız değildi; tabii ki, dünyada hiçbir idare tarzını, hele de "Cumhuriyet" gibi arkasında iddalı bir felsefe ve pratik bulunan bir idare tarzını "alkışla" kurmak mümkün değildir. Sadece kurmak değil, gerçek anlamda yaşatmak da mümkün değildir... "Cumhuriyet" tabii ki alkışlanacaktır da... Ancak bu alkışlar, cumhuriyetin taşıyıcısı olan vatandaşların başta felsefe, siyaset ve hukuk alanlarında yoğun ve samimi bir katılımla hep birlikte ortaya koydukları en hür idare tarzının taçlandırılmasından ibarettir. Yani "Cumhuriyet"in kökleri "alkış"ta değil, akıl ve fikirdedir; "alkış", sıra bu ortak eserin başarısının kutlanmasına gelince ortaya çıkar... Peki bizde –bırakalım kuruluş aşamasını ve bugüne gelelim- işler nasıldır? Bakın şu 80. yıldönümü kutlamalarına ve cevabı bulun... "Cumhuriyet kutlaması" denince biz sadece "yürümeyi" biliyoruz galiba... İşte bakın herkes yürüyor... Ankara'da Anıtkabir'e, diğer şehirlerde Atatürk anıtlarına doğru herkes yürüyor... Nitekim bu yılki 29 Ekim gününün özelliği de, bu yürüyüşlere daha fazla insanın katılmasından ibaret olacaktı; eğer Şişli Belediye Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'ün himmetiyle "Dünyanın en büyük Türk bayrağı" hazır hale getirilmeseydi! Görüyorsunuz, bu girişim de Hüseyin Cahit Yalçın'ın "alkış"lara ilişkin sözlerini hatırlatıyor... 3 bin 500 metre uzunluğunda ve 4.5 metre genişliğinde olan bu "dev bayrak" altına girecek olan 100 bin kişi İstanbul'da Mecidiyeköy'den Taksim'e kadar yürüyecekmiş... Ne güzel; "En cumhuriyetçi biziz, çünkü 'Dünyanın en büyük Türk bayrağı'nı biz hazırladık!" Söyleyin: "Dünyanın en büyük Türk bayrağı"nı hazırlamakla cumhuriyet yaşatılabilir mi? Hiç olur mu öyle şey; dev bayrak rekorunu elinden aldığımız Yunanistan yarın 5 bin metre uzunluğunda bir bayrak hazırlayarak bizi tekrar geride bırakırsa durum ne olacak?! (Bu konuda en kesin çözüm, herhalde, Türkiye'nin yüzölçümü büyüklüğünde bir bayrağın hazırlanmasına vakit geçirmeden hemen bugünden başlamaktan geçmektedir! İyi olur, böylece Türk milletinin tamamı bayrak altına sokulmuş olur..) Bir Cumhuriyet, eğer daha "sembolik" olanla "gerçek" arasında bir fark görmüyorsa, daha ne denir? Ben görmedim, anlattılar: Dolmabahçe Sarayı'nın arkasındaki caddedeki ağaçlar kırmızı beyaz renkte kumaşlarla "giydirilmiş". Fakat bu işlemi yapanlar İstanbul'un Teşvikiye semtinde gerçekleştirilen bir sanat olayında olduğu gibi sanatçı olmadıklarından, ortaya pek çirkin bir manzara çıkmış. Ayrıca ağaçların dalları (sonradan kimin temizliyeceği düşünülmeden) binlerce kırmızı-beyaz plastik şeritlerle süslenmiş... Görenlerden şunu da dinledim: Caddeyi süsleyen Atatürk'ün Gençliğe Seslenişi'nde "dahili ve harici bedbahtlar"dan söz ediliyormuş! Şu "komik" duruma da bakın... Eeee bu işler böyledir. Eğer "Alkışla cumhuriyet yaşatılır" derseniz, "bedhahlar" da bir çırpıda oluverir "bahtsızlar"! Görüyorsunuz, ne "bahtsız" bir cumhuriyet.... Şimdi akrataracağım "kutlama" şekline ise ben bizzat şahit oldum: TRT'deki bir programda önce yeni bestelenen Cumhuriyet Marşı'nın sözleri okundu, sonra da orkestra ve koro tarafından icrası yapıldı. Aman ne sözler... Her dize bir başka "klişe". Müzik de ilgiçti doğrusu; Amerikan müzikallerini hatırlatan notalar.... Oysa biliyoruz ki, Cumhuriyet'in tahammül edemediği şeylerin başında "kilişeler" gelir. Sözlü ya da notalı fark etmez... Gelelim bunca "alkış" ve bunca "yürüyüş" arasında, gazeteci Emrah Gürkan'ın 80. yıldönümüne yetiştirdiği "Ne Kadar Muasırlaşabildik" adıyla kitaplaştırdığı çalışmasına: Gürkan, genç hem de çok genç bir yazar. Önsözünü Mehmet Altan'ın yazdığı kitabında, "Bölgesel dengesizlik" sorunundan, "Kıbrıs politikası"na, "Eğitim"den, "Sosyal Hayat"a, "Laiklik" anlayışından "Bürokrasi"ye, "Yolsuzluk Ekonomisi"ne kadar onlarca konuda Cumhuriyet'in ülkeyi ve toplumu ne kadar "muasırlaştırdığını" sorguluyor. Çok güzel düzenlenmiş bir çalışma doğrusu. Her konu başlığı yanına yerleştirilen tablolardan, sayısal fotoğrafımıza göz atabilmek de mümkün. Bu yıldönümünde okurlarla buluşabilen belki de türünün tek örneği. Tabii ki daha ziyade bir "El kitabı" niteliğinde. Gürkan, belli ki, yıldönümünü sadece "alkışla" geçiştirmek istemeyenlerden... İşte size "tadımlık" olarak, kitabın "Ordu" bölümünden birkaç satır: "Ordunun Holdingi Olur mu?/ Çok garip bir ülkede yaşıyoruz. Mantıkla açıklayamayacağımız, demokratik bir ülkede eşine rastlamayacağımız konular bizde sıradan hale geliyor. Hangi demokratik ülkede, o ülkenin en büyük 10 holdinginden birinin yönetim kurulunda ikisi emekli üçü görevinin başında beş asker bulunur? Ve hangi holdingin genel müdürü basına verdiği demeçlerde sürekli 'Savaş taktikleri uyguladık, kazandık', 'İş hayatının bir muharebe olduğuna inanıyoruz', 'Sonuçta iş hayatı da bir savaştır. (...) şeklinde demeçler verir? Tabii ki Türkiye'de." Hatırlatmaya gerek yok ama biz yine de belirtelim: Gürkan, tabii ki OYAK'tan söz ediyor...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |