|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Yusuf Akçura 15 Mart 1904'de yayımladığı meşhur tedkikinde Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Türkçülüğü "üç tarz-ı siyaset" ve "üç meslek-i siyasî" olarak adlandırır; zira bu üç meslek de esasen fikrî değil, siyasî nitelikliydi ve tabiatıyla üçü de o yıllara ilişkin siyasî koşulların birer ürünüydü. Nitekim Akçura bu üç siyasî programın amaçlarını şöyle açıklar: — "Memâlik-i Osmaniye'de Garp'tan istifaza ile iktisab-ı kuvvet u terakkî arzuları uyanalı belli başlı üç meslek-i siyasî tasavvur ve takib (ebaucher) edildi sanıyorum: Birincisi: Hükûmet-i Osmaniye'ye tâbi milel-i muhtelifeyi temsîl ve tevhîd ile bir millet-i Osmaniye vücûda getirmek. İkincisi: Hakk-ı Hilafet'in devlet-i Osmaniye hükûmdarında olmasından istifade ederek bütün İslâmları hükûmet-i mezkûre idaresinde siyaseten birleştirmek (Frenklerin 'Panislamisme' dedikleri). Üçüncüsü: Irk üzerine müstenid bir Türk millet-i siyasiyesi teşkil etmek." "Bir Osmanlı milleti meydana getirmek" iddiasıyla Rum milleti, Ermeni milleti, Yahudi milleti gibi gayr-ı müslim unsurların İslâm milletiyle ittihadı amaçlanıyor, "Osmanlı milleti" hiçbir din ve ırk ayrımına yer vermeyen işbu yeni siyasî birliğin adı oluyordu. Bu yeni bir vatandaşlık tanımıydı. Kısacası 'Osmanlıcılık' (ittihad-ı anâsır) mevcudu muhafaza etmek adına verilmiş bir taviz, atılmış bir geri adımdı; zira millet-i hâkime olan İslâm milletinin hükümranlık alanı hukuken ve siyaseten sınırlanmış oluyordu. Bu proje siyaseten yürü(ye)medi. Monarşilerde de çare tükenmez! Siyasî koşullar müsait olmaktan çıkınca yerini İslâmcılık projesi aldı. Devlet-i aliyye en azından imparatorluğun farklı ırklara mensup olan müslüman unsurlarını bir arada tutmayı amaçlayan bu yeni siyasete bütün gücüyle işlerlik kazandırmaya çalıştı. Bu politika Sultan-Halife II. Abdülhamid döneminde zirveye çıktı, II: Meşrutiyet'le birlikte reel-politik açısından geçerliliğini kaybetmeye başladı. I. Dünya Harbi sonrasında ise İslâmcılıktan siyasî olmaktan ziyade, askerî (psikolojik) bir imkân olarak yararlanıldı. Şimdi tekrar 1904'e dönelim ve Yusuf Akçura'ya kulak verelim: — "Millet-i Osmaniye ihdâsı siyaseti ciddi olarak Mahmud-ı Sânî zamanında doğdu. (...) Millet-i Osmaniye siyasetinin adem-i muvaffakiyeti üzerine İslâmiyet politikası meydan aldı. Avrupalıların Panislamizm dedikleri bu fikir, son zamanlarda Genç Osmanlılık'tan, yani Osmanlı milleti teşkili siyasetine kısmen iştirak eden fırkadan doğdu. (...) Padişah'ın siyaset-i hazırası [1904], şu tahavvülden sonraki Genç Osmanlı efkârıyla büyük bir müşabehet gösterir. (...) Irk üzerine müstenid bir Türk milliyet-i siyasiyesi husûle getirmek fikri pek yenidir. Gerek şimdiye kadar Osmanlı devletinde, gerekse gelip geçen diğer Türk devletlerinin hiç birisinde bu fikrin mevcûd olduğunu zannetmiyorum." Türkçülüğün gerçekten de fiilen meydan-ı siyasette boy göstermesi II. Meşrutiyet dönemine rastlar. 1913'ten sonra ise kaçınılmaz bir siyasî seçenek haline gelmiş ve fakat bir süre (bilhassa Alman Genelkurmayının ısrarıyla) İslâmcılıkla birlikte yürütülen müşterek bir siyasetin parçası olmaktan kurtulamamıştır. İngilizlere karşı İttihad-ı İslâm, Ruslara karşı ise İttihad-ı Etrak... Bu iki siyaset I. Dünya Harbi'nde Osmanlı devletinin propaganda faaliyetlerinin yegâne muharrik gücüydü... Hem Türk Yurdu, hem Sebilürreşad.... hem Akçuralar, Ağaoğulları, hem Akifler, Babanzâdeler... VE hem Sarıkamış, hem Kanal Seferi... İslamcılık ve Türkçülük siyasetlerinden hangisinin daha yararlı ve uygulanabilir nitelikte olduğuna ilişkin Akçura'nın şu sorusu, böylelikle karşılığını bulmuş oluyordu: — "Hülâsa, öteden beri zihnimi işgal edip de kendimi iknâ edecek cevabını bulamadığım suâl yine önüme dikilmiş cevap bekliyor: Müslümanlık, Türklük siyasetlerinden hangisi Devlet-i Osmaniye için daha nâfi ve kabil-i tatbiktir?" Görüldüğü üzere imparatorluğun sonlarına yaklaşıldığında genç bir münevver için 'Osmanlılık', 'Müslümanlık' ve 'Türklük' mefhumları sadece devletin beklentilerine cevap verecek "yararlı ve elverişli birer siyasî imkân/araç" olarak tanımlanıyordu. Bu savunma stratejisinin temel maksadı her ne pahasına olursa olsun öncelikle ittihad (birlik ve beraberlik) idi: en başta müslim, gayr-ı müslim bütün anâsır-ı Osmaniyenin ittihadı... olmadı, Türk, Kürt, Laz, Arap, Çerkes bütün anâsır-ı İslâmiyenin ittihadı.... o da olmadı, Oğuz, Tatar, Kazak, Kırgız, Özbek bütün anâsır-ı etrakın ittihadı... Yalnız bir hususu akıldan çıkarmamak gerekir: Bu üç tarz-ı siyasetin üçü de Garplılaşma yanlısıydı. Bugün de öyle değil mi?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |