|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Emekli olan generaller, veda nutuklarında, irtica tehlikesine işaret etmişlerdi. Şimdi henüz görevde bulunanlar tarafından benzeri konuşmalar yapıldığı gözleniyor. 30 Ağustos dolayısıyla konuşan Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman "Politika din ve ırk ekseninde yapılmamalı" diyor. Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur "Takıyye yapanlar var. Halkı kandırarak dinin ticaretini yapıyorlar. Takıyye yapanlar niyetleri ne ise ortaya koysunlar" diyor. Ve nihayet, askerin konumu açısından yeni bir dil üretmeye çalıştığı gözlenen Genelkurmay Başkanı Org. Özkök, 30 Ağustos mesajında "gerici ve ayrılıkçı cereyanların yeniden hız artırdığı"nı ifade ediyor. Bu değerlendirmeler garip karşılanıyor. Çünkü kamuoyunun çok önemli bir bölümü, bu değerlendirmelerin somut karşılığını göremiyor. Belki "ayrılıkçı çizgi" duyarlılığını anlamak mümkün. Ne de olsa Kuzey Irak'la bağlantılı gelişmeler, Türkiye'yi böyle bir hassasiyet ekseninde uyarıyor. Bu kaygıyı seslendirmekle sorun ortadan kalkıyor mu sorusu hiç şüphesiz sorulabilir. Ama bir kesim hep "tehlike alarmı" üzerine söylem geliştirdiği için "ayrılıkçı tehlike" temasının işlenmesi de normal görülebilir. Peki ama "din eksenli tehlike"nin karşılığı ne şu anda Türkiye'de? "Din eksenli politika"yı kim yapıyor, kim takıyye peşinde ve hız kazanan irticai cereyan nerede? Nitekim gazeteci, tabii bir refleks halinde Genelkurmay Başkanı'na soruyor: "-Bugünkü mesajınızda irtica ve bölücülüğün arttığını söylediniz. Bunu neye dayandırıyorsunuz?" Sayın Özkök'ün cevabı kısa: "Siz bunu farketmiyor musunuz?" Farkedilmiyor efendim, sivil dünyadan bakınca farkedilmiyor, sivillerin görmediği, sadece askerlerin ve toplum içinde çok küçük marjinal bir grubun gördüğü tehlike nerede? Yoksa tehlike anlayışları mı farklı? Sayın Özkök demiş ki: "İrtica ve bölücülükle mücadelede herkese görev düşüyor. Sivil kesimlere, basına da…" Demek ki sivil kesime ve basına yönelik bir "farkettirme operasyonu" düzenlemek gerekiyor. Eskiden, yani Radikal gazetesinin başarılı ve tavırlı duruşuyla kamuoyuna mal olan biçimiyle MGK Genel Sekreterliği'nin etkin bir gölge kabine gibi çalıştığı dönemlerde "Andıçlama" diye tanıdığımız yöntemlerle sivil alan yönlendirilir, "tehlike" etrafında yoğun kamuoyu oluşturulurdu. Ama zaman değişiyor. Yönetim şeffaflaşıyor. Demokratikleşiyor. Halkın oyu ve denetimi öne çıkıyor. O zaman da insanlar somut gerçekliklere bakıyor. Kim takıyye yapıyor? "Takıyye" şayet "niyeti gizlemek" demekse Org. Eruygur'un sözlerinde takıyye yok mu? "Takıyye" sözcüğünün arkasına sığınıp bir alan vurulmak istenmiyor mu? Hangi alan o alan? "Dini politikaya alet edenler"den kastedilen kimler? Acaba Hacı Bektaş Şenlikleri'nde nutuk atanlar mı? Şu an ortada ne Hizbullah var, ne İBDA-C var. Öyleyse kim tehlike? "Din, siyaset, irtica, takıyye" sözcükleri andıçlama mantığı içinde kullanıldığında, bir propaganda zemini oluşturmaya yönelik mahiyet kazanıyor. Ortada seçimle gelmiş bir iktidar var. Bu iktidarın sözcüleri çok net biçimde "din eksenli politika" yapmayacaklarını, buna karşı olduklarını, bunun dine zarar verdiğini düşündüklerini ifade ediyorlar. Şu ana kadar da, kendi hayatlarına yansıyan "dini görüntüler" dışında dini bir söylemle ortaya çıkmadılar. Ne bu? Bunu takıyye olarak mı görmek gerekiyor? Bunu dine dayalı politika olarak mı görmeli? Bu irticanın hız kazanmasının ifadesi mi? Elbet hiçbiri değil. Ama askerlerimiz bir söylemi sürdürmekte yarar görüyorlar? Acaba neden? Bir alışkanlık mı? Bir hesap mı? Tasarlanmış bir geleceğe yatırım mı? Bizler de onlara bakıp Türkiye için vehimler mi üretmeliyiz? Mesela, "askerin yönetim üzerindeki etkinliği kaybetmesinden doğan öfkenin tezahürleri" gibi mi okumalıyız? Yoksa hiçbir biçimde halk oyuna ulaşamayan marjinal grupların hormonlu öfkelerine güç katmak için dolaşımda tuttukları "asker içinde bazı gelişmeler var" iddialarının yansıması olarak mı görmeliyiz? Bunları aşmalı Türkiye? Bir grubun bir grubu sürekli yargıladığı ve "asker orada her şeyi gözetliyor tehdidi" ile iktidarların bunaltıldığı bir Türkiye dönemi kapanmalı artık. Halk da orada duruyor. Sandıklar da orada duruyor. Herkes her şeyi sandıkla düşünmeli… Bunun ilk sınavını emekli olan paşalar verebilir. Dilerlerse Vural Savaş'la, Yekta Güngör Özden'le, dilerlerse Mümtaz Soysal veya Doğu Perincek'le… Ama lütfen sandık yoluyla…
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |