|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Irak işgali ile başlayan süreç, Müslümanlar'ı, İslam tarihinde keskin dönüşümlerin yaşandığı dönemlere benzer bir aşamaya hazırlıyor. İslam'ı ve İslam dünyasını kontrol altına almaya yönelik büyük harekatın en önemli aşamalarından biriydi Irak'ın işgali. Dicle ile Fırat arasına yerleşen yabancı güçlerin aynı zamanda hem Ortadoğu'yu, hem Güney/Güneydoğu Asya'yı hem de Kuzey/Orta Afrika'yı sarsmaya yönelik müdahalesi, aynı motivasyonla devam ederse, İslam dünyası "iki keskin ve sarsıcı seçenek"le yüz yüze gelecek: Boyun eğmek ya da Anglo-Amerikan cephenin hegemonya amaçlı istilalarına, onların desteklediği rejimlere ve savundukları değerlere karşı dalga dalga bütün İslam coğrafyasını etkisi altına alacak bir öfkeyi harekete geçirmek. 1990'dan bu yana yakından izlediğimiz yeni küresel sistem inşasına yönelik girişimlerin bütün aşamalarında; yeryüzünün orta kuşağı olan İslam coğrafyasına hakim olma, bunun ön şartı olarak da İslam'ın siyasi, ekonomik ve kültürel alandan dışlanması, 21. yüzyıla yönelik paylaşımda İslam dünyasının devre dışı bırakılması ve "İslam'ın meydan okuması"nın engellenmesi hedefi var. Anglo-Amerikan cephenin tek yanlı dünya sistemi planlarına direnen güçler bile, "İslam tehdidi"ne karşı onlarla aynı cephede mücadele ediyor. "ABD-İngiliz-İsrail cephesi"nin 11 Eylül sonrası başlattığı istila kampanyası, bu harekatın üzerindeki örtüyü kaldırarak açık savaş dönemini başlattı. Müslüman kitleler, on yıldır devam eden bu harekatın vehametini gerçek boyutuyla ancak bu dönemde görebildi. İşgal Koalisyonu'nun Irak'ı denetim altına alıp yeni hedeflere yönelme gücü bulup bulamayacağını zaman gösterecek. Ancak beş ay gibi çok kısa bir sürede işgal hızla nitelik değiştirmeye başladı. Artık Irak'ta yeni bir durum var ve bundan sonra yabancı güçler, Irak'ın geleceğinde alternatifsiz görünen İslami yükselişi dizginlemek için savaşacak. Buna paralel olarak da Irak halkına karşı yürütülecek bir savaş var kapıda. Saddam yönetiminin istihbaratçılarını ve güvenlik personelini işe almaya başlayan Amerika'nın özellikle Müslüman ülkelerden asker desteğine yoğunlaşmasının altında da bu kaygı yatıyor. On yıldır Müslüman ülkelerde eğitimden sermaye yapısına ve siyasi yapılanmalara kadar her alana müdahale edip kendi programlarını dayatan ABD, şimdi Irak'ta etnik ve mezhep eksenli çatışmalarını körükleyerek ve İslamcı gruplar arasındaki liderlik mücadelesini destekleyerek tehlikeyi önlemeye çalışıyor.
Sorgulama, liderlik ve "Devrimci İslam"
Ayetullah Muhammed Bakır El-Hakim'in öldürülmesi, Muhammed Said El Hakim'e, Ayetullah Ali Sistani'ye yönelik suikast girişimleri, Sünni gruplar ile Mukteda Sadr arasında geleneksel Şii liderlere karşı ittifak kurulduğu yaygarası, Sadr'ın kendi silahlı gücü ile güvenlik çemberine alınması, Kum ile Necef arasında Şii dünyasını temsil rekabeti, İran dini liderliği ile Necef merkezli ve Arap karakterli Şii liderler arasındaki ayrışma ve Sünni İslamcı gruplara yönelik kanlı tasfiye operasyonları hem Müslümanlar arasındaki farklılıkların izlenmesi açısından hem de ABD ve İngiltere'nin "İslam tehdidi"ne karşı yürüttüğü savaşı bu farklılıklara yatırım yaparak sürdürdüğünün görülmesi açısından çok iyi izlemek gerekiyor. Irak'ta işgalin devam etmesi de, işgalcilerin geri çekilmesi de İslami canlanmayı güçlendirecek. İşgalin devam etmesi İslam dünyasını etkisine alacak bir mücadeleye neden olacağı gibi, ABD'nin geri çekilmesi Müslüman kitlelerin özgüvenini artıracak. Bu konjonktürde işgalcilerin attığı her adım bu gücü daha da besleyecek. Irak işgali hem Müslümanlar arasında keskin bir tartışmanın zeminini hazırlıyor hem de sömürgeci güçlere karşı güçlü direniş geleneğini harekete geçiriyor. İkisinin de sadece Irak'ta değil, bütün İslam dünyasında çok ciddi sonuçlara yol açacağı aşikar. Şii dünyasının İran ve Arap karakterli olarak kendi içinde ciddi tartışmalara girdiği, geleneksel dini liderliğin sorgulandığı, işgalcilere karşı tutumun şiddetli tepki gördüğü, yeni liderlerin ve hareketlerin geliştiği, siyasi gelişmeleri algılama biçimlerinin dönüştüğü, Sünniler'le Şiiler arasındaki ilişkilerin tartışıldığı, bugüne kadar ABD desteği ile ayakta Sünni karakterli rejimlerin meşruiyet ve temsil krizine tutulduğu, kitlelerin kontrol altına alınmasının son derece zorlaştığı ve "Devrimci İslam" vurgusunun yeniden güç kazandığı bu dönem İslam dünyasının geleceğini belirleyecek bir çok gelişmeye sahne olacak.
Direniş mi, iç çatışma mı?
Müslümanlar'ın kendi içinde başlayan tansiyonu yüksek tartışmalar, İslam dünyasının siyasi, kültürel ve ekonomik alanlardaki düşünsel arayışlarına zengin açılımlar sunabilir. Bu tartışmalar, İslam toplumlarına güçlü motivasyon ve özgüven aşılayabileceği gibi, siyasal bilinçlenmeye katkısıyla onlara Birinci Dünya Savaşı sonrası içine düştüğü onursuz durumdan kurtulmaları için çıkış yolları sunabilir. Ancak önümüzdeki dönemde çok daha şiddetlenmesi beklenen tartışma, sorgulama ve liderlik sorununun, ABD ve İngiltere'nin provokasyonlarıyla son derece tehlikeli hale gelmesi de muhtemel. Korkulan, 21. yüzyılın İslam dünyasına derin etkiler bırakması beklenen bu gelişmeyi işgalcilerin yönlendirmesi, bunun sonucunda da etnik ve mezhep eksenli bölünmelerin hatta çatışmaların yaşanmasıdır. Bu tehlikeyi önlemenin tek yolu, dikkatlerin iç çatışmalara değil, dışarıdan gelen tehditlere yoğunlaştırılmasıdır. İslam dünyası, İran devriminden çok daha etkili sürprizlere hazır olmalı. Bu süreç, sadece Şiileri yeniden harekete geçirmekle kalmayacak. ABD'nin dünya çapında yürüttüğü savaş, özellikle Sünni örgütleri hedef alıyor. Irak'ta da bu çatışmayı görüyoruz. İşgal ve yağma bu tarzda devam ederse, Endonezya'dan Fas'a uzanan geniş coğrafyada hiçbir gücün kontrol edemeyeceği gelişmeler yaşanabilir. İslam'ı kontrol altına almaya çalışan güçler, aslında İslam'ın siyasal gücünü harekete geçirdiler ve asla dizginleyemeyecekler. Yeni dönemin ilk kurbanları da, bu güçlerin desteğiyle ayakta duran yerel iktidarlar olacak gibi.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |