|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
OSMAN AKKUŞAK Nâzım Hikmet'le Necip Fazıl şiirimizin daima gündeminde olan iki isimdir. Bu iki şâiri yazmak, konuşmak hem entellektüel hem de popüler bir hadise olarak devam eder gider... O sebeple bugün yine Nâzım'ı tekrarlamaktan, tekrar Nâzım Hikmet'i konuşmaktan kendimizi alamıyoruz... Nâzım Hikmet olayı, 20. yüzyılda vukûa gelmiş bir trajedidir. Bir aydın trajedisi. Dili mükemmel, duyan, düşünen hassas bir şâirin o günün romantizmine ve bir ütopyaya kapılarak, kendisini yetiştiren cemiyetle, o cemiyetin hâkim kuvvetleriyle çatışmasından doğan bir trajedidir. Yıllarca hapsedilmiştir.. yıllarca dört duvar arasında yaşamanın ızdırabını çekmiştir.. Buna rağmen fikirlerinden, duygularından vazgeçmemiş, yanıldığını anlayamamış, yahut yanıldığını söyleyememiştir. Marksist öğretiye ve sosyalizmin erdemine inananlar, "Nâzım niye yanıldığını söylesin ki! Yanılmamıştır, doğruya inanmıştır ve hayatını o istikamette yaşamış, kendi mücadelesini yapmıştır." diyebilirler.. Sovyet Rusya tecrübesinden sonra böyle bir itirazın ne kadar geçerli olduğu da elbette ki sorulmaya değer.. Bununla beraber, Marks'a inananlardan bazıları, "Sovyet Rusya tecrübesi, gerçek bir sosyalizm uygulamasından uzaktır.. Asıl sosyalizm gerçekleştiği takdirde insanlara mutluluk getirecektir, birgün insanlık onu da görecektir.." tezini hâlâ savunmaktadırlar.. Bir umuttur.. Fakat şimdilik ufukta böyle bir ihtimal görünmüyor. Uzak geleceği keşfetmek ise biraz kehânetin biraz da felsefenin işi.. Herkes nasıl isterse ona inanabilir.. Bizim belirtmek istediğimiz, Nâzım'ın, mahkûm olduktan ve hapsedildikten sonra Marksizm'e inanmadığına dâir bir beyanda bulunmadığı hususudur.. Zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Nâzım için "etrafına ve münevverlere tesir ediyordu, hapsetmeye mecbur kaldık" demiştir. Devleti idâre edenleri haksız bulmaya imkân yoktur.. O günün siyasî ve stratejik şartları komünizmin yasaklanmasını gerektiriyordu.. Aksi takdirde Türkiye'nin bir "Sovyet peyki" olması tehlikesi, başımızda Demokles'in kılıcı gibi duruyordu.. Nâzım'ın, Demirperde'ye gitmeden evvel fikrinden ve inançlarından vazgeçmediği muhakkaktır. Ama Sovyet Rusya'ya vardıktan sonraki hayatında neler hissettiğini ideolojisinde bir zayıflama olup olmadığını anlamak pek kolay olmasa gerektir.. Türkkaya Ataöv'ün, Zekeriya Sertel'in ve daha başkalarının bâzı sözlerine bakılırsa nedamet getirdiği ve Sovyet Rusya'da bulunmaktan memnun olmadığı zannedilebilir... Ne tarafından bakılırsa bakılsın hâdise gerçekten bir dram hüviyetindedir. Gerek hisseden bir kalbin, bir san'atkârın uğradığı yahut yaşadığı serencâmın acılığı gerek kaliteli bir şâirin, bir dil ustasının devletine ve milletine ters düşmesi.. gerekse o günkü Türk entelijansiyasının ve millî sorumluluk taşıyanların, bir kıymetin heder olmasını, kaybedilmesini önleyememiş olmaları.. ayrı ayrı birer ızdıraptır... Nâzım Hikmet mevzuunda bu gerçekleri kaydettikten sonra şimdi de onun san'atkârlığına gelelim: İstanbul, Anadolu ve Rumeli ağızlarıyle entellektüel ve halk lisanlarının nefis bir karmasından doğan canlı bir üslub sahibi olan Nâzım; Merdiven gibi kademeli mısralarla yazdığı şiirlerine hem kuvvetli bir âhenk, hem de gayet keskin mânâlar ve mesajlar koymasını bilmiştir.. Yahya Kemal, Nâzım'ın mısraları şiir değil, hitabettir, diyordu. Doğrudur hem de güçlü, hararetli, heyecanlı bir hitabet!.. Fakat hitabet de edebî bir san'at değil midir? Bir nevî "mensur şiir" yahut "mensûre" sayılmaz mı? Nâzım'ın güçlü, canlı mûsıkîli mısraları yanında, konuşuyormuş gibi yazdığı, birer manzume sayabileceğimiz birçok şiiri de vardır yani "şi'riyet" iddiası taşımayan parçalar. Tiyatrolarının, romanlarının ve makalelerinin de dili sağlam, akıcı ve güçlüdür.. Şiirlerinin çoğunda Marksizm'i terennüm etmiştir. Aşk, hasret, dostluk, bazı beşerî ve tarihî konular, san'atının temlerini teşkil etmiştir!.. Genel olarak dilinde merdâne bir üslub hâkimdir... Şiirlerindeki ahenk ve bu yiğitçe hava, bilhassa takdir ve hayranlık celbetmiştir. Bu hayranlık, çoğu zaman, okuyanlarda Marksizm hayranlığına dönüşmüştür. Şükrü Kaya'nın işaret ettiği tehlike, bu olsa gerektir.. Nâzım'ı bayrak yapanlar, artık ebediyete göçmüş bir Türk şâirini, san'atının ve şiirinin hatırı için affedelim diyebilirler; fakat onu, millî birliğimize aykırı hareketinden ve Bizim Radyo'da yaptığı Türkiye aleyhindeki konuşmalardan dolayı, ülkenin vatandaşlarına ve gençliğine örnek gösteremezler.. Devletimizin ve milletimizin varlığına vücud veren prensipleri çiğnemeye kimsenin hakkı yoktur!.. Hiç kimse, büyük şairdir, diye millî birliğimizin ve devletimizin aleyhinde bulunmak ve o yolda hareket etmek hakkına sahip olamaz!..
|
|
|
|
|
|
|