|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
eleştirisi ve cevabımız... Başkale Kaymakamı Mustafa Çöğgün, 22 Ağustos'ta bu sayfada yayımlanan "Hayvansever merkez medyaya haber ihbarı" başlıklı değerlendirmemizin "tevzihe muhtaç" olduğu kanaatiyle gazetemize bir açıklama gönderdi. Açıklamanın tam metnini yayımlıyoruz (bakınız: "Kaymakam'ın açıklamaları" başlıklı çerçeve). İsterseniz önce onu okuyun, sonra cevabımızı içeren bu yazıya dönün...
"Merkez medyadaki günlük gazetelerin, Güneydoğu'dan gelen hukuk ihlali haberlerine 'serin duruş'u herkesin mâlumu... Sevmiyor gazetelerimiz bu tür haberleri, yeteri kadar 'kentli' bulmuyor... Ama bu kez umutluyuz; çünkü bu kez hukuk dışı muameleye maruz kalanlar insanlar değil, atlar... Haberimiz, 75 atın diri diri yakılmasını konu alıyor..."
HÜRRİYET'E TEŞEKKÜR...
Bu yazıdan 8 gün sonra, 30 Ağustos'ta Hürriyet haberin izini sürmüş, bir muhabirini bölgeye göndermiş. (22 Ağustos tarihli yazımız şöyle bitiyordu: "Haber böyle; büyük basına duyuruyoruz... Bilhassa 'hayvan sevgisi'ne özel bir önem veren ve iyi de yapan Hürriyet gazetesine, bilhassa da Bekir Coşkun'a.") Şu da bizim ayıbımız; Hürriyet'in haberini biz Başkale Kaymakamı Çöğgün'ün mektubundan öğrendik, haberi kaçırmışız, önceden görseydik muhakkak teşekkürlerimizi iletirdik.
TABİİ Kİ EMİN DEĞİLİZ...
Dönelim Kaymakam Çöğgün'ün mektubuna... Bize "tekzip" gönderdiğine göre kendisi farketmemiş ama siz mutlaka farketmişsinizdir: Özgür Gündem'in haberine yönelik eleştirilerle bizim hiçbir alakamız yok. Biz, sadece haberi aktardık ve büyük basını göreve çağırdık. Ajitasyon falan da yaptığımız yoktu; o kadar yoktu ki, haberi aktarırken "doğruysa" kaydını dahi kullanmıştık. Hangi ajitatör, ajitasyon nesnesi hakkında böyle der. İşin daha tuhaf tarafı şu ki, Kaymakam Çöğgün, bunu bile "aleyhimize delil" olarak kullanıyor. Mektuptaki şu cümleyi bir kez daha birlikte okuyalım: "Haberin doğruluğu hususunda tam emin olunamamadan mıdır bilinmez, 'çünkü doğruysa bu kez insanlar değil, hayvanlar bir zulme uğramış durumda' denilerek şüphe ve tereddüt izale edilmeden..." Cevabımızı şöyle toparlayalım: "Haberin doğruluğu konusunda" o gün de "tam emin" değildik, bugün de... Zaten Özgür Gündem'in haberini yazımızda "iddia" diye nitelendiriyorduk ve basını da bu "iddia"ların doğru olup olmadığını araştırmaya çağırıyorduk... Zaten "tam emin" olsaydık "suç ihbarı"nda bulunurduk, "haber ihbarı"nda değil... Sayın kaymakama söylenecek ve damağınızda "polemik tadı" bırakabilecek birkaç şey daha var ama itirazımızın özü bu...
TÜMÜYLE YANLIŞ ANLAŞILMA...
Hadi birini söyleyelim... Mektubun üçüncü maddesi: "Yine, Güneydoğudaki 'hukuk ihlalleri'ne merkez medyası olarak tabir edilen günlük gazetelerin lakayt kaldığı, ne var ki 'Sessizlerin sesi' olması gereken olarak vasıflandırılan bazı hassas medyanın 'yeri göğü inletmesi' ile olayın kapanmayacağı vurgulanarak, ajitasyon yapılmaktadır..." Tümüyle bir yanlış anlaşılma... Biz, medyanın tümüyle "sessizlerin sesi" olması gerektiğini ve hiç değilse bu olay için umutlu olduğumuzu belirtmiştik. Şu cümleden, Kaymakam Çöğgün'ün çıkardığı sonuç çıkar mı: "Peki, böyle bir olay nasıl kapanmaz? Tabii ki 'sessizlerin sesi' olması gereken medyanın 'yeri göğü inletmesi'yle... Peki mümkün mü bu? Bizce mümkün, çünkü bu kez zulme uğrayan hayvanlar ve merkez medyanın 'hayvan hakları' konusunda ne kadar hassas olduğunu biliyoruz..." Merak etmişsinizdir, son olarak Hürriyet'in haberiyle ilgili birkaç şey söyleyelim: Hürriyet muhabiri Sermin Sarıbaş köylülerle de konuşmuş yetkililerle de... 4 Ağustos'ta 75 atın kurşunlarla ya da yanarak öldüğünü iki taraf da doğruluyor. Köylüler "yakıldılar" derken, yetkililer "Atların sırtlarındaki mazotlar isabet aldığından alev aldı" diyorlar... Köylüler, son iki yılda iki bin atın böylece "öldürüldüğünü" de iddia ediyorlar... İşte böyle... Bizim istediğimiz buydu... Sarıbaş'ın haberinin spotunda denildiği gibi "Başkale bugünlerde 'at yakma' hikâyeleriyle çalkalanıyorsa", basının görevi de bu "hikâyeler"e kulak kabartmaktır... (A.G.) NOT. Yeri gelmişken belirtelim... Bize gönderilecek "açıklama"ların "Basın Kanunu'nun ilgili maddeleri uyarınca yayımlanması"nı istemeye hiç gerek yok. Sayfamızı aşırı ölçülerde zorlamayacak bir hacimde olması ve hakaret, küfür içermemesi koşuluyla eleştirilerin tümünü tam metin yayımlıyoruz. Ayrıca: Yukarıda anlattığımız gibi, Kaymakam Çöğgün'ün eleştirisiyle hiçbir alakamız olmadığı için mektubunu yayımlamayabilirdik. O eleştirinin Basın Kanunu marifetiyle yayımlatılması da katiyen mümkün değildi...
Bize sorarsanız, bu fotoğrafı bir kenarda tutup (mümkünse iyi korunması için camlatıp), kısmetse 15-20 yıl sonra çocuklarımıza, torunlarımıza, torunlarımızın çocuklarına ya da torunlarına göstermeliyiz... Ve o gün geldiğinde küçüklere fotoğrafın anlamını şöyle açıklamalıyız: Bakın çocuklar! Fotoğrafın çekildiği yıllarda, ülkemizde "gerçek" ile "sembolik" veya "temsili" olan arasında hemen hiçbir fark yoktu... Mesela Türk bayrağının anlamını vurgulamak için, o zamanki büyükleriniz bu bayrağı mümkün olduğu kadar kocaman (yani bir futbol sahası büyüklüğünde) ve olabildiğince bol miktarda kullanırlardı... İşte önünüzdeki bu fotoğrafta da, ülkede "gerçek" ve "temsili" olan arasındaki farkın nasıl ortadan kaldırıldığını görüyorsunuz... Dikkatle bakın; tören tribününde hazırolda önlerinden geçen faytonu selamlayan kişiler, ülkenin o zamanki başbakanı, valisi ve belediye başkanıdır... Tamam haklısınız, bu kişiler aslında faytonu değil, faytonun içindeki kalpaklı şahsı selamlıyorlar... Ama unutmayın ki, faytona kurulmuş olarak başbakan, vali ve belediye başkanının önünden geçen o kişi sadece ve sadece bir "aktör"dü! Nasıl buldunuz çocuklar, komik değil mi? "Aktör"ün resmi heyetin önünden geçerken neler hissettiğini hayal edin çocuklar... O günün akşamı "aktör" ve arkadaşları amma eğlenmiştir değil mi çocuklar?! "Aferin sana, koca başbakanı bile karşında hazırolda tuttun ya!" diyerek amma eğlenmişlerdir değil mi çocuklar?! İşte çocuklar; Türkiye o zamanlar böyle bir ülkeydi... "Gerçek" ve "temsili"olan arasında hiçbir fark yoktu.... Gülmeyin çocuklar! Şaka yapmıyorum, durum gerçekten fotoğraftaki gibiydi... Toktamış Ateş'ten 'düşman' kodlamasına itiraz...
Bu sayfada, 3 Kasım 2002 seçimlerinden bu yana hiç usanmadan işlediğimiz bir mesele var: Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (AK Parti) "iç düşman" olarak kodladıkları için ona karşı "muhalefet" yapmayı yanlış bulanların varlığından söz ediyoruz sık sık... Çünkü "muhalefet" son tahlilde "bizden, içimizden" olanlara karşı yapılır ve bu özelliğiyle meşrulaştırıcı bir karakteri vardır... Nasıl ki bir ülkeyi işgal etmiş "düşman"a karşı, onun hem iyi hem kötü yanlarına işaret eden bir mücadele çizgisi (muhalefet) yürütülemezse, AK Parti'ye karşı da benzer bir tutum alınmalıdır... Mesela Star gazetesinin, mesela Cumhuriyet gazetesinin ana yayın çizgisinin bu anlayış doğrultusunda şekillendirildiğini de keza sık sık söylüyor, örnekliyoruz... Hatırlarsanız, bundan bir süre önce Cumhuriyet gazetesi yazarı Oktay Akbal "Kartaca Yıkılmalıdır" başlıklı yazısında bu anlayışı gayet net bir biçimde ifade etmiş, biz de bu sayfada Akbal'ın söylediklerini size aktarmıştık... Bugün de bir başka Cumhuriyet gazetesi yazarının, Toktamış Ateş'in bu "düşman kodlaması"na itiraz ettiğini duyurmak istiyoruz size... Ateş, 4 Eylül tarihli "Asıl Suçlular" başlıklı yazısında önce AK Parti hakkındaki bilinen muhalif görüşlerini aktarıyor: "Günümüz Türkiyesi'nde; kendini 'devrimci' ve 'Atatürkçü' sayan bir insanın, AKP iktidarından hoşnut olması asla beklenemez. 'Eskilerin yapmış olduğu hata ve zorlamaları, herhalde bunlar yapmaz' gibisinden kimi umutları olanlar bile; Sayın Bülent Arınç'ın, daha ilk hafta 'başörtü meselesi'ni ateşlemesi sonucunda, boşuna umutlanmamaları gerektiğini anlamışlardı. Bugün, özellikle medyada, AKP iktidarına hâlâ destek olanlar, gasp etmiş oldukları kamu çıkarlarının hesabını vermenin korkusu içinde olanlardır..." Bunları zaten biliyoruz ama biz asıl bu cümlelerden hemen sonra parantez içinde belirtilen şu bölüme dikkatinizi çekiyoruz: "Burada özenle belirtmem gereken bir nokta da, bu iktidarın başarılarına 'üzülecek olanlar' arasında olmamamdır. Bazı arkadaşlarım, AKP'nin her şeyine karşı olmayı, Atatürkçülük gereği sayıyorlar ki, ben öyle düşünmüyorum." (A.G.)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |