AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
Posta'cılar bu işi bilmiyor...

Cumhuriyetin 80. yıl kutlamaları programında yer alan "Camilerde hutbe"yi provokatif bir başlıkla ('ATATÜRK DUYMASIN') manşete çeken tek gazete Posta'ydı. Cumhuriyet dahil öbür gazetelerin haberi veriş biçimi ve "laik köşeler"in aradan geçen dört-beş gün boyunca (ki biz de sonucu görmek için bu kadar bekledik) konudan uzak durması, Posta'nın "koku alma" yeteneğinin sınırlı olduğunu gösteriyor... Posta'cılar nerede yanılmıştı?

Geçtiğimiz Cuma (22 Ağustos), Posta gazetesi, Devlet Bakanı Beşir Atalay'ın bir gün önce açıkladığı "Cumhuriyetin 80. yılı kutlamaları programı"nı manşete çeken tek gazeteydi... Bunun nedeni, gazetenin, kutlama programında yer alan "Diyanet İşleri Başkanlığı'nın camilerde cumhuriyet hutbesi okutacağı" maddesinin "laik hassasiyetler" açısından kaşınabilir olduğunu düşünmesiydi. Oysa aynı gün Cumhuriyet haberi iç sayfalarda tek sütun üzerinden ve "programın sınırlı bütçesi"ni başlığa çekerek vermişti...

Cumhuriyet'in tavrından da anlaşılabileceği gibi, konu "laik hassasiyetleri kaşıma" açısından uygun değildi. Nitekim sonraki günlerde "laik köşe"lerde mesele hiç deşilmedi. Peki, Posta nerede yanılmıştı? Şöyle de sorulabilir: Posta, "amaç"a hizmet edeceğini düşündüğü "araç"ları seçerken, yanılmamak için ne tür bilgilere sahip olmalıdır?

Sorunun cevabına geçmeden önce, gelin olayı bir hatırlayalım:

Devlet Bakanı Beşir Atalay, 21 Ağustos'ta bir basın toplantısı düzenleyerek "Cumhuriyetin 80. kuruluş yılı"nın ne tür etkinliklerle kutlanacağını açıkladı... Bu tür haberlerde, "program açıklandı" gibi genel bir başlık yerine, "program"ın en önemli unsurunu başlığa çıkartıp, öteki unsurları haberin içinde vermek, genel kabul görmüş bir gazetecilik refleksi... Beşir Atalay'ın açıklamalarını da gazetelerimiz bu refleks doğrultusunda haberleştirmiş; birçoğu da başlığını "Camilerde İslam dini ve cumhuriyet" konulu hutbe okutulacağına dair "etkinlik"ten çıkarmış...

'ATATÜRK OLSA NE DERDİ?'

Posta, bu gazetelerden biri... Ama o, gerek habere ayırdığı yer gerekse de "tavır" itibariyle "hutbe"yi başlık yapan öbür gazetelerden ayrılıyor... Öbür gazeteler kutlamaların bu maddesini "yeni" ve "ilginç" buldukları için başlığa çekerken (tamam, sırf bunda bile "laik" bir tepki olduğu muhakkak), Posta manşetten isyan ediyor:

"ATATÜRK DUYMASIN... Cumhuriyetin 80. kuruluş yılı kutlamalarına din adamları ve camiler de karıştırılıyor. Laik Türkiye'nin mimarı Atatürk hayatta olsa acaba bu işe ne derdi!"

Posta, birinci sayfada üç spotla biten haberinin sonunda "halk"ı da işin içine katmayı ihmal etmemiş:

"Halk, 'kimse camilerde ibadete, hutbeye karşı değil. Ama bunu cumhuriyet kutlamalarıyla karıştırmanın maksadı ne?' diye soruyor..."

Bu da sözde, işin "haberi kurtarma" bölümü oluyor. Böylece "habere yorum katılmamış"; gazete, aracılık görevini üstlenmiş, "halk"ın görüşlerini yansıtarak "habercilik" yapmış oluyor. Komik şeyler bunlar ama bu işi sadece Posta'nın yapmadığını biliyorsunuz...

"80. yıl kutlamaları " haberine dönersek... Posta'cıların haberle falan işlerinin olmadığı, bir yıl boyunca süreceği açıklanan kutlamalarda başka nelerin olduğuna dair tek bir satırın bile "haber"lerinde yer almamasından belli...

CUMHURİYET'İN BAŞLIĞI...

Yukarıdan beri sözünü ettiğimiz hassasiyet açısından Posta'dan çok daha mahir olduğunu hemen teslim edeceğimiz Cumhuriyet gazetesinin "80. yıl kutlamaları"yla ilgili başlığı ise şöyleydi: "Atalay bütçeyi açıklamaktan kaçındı... CUMHURİYET'İN 80. YILI TASARRUFLU KUTLANACAK..."

Cumhuriyet'in haberi sunuşu, bu hutbe meselesinin "kaşıma"ya fazla elverişli olmadığını açıkça gösteriyor. Peki, Posta'cıların bilmediği ama Cumhuriyet'çilerin bildiği şey ne? Diyanet İşleri Başkanlığı'nın devletin din alanını kontrol altında tutmak üzere kurulmuş bir "Cumhuriyet kurumu" oluşu tabii... O Diyanet İşleri Başkanlığı "vergi" meselesinden "ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü"ne kadar her konuda hutbe okutmuyor mu?

Posta'nın sorusuna cevap vererek bitirelim: "Laik Türkiye'nin mimarı Atatürk hayatta olsa acaba bu işe ne derdi?"

Bizim cevabımız şöyle: Atatürk ya böyle bir kurumun gerçek bir laiklikle bağdaşmadığını söyler ve onun bütün hutbelerine karşı çıkardı; ya da öbür hutbelere olduğu gibi kutlamalarda okunacak "hutbe"ye de itiraz etmezdi... Cumhuriyet gazetesinin ve "laik köşeler"in yaptığı gibi... (A.G.)


'Psikolojik harekât'tan iki enstantane..

Radikal gazetesinin açığa çıkardığı "Gizli Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Yönetmeliği"nin "psikolojik harekât"a cevaz veren bölümleri, yarı komik-yarı hüzünlü bazı "geriye dönük yaşanmışlıklar"ı da su yüzüne çıkaracak gibi görünüyor; meğer ki gazeteciler bu alandan epeyce haber devşirilebileceğini fark edemesinler....

Biz bu konuda ilk ışığı Zaman gazetesinde gördük... Zaman, "MGK GENEL SEKRETERLİĞİ'NİN GİZLİ YÖNETMELİĞİ TARTIŞMA BAŞLATI" başlıklı birinci sayfa haberinin bir yerinde, Sekreterliğin "Toplumla İlişkiler Başkanlığı"nın seçim döneminde yaptırdığı ve sonuçları gazetelere sızdırılan bir anketi hatırlatıyor... Hatırlamışsınızdır mutlaka, hani "ulusalcı" İşçi Partisi'nin seçimlerde yüzde 20 oy alacağını öne süren; partinin başkanı Doğu Perinçek'i "Barajı aştık, geliyoruz" gazına getiren anket...

Zaman, bizce de gayet yerinde bir tespitle, anketi, yönetmeliğin "ruhu"nu teşkil eden o ünlü "f" maddesinin bir uzantısı olarak değerlendiriyor: "Milli birlik ve bütünlüğü sağlayıcı her tür psikolojik tedbirlerin alınması..." (Doğu Perinçek'in seçim gecesi yaptığı, "yüzde 20 oyumuz vardı ama, seçime birkaç gün kala Süper NATO devreye girdi, oylarımızı Genç Parti'ye yönlendirdi" açıklaması herhalde yalnızca parti liderinin o geceki "psikoloji"siyle açıklanabilir diye düşünüyoruz. Bunun dahi "psikolojik harekât"ın bir parçası olması, artık aşırı spekülatif bir yorum olur.)

SÜLEYMANİYE BASKINI VE AA'NIN HABERİ

Geriye dönüp bakıldığında "harekât"ın bir parçası gibi görünen olaylardan birini de biz hatırlatalım...

Aslında Kronik Medya'da daha önce üzerinde durduğumuz bir konu bu, ama şimdi, Yönetmelik'teki, Anadolu Ajansı ve TRT gibi kurumların da "psikolojik harekât"ta kullanılabileceği yönündeki ifadelerin açığa çıkmasıyla bambaşka bir önem kazanmış durumda...

Türk kamuoyunda büyük bir infiale yol açan "Süleymaniye baskını" ilk gün bütün gazetelerde "Amerikan askerleri bombalarla saldırdı, kapıyı kırıp girdiler ve askerlerimizi esir aldılar" diye yansıtıldı...

Bunun üzerine, ikinci günden itibaren bazı gazete köşelerinde Amerikalılar'ın yanı sıra "hiçbir direniş göstermeden teslim olan" Türk askerleri de eleştirilmeye başladı. Bazı emekli askerler de yazdıkları yazılarda ya da köşe yazarlarına gönderdikleri mektuplarda, "Türk milletinin ve ordunun namusu olan silahını tek kurşun atmadan teslim eden" askerlerin mutlaka yargılanması ve cezalandırılması gerektiğini belirttiler...

Aradan birkaç gün daha geçmişti ki, Hürriyet hariç bütün gazetelerin yer verdiği bir Anadolu Ajansı (AA) haberiyle karşılaştık. Milliyet'in manşete taşıdığı, bütün gazetelerin genişçe duyurduğu habere göre, Süleymani'yedeki özel time mensup askerler "misafirperverliklerinin kurbanı" olmuştu... AA'nın haberine göre, Amerikan askerleri dostça bir ziyaret için içeri girmek istediklerini söylemişler, tam kendilerine çay-kahve ikram edilirken silahlarını çıkarıp, Türk askerlerini esir almışlardı...

Haber sadece Hürriyet'te yoktu, çünkü Hürriyet'in bölgede bulunan muhabiri, o gün serbest bırakılan askerlerin komutanıyla görüşmüş, o, olayı "bombalı, kapı kırmalı" bir baskın olarak aktarmıştı; olayı bizzat yaşayan komutanın versiyonunda hiç öyle "çay-kahve" falan yoktu...

Belli ki Hürriyet, elindeki bu haber nedeniyle AA haberinin "dezenformasyon" ürünü olduğunu düşünüp, kullanmamıştı...

Bu kadarını, "çay-kahve" haberleri daha tazeyken Kronik Medya'da yazmış, ama AA'nın (ve gazetelerin) düştüğü dezenformasyonu fazla anlamlandıramamıştık... Şimdi durum çok daha net görünüyor... Büyük bir ihtimalle devreye "Toplumla İlişkiler Başkanlığı" girmiş, ordunun prestijini zedeleyebilecek durumun gerçekte oluşmadığını, hikâyenin bambaşka bir tarzda cereyan ettiğini öne süren başka bir haber yaratmıştı...

Kimbilir daha neler vardır; hadi hep beraber düşünelim... (A.G.)


İsmet Berkan'dan 'kan dondurucu' ama meşru bir soru

"Acaba Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı ve hatta Necip Hablemitoğlu cinayetleri de birer 'psikolojik harekât' mıydı?

"Hemen kaşınızı kaldırıp sinirlenmeyin. Aynen Amerika'da her taşın altında CIA parmağı aranması gibi, bizde de eğer devletin halkına karşı 'psikolojik harekât' planlayan birimleri varsa, bu sorular da sorulur.

"Biz, 6-7 Eylül olaylarının yıllar sonra bir 'kontr-gerilla' operasyonu olduğunu öğrenmiş bir milletin çocuklarıyız. (...) Üç-beş siyasi cinayetin, üç-beş büyük provokasyonun daha 'düşman' milleti yola getirmek için düzenlenmiş birer psikolojik harekât olması Türkiye'de kimseyi etkilemez eminim.

"Kimseyi haksız yere itham etmek de istemem ama ne demek istediğimi anlattım sanırım: Devletin, kendi halkını 'düşman' gören bir anlayışı varsa ve o anlayış uyarınca 'psikolojik harekât' planları yapılıyorsa, birilerinin de bu soruları sorma hakkı doğar." (29 Ağustos tarihli yazıdan)


Cumhuriyet sen nelere kaadirsin!

Cumhuriyet'ten Deniz Som, arada bir "Cumhuriyet okurlarının gazeteleriyle ilgili anıları"nı aktarıyor.

Bu çerçevede 29 Ağustos tarihli köşesinde yer alan "anılar" gerçekten çok dikkate değerdi.

Mesela, mesleği avukatlık olan bir Cumhuriyet okuru, İstanbul Eminönü'nde gazete bayiinden tam gazetesini almaktadır ki, önündeki "iyi giyimli" bir adamın "saygılar sunarım efendim" diyerek kendisini selamladığını farkeder. Cumhuriyet okurunun tepkisi (haliyle) "Hayrola, neden?" şeklinde olur. Çok geçmeden "iyi giyimli" adam "en içten ses tonuyla" soruyu cevaplar: "Çünkü, Cumhuriyet okuyan herkes saygıdeğerdir."(!)

Tasavvur edin; "Cumhuriyet okuyan herkes saygıdeğer" ise, bir de "Cumhuriyet'te yazan herkes"in ne derece saygıdeğer olabileceğini tasavvur edin....

Deniz Som'un aktardığı bir başka "anı" çok daha etkileyici. O da aynen şöyle:

"Geçen yıl İzmir Çeşme'de Tufan Eren, yaşlı annesine evde yardımcı olması için yatılı bir kadın buluyor. Başında türbanıyla gelen 50 yaşlarındaki kadın, evde Cumhuriyet gazetesi okunduğunu görünce, 'Burası güvenilir bir ev, kalabilirim' diyor. Sonraki günlerde kadın, akşamları işi bittiğinde Cumhuriyet'i okumaya başlıyor. Ve bu yaz, başındaki türbanı çıkartıyor. Kendine bir şapka ve mayo alıp denize girmeye başlıyor..."

Nasıl buldunuz, çok etkileyici bir "anı" değil mi?

Öyleyse niçin bekliyoruz; "Türbanlı her eve bir Cumhuriyet gazetesi!" kampanyasını bir an önce açmak için niçin bekliyoruz?!


NTV'nin KKTC ile ne alıp veremediği var?

NTV'nin yayınlarına genelinde diyeceğimiz bir şey yok... Kaliteli ve özenli bir haber kanalının izliyoruz.

Ancak, NTV'de söz ne zaman KKTC'ye gelse işler bozuluyor; kaliteli ve özenli yayın yerini enteresan bir tutuma bırakıyor.

Kronik Medya'da yer almıştı ama üzerinden epeyce ay geçtiği için hatırlamazsınız. KKTC meselesinin gündemin başköşesine oturduğu günlerdi. Kanalın birçok olumlu özelliğe sahip gazetecilerinden Mithat Bereket de bu vesileyle, canlı yayında KKTC'den bir program yönetiyordu. Söz konusu program doğrusu fazla "pro-KKTC"ydi. Şaşırmıştık. NTV'nin genel yayın politikasına hiç mi hiç uygun düşmeyen bu program da nereden çıkmıştı?

Neyse, üzerinden aylar geçtiği için, Bereket'in bu programını biz bile unutmuştuk...

28 Ağustos Perşembe günü öğle saatlerinde, yine NTV'de, bu kez Celal Pir'in yönettiği "Açık Hat" adlı programda yine KKTC meselesiyle karşılaşıncaya kadar...

Perşembenin "Açık Hat"ı, açıkça söyleyelim ki, her bakımdan Bereket'in bugün asıl olarak ruhunu hatırladığımız programından kat be kat üstündü!

NTV, program konuğu olarak Celal Pir'in karşısına KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ı oturtmuştu.

Bakın ne güzel bir program; izleyiciler soracak Rauf Denktaş cevaplayacak... Ve böylece, programı kaçırmayan NTV izleyicilerinin tamamı da "Kıbrıs meselesi" hakkında aydınlanacaktı...

Hadi bakalım, başlasın artık program...

İsterseniz önce, Denktaş'ın "üslubuna" ilişkin gözlemlerimizi aktaralım: Denktaş, NTV stüdyosunda o kadar rahattı ki, KKTC'de adına "muhalefet" denilen cepheden kim varsa hepsine bir güzel verip veriştiriyordu. İnanın, insan dinlerken bile mahcup oluyordu.

"Muhalefet"e mensup kişilerin ne "satılmışlıkları" kaldı, ne de üç kuruşluk adam olmadıkları...

Denktaş'ın Amerika seyahat öncesi "adamın" gazete alacak parası yokken, seyahat sonrası "adamın" çok pahalı arabalarda dolaştığını görüyorduk...

"Muhalefet", Türkiye ile imzalanan (?) gümrük birliğine karşıydı, çünkü onların işi gücü Kıbrıslı Türkler'in fakir fukara kalmasına çalışmaktı...

"Cepler"in tıka basa para ile dolduğunu unutmamak gerekirdi...

"Rum"a, ABD ve AB'ye satılmış oldukları o kadar aşikardı ki, delil getirmeye çalışmak bile abesti...

Aman Allahım! KKTC'deki muhalefet öyle sözcüklerle anlatılıyordu ki, Denktaş'ın bu sözleri babasının malı bir televizyon kanalında söylemesine bile izin vermezlerdi.

Peki bu arada Celal Pir ne yapıyordu? Ne yapacak, Denktaş'a izliyicilerin yönelttiği soruları daha anlaşılır kalmaya çalışmakla meşguldü!

Peki ya izleyicilerinden gelen sorular? KKTC'den bir genç kızın doğru dürüst sorusu dışında, 10'u aşkın sorunun sanki bizzat Denktaş tarafından kaleme alınmış izlenimi çıkıyordu. Not almadığımız için soruları tek tek aktaramasak da, soruların uzlaştığı nokta şuydu: "Rum"a karşı niçin daha aktif bir siyaset güdülmüyor? (Takdir edersiniz ki, bu "ortak nokta" karşısında Denktaş'ı susturmak mümkün değildi!)

NTV'nin "Açık Hat"ında Rauf Denktaş'ı izlerken üzülmedik desek yalan değil... Ama yanlış anlaşılmasın, Denktaş adına değil, NTV adına tabii ki...

Bu nedenle soruyoruz: NTV'nin (tabii ki "Grup" olarak söz ediyoruz) KKTC ile bir alıp veremediği mi var acaba?

Denktaş'ın konuk edildiği programın adını da unutmayın: "Açık Hat".

Yani bir "Hat" doğrusu ancak bu kadar "Açık" olabilirdi!

Bekleyelim bakalım; belki bir gün sorumuzun cevabını bir biçimde alırız....


31 Ağustos 2003
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED