|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
29 Ekim tartışmalarını yurtdışından izledim. Bazen izlemekle yetinmek iyi oluyor. Ülke dışından, soruların yerellikten alabildiğine uzak olduğu evrensel düşünce ikliminin merkezlerinden birisinden izlemek daha da iyi oluyor. Gazetelerin yurttaşlık bilgisi ders kitaplarını andıran, doğal teknolojik ve ekonomik gelişimi değişmeyle karıştıran, siyaseti ve toplumu kilometrelerce ve tonlarca bayrak rekoruna indirgeyen, yazı ve yorumlarıyla ülke atmosferi insanın içine otursa da bu böyle.... Bir ülkenin geleneksel haber ve kriz günleri hala bayram günlerinden oluşuyorsa, bu bayramlar hala yaşam biçimine endeksli sembolik kavgaları tırmandırma işlevi görüyor, askerin ve benzerlerinin adımları ve açıklamalarıyla türlü hesaplaşmalara kapı açıyorsa, o ülkenin işi zor demektir. Hangi tarafta yer alırsanız alın, sizin de işiniz zor demektir. Örneğin mevcut nüfus artışıyla 50 yıl sonra ülkenin nasıl bir istihdam sorunuyla karşı karşıya kalacağı, başta siyasetçiler olmak üzere kimsenin umurunda değil... Örneğin borç kıskacı kırılsa bile bu büyüme hızıyla, mevcut ekonomik modelle, hatta AB'nin muhtemel getirilerine rağmen 50 yıl sonra Türkiye'nin yine ikinci sınıf ülkeler arasında kalma ihtimali kimsenin meselesi değil. Örneğin piyasa ekonomisiyle hukuk arasındaki, kanunlarının uygulanırlılığı arasındaki mutlak ilişki hala gündemde değil. Hukuk üstünlüğünün asli meşruiyetinin toplumsal olması, toplumsalın ise bugün demokrasiyle eşanlam taşıması, ülkenin iç ve dış koşulları teranesi karşında hala algılanabilir bir gerçek değil. Benimsenen alaturka laiklik politikalarının siyasi ve toplumsal çatışmalara hakemlik yapmak yerine çatışma nesnesi haline gelmesi de öyle... Böyle olunca asli olan her şey tali hale gelir. Böyle olunca, hükümetin ekonomik kıskacı kırma hedefi güden "devlet regülasyonları"nın daha önde olduğu, ülke kaynaklarının yeniden seferberliği üzerine bir ekonomik politika arayışı bile ideolojik değerlendirmelere, bombardımanlara tabi olur. Kadrolaşma tartışmalarının içine hapsolur. Bu kısırlığın, çağın ve yarının sorunlarını es geçmenin ardında sadece zihniyet meselesi yok, devasa çıkarlar bloğu da var. Nitekim bu ülkede kentli, laik nitelikli merkez sermaye ile taşralı, muhafazakar orta ve küçük sermaye arasında yıllardır süren çatışma kah politik kah ekonomik kah ideolojik kisveyle kendisini sık sık belli eder. Örneğin istikrar programına ek olarak iç kaynak seferberliği, bununla gelecek gönüllü ve eşit dağıtılmış bir daralma fikri bugünlerde en çok, her koşulda büyümeye ya da bir şekilde ayrıcalıklarını korumaya alışmış olan "merkez sermaye"yi rahatsız ediyor. Bu noktada silahlar ideolojik hale dönüyor. Laiklik bu noktada işin içine iyice karışıyor. Bu çatışmanın ardında 1980'lerde Türk ekonomisinin dışa açılmasıyla birlikte, geleneksel olarak ülkedeki toplam kredi olanaklarının ancak yüzde 5'inden faydalanan orta ve küçük sermayenin, istihdam ve ihracat kalemlerinde toplamın yüzde 60'ları karşılaması, bu durumun "sermaye içi farklılaşma süreci"ni hızlandırması yatıyor. İstihdam, büyüme, istikrar soru ve sorunları gelip hem piyasanın hem hukukun araçsallaştırılması, içinin boşaltılması açısından bu catışmaya takılıyorlar. Kısacası Türkiye, zihniyetiyle, güç ilişkileriyle, çatışmalarıyla, düşünce dünyasıyla içine kapalı, farklı grupların dar alan çatışmaları üzerine kurulu bir diyar olmayı sürdürüyor. Hala modernleşme faslının çatışma faslında seyrediyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |