AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Yerel yönetimlerde devrim: Bir Eyüpsultan rüyası-1

Cins romancı ve düşünür İtalo Calvino, "şehir" der "hem rüyaların, hem de kâbusların mekânıdır". Çağımızın yaşayan en büyük düşünürlerinden Gilles Deleuze ise, Batı uygarlığı ile İslâm medeniyetindeki şehir tasavvurunu karşılaştırır ve Batı'daki şehir tasavvurunu "garnizon" metaforuyla, İslâm medeniyetinde geliştirilen şehir tasavvurunu ise "galaksi" metaforuyla açıklar.

Batı uygarlığında şehrin, çok eski zamanlara kadar uzanan bir tarihi yoktur. Batı'da şehir, genelde modernlikle, özelde ise sanayi devriminden sonra vücut bulabilmiş bir olgudur ve bundan önceki dönemde nüfusu birkaç yüz bini aşabilen şehir -Konstantinopol dışında- yoktur. Antik Yunan şehir devletleri ile yaklaşık 17-18 asır sonra tarih sahnesine çıkan, Braudel'in "kapitalizmin dölyatakları" olarak tarif ettiği İtalyan şehir devletleri Avrupa tarihinde sanayi devrimine kadar başka örnekleri üretilememiş iki istisna veya parantezdir. Antik Yunan şehir devletleri, kadîm medeniyetlerdeki şehir devletlerinin bir uzantısıdır. İtalyan şehir devletleri ise bilge mimar ve düşünürümüz Turgut Cansever'in de dikkat çektiği gibi "İslâm medeniyeti'nin etkisiyle ve katkısıyla ortaya çıkabilmiş" istisnai şehir devletleridir.

Batı uygarlığı esas itibariyle bir şehir medeniyeti değildir. Hatta, Batı uygarlığı, farklı kültürlerin, dinlerin tüm canlılığı ve dinamizmi ile varolabildikleri, kendi ahlâk, toplum ve siyaset felsefelerini geliştirip kendi dünya tasavvurları doğrultusunda, hiçbir engelle, müdahaleyle karşılaşmaksızın kendi "hayat-dünya"larını kurabilmeleri ve idame ettirebilmeleri anlamında bir medeniyet de olamamıştır.

Kaldı ki, Batı'da dini farklı yorumlayan mezhepler bile rahat nefes almayı başaramamışlardır. Kilise çağları boyunca Katoliklik, diğer mezhepleri, kiliseleri meşrû kabul etmemiş; o yüzden, her kilise, ayrı bir dine dönüşmüş ve yine bu yüzden Katolikliğin mutlak otoritesinden ve tahakkümünden bunalan Batı Anadolu'daki Ortodokslar, İslâm medeniyetinin sunduğu hürriyet, adalet ve barış ortamına en fazla ve en yakından tanık olan topluluklar oldukları için daha henüz Türkler Anadolu'ya ayak basmadan kitleler halinde müslüman olmuşlar ve ancak o zaman Roma Katolik Kilise'sinin düzleştirici, aynîleştirici, tektipleştirici tahakküm ve tasallutundan kurtulabilmişlerdir. Yine İslâm'ın hızla yayılmasının en temel nedenlerinden biri de, Katolik Kilisesi'nin baskısından bunalan Nestûriler, Monofizitler ve Aryüsçülerin Katolikliğe karşı İslâm'ı desteklemeleridir.

Bu aynîleştirici, tektipleştirici ve ötekileştirici hegemonya kurma biçiminin, modern dönemden itibaren seküler Batı uygarlığı tarafından da devam ettiriliyor olması hiç de tesadüfî değildir: Avrupalıların, dün tüm dünyayı Avrupalılaştırma; Amerikalıların ise bugün bütün dünyayı Amerikanlaştırma kavgası vermelerinin nedenleri burada gizlidir: Batılılar, 2500 yıllık Batı uygarlığı tarihi boyunca, farklı kültürlerle, dinlerle ve medeniyetlerle barış ve huzur içinde nasıl "birarada" yaşayabilecekleri meselesini çözmeyi başaramamışlardır. O yüzden Toynbee gibi tarih felsefecileri, 21. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İslâm'n yıldızının parlayacağına dikkat çekmiştir. Batılıların bugün İslâm dünyası üzerine bir kâbus gibi çökmelerinin ve çöreklenmelerinin nedenleri işte burada aranmalıdır.

Peki, Batı'da şehrin geç ortaya çıkmasının nedeni ne? Tek kelimeyle, Paganizm.

Paganizm (putperestlik) kelimesinin etimolojisine bakmak bile bu gerçeği görmek için yeterlidir: Köylü ve kırsal anlamlarına gelen pagani ve pagnus kelimeleri, pagan kelimesinden türüyor. Ön ve orta Avrupa tarihi, medeniyet tarihçileri tarafından barbarların tarihi olarak adlandırılır. Paganizm / sekülarizm, fizik dünya ile fizikötesi dünyaları mezcedebilen evrensel ilkeleri olan kuşatıcı ve farklılıkları kucaklayıcı, yaratıcı bir ruh ve kurucu bir irade geliştirememiştir. O yüzden küçük yerleşim birimlerine hapsolan feodal bir toplum, kültür, siyaset ve ekonomi örgütlenmesi üretebilmiş; bu da toplulukların sürekli olarak idari, siyasi, iktisadi mülke sahip olan otoritelere başkaldırmalarını mümkün kılan ancak garnizonlar boyunca ve yıkıcı bir şekilde ilerleyebilen imparatorluklar geliştirilebilmesiyle sonuçlanmıştır.

Deleuze'ün Batı'da şehri "garnizon"a benzetmesi oldukça anlamlıdır: Bu nedenle Batı'da sanayi devriminden sonraki süreçte pıtrak gibi biten ve hızla büyüyen kentler, büyük rüyalardan çok kâbusların mekânına dönüşmüş ve insanlar, artık rahat nefes alabilmek için, büyük kentlerin çeperlerine, yani banliyölere kaçmaya başlamışlardır. Çünkü Paul Virilio'nun deyişiyle "mekanikleşen ve taşlaşan büyük kentler ruhlarını yitirmiş ve tam bir hayalete dönüşmüştür".

Oysa şehir, İslâm medeniyetinde, ruhu olan bir organizma gibidir ve büyük rüyaların mekânıdır. O yüzden Deleuze, "İslâm şehri, tıpkı bir galaksi gibi diğer galaksilerle ve yıldızlarla dinamik bir ilişki içindedir" der.

İslâm şehri, taşa, ağaca, toprağa ruh üflenen, insanların büyük rüyalar görebildikleri ve bunları hayata geçirme imkânları üretebildikleri bir hayat-ve-rüya-mekân'dır; barış ve esenlik yurdu demek olan İslâm medeniyeti'nin mikro-kozmosudur. O yüzden, Kant, 17. yüzyılda ancak ülkesinde yaşayamadığı için ülkesinin dışına, başka şehirlere kaçma ihtiyacı hissederken, Kant'tan altı asır önce İspanya'da doğan İbn Arabi, medeniyetin her bakımdan müslümanlar tarafından üretildiği bütün belli başlı İslâm şehirlerini dolaşmış, her bir şehirde bir başka rüya görerek ve kurarak, sonunda ta Şam'da vefat etmiştir:

Ancak müslüman toplumlar, birkaç asırdır büyük ve sarsıcı bir medeniyet buhranı yaşadıkları için, önce şehirleri çöktü. Eyüp'e esaslı bir ruh ve hayat kazandırma gayreti içinde olan Eyüp'ün genç belediye başkanı Ahmet Genç'in ve başkan yardımcısı Osman Sak ve diğer arkadaşların sık sık vurguladıkları gibi "büyük rüyalar görebilmemiz, büyük düşünmemiz gerekiyor". Çünkü yaşadığımız şehre yeniden esaslı bir ruh üfleyebilmenin, herkesin rahat nefes alabileceği yepyeni koridorlar açabilmenin ve herkesin huzur ve sükûn içinde yaşayabileceği taptaze "konaklar" inşa edebilmenin en esaslı yolu, büyük düşünebilmekten, büyük rüyalar görebilmekten geçiyor.

Bu sütunda birkaç hafta boyunca 10 yıldan bu yana Refahlı belediyelerin yerel yönetimlerde gerçekleştirdikleri devrimi ve sorunlarını burada özetlediğim teorik çerçeve ekseninde değerlendirip tartışacağım. İlk durağımız Eyüp Belediyesi olacak. Ardından Üsküdar, Ümraniye, Kağıthane, Eminönü ve Bağcılar'da konaklayacağız. Çarşamba günkü yazıda bir Eyüpsultan rüyasının nasıl hayata geçirilmekte olduğunun hikâyesini sizlerle paylaşacağım...


1 Eylül 2003
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED