|
 |
'Laila'da bir ben
eğlenemiyorum'
Şöhreti ülkemiz sınırlarını aşıp Avrupa ve ABD'ye dek uzanan "Laila" efsanesinin mimarı, eğlence sektörünün hem ölesiye beğenilen, hem delicesine kıskanılan, hem de yerden yere vurulan prensi Şefik Öztek ile farklı tellerden çaldığımız bir söyleşi...
ALİ MURAT GÜVEN / HABER MERKEZİ Fotoğraflar: MURAT PALAVAR
"Medyada herkes herkesle görüşür. Ama Yeni Şafak görüştüğünde o çalışma mutlaka olay olmalıdır."
Genel yayın yönetmenimiz Selahattin Sadıkoğlu, çıtayı dünya sırıkla atlama şampiyonu Sergei Bubka'nın bile erişemeyeceği bir noktaya dikmiş bir kere. Buyur zıpla da üzerinden aş!
Son üç-dört yıldır Türk magazin medyasının adetâ bir "kabile büyücüsü" gibi görüp dakika başı kapısını aşındırdığı efsunlu bir adama Yeni Şafak adına konuk olmak biraz zorlayıcıydı elbette. Ne de olsa bizler birer "Acun" ya da "Taner" değiliz. Ama geride bıraktığımız yıllar ruhumuzu bu meslekte bir parça mazohist yapmış olsa gerek ki, "Laila'nın patronuyla görüşeceğiz, ama bu görüşme ne Laila'nın patronunu ne de Yeni Şafak'ı kasacak ve ortaya çok harika birşey çıkacak" gibi fantazi bir iddiayla harekete geçtik.
Bizim gibi ağır takılmayı tercih etmeyen, "bir kısım medyadan" bir çok meslektaşımız bu fikrimizi duyar duymaz ilk olarak "O-hooo, hayatta kabul etmez" şeklinde görüş serdetti. Yalnızca bir-iki tanesi hariç. Onlar ise şöyle yaklaştılar mevzûya: "Hep aynı teranelerden, aynı yönde sorulardan bıkmış bir adam. Bu türden farklı bir görüşme ona da iyi gelecektir."
Sonuçta, azınlıkta kalanların dediği doğru çıktı. Medyada ondan milyon kere daha az popüler, fosilleşmiş şöhretlerinin ekmeğini yemeyi sürdüren kimi tiplere çok soylu amaçlarla telefon açıp "Hmmm, bir düşüneyim hele. Siz... Siz... Şey, siz biraz sağcıydınız di mi?" gibi cevaplar aldığımız da vâkiyken, eğlence âleminin kralı Şefik Öztek bu görüşme için tam üç ayrı randevusunu iptal etti. Ayrıca, muhabbetimiz boyunca da cep telefonunu kapatıp, adamlarına "Kimseyle görüşmek istemiyorum, arayanların hepsini akşama erteleyin" talimatı verdi. Telefonu yirmi saniyede bir çalan, milletin bir imza alabilmek için kendisini parçaladığı şov dünyasının kimi ünlü simâlarını kapısından geri çevirten biri için yeterince dostça bir hareketti bu.
Öztek ile çok derin mevzûlara girdik. Aynı derinlikte de cevaplar aldık. Sanırız kendisi de memnun oldu ki "Bu sezon, yabancı ülkelerden gelen televizyoncular da dahil, bana en fazla keyif veren medya görüşmesini yaptım" diyerek uğurladı bizleri. Konuştuklarımızın bir kısmı hem yer darlığından, hem de özel nitelikte olduğundan bize kalacak. Ancak servislenecek olan bölümün dahi, şimdiye dek yalnızca tek bir boyutuyla tanınan/tanıtılan bu sıra dışı yeteneklere sahip adamın özel dünyasını aralaması açısından yararlı olacağını düşünüyoruz.
Şefik Öztek'e öncelikle "Allah" dedik, "Allah ile aranız nasıl?"
"Bu dünyada Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmuyorum" diyerek söze başladı. "Benim gibi adı Laila konseptiyle özdeşleşmiş, magazinel ilginin odak noktasındaki bir adamın sanki manevî dünyayla hiç bir alâkası olamazmış gibi bir yaklaşım var. Bu, biraz daha bizim ülkemize özgü bir durum. Halbuki benim de bir iç dünyam var. Ben de bir aile reisiyim, eşim ve iki çocuğumla gayet mutlu bir hayat sürüyorum. Sorarım size, benim eşimi ve çocuklarımı hiç bu âlemin içinde uygunsuz bir pozisyonda gördünüz mü?"
Doğrusu bu ya, bırakın görmeyi, Şefik Öztek'in evli oluşu bile bir meçhuldu bizim için. Yaşını soruyoruz, "Tam 40" diyor, "Yani yolun yarısını geçtim artık."
"Laila, orta sınıf için kurulmadı"
Pekiyi ya onca yaman çelişki? Hem içerilerde bir yerde samimi bir inanç, hem de sınıfsal uçurumları iyice keskinleştiren bir hınç kültürünü alabildiğine besleyen Laila gibi bir haz tapınağının baş muhafızlığını yürütmek? "Ben ne öyle sanıldığı kadar yer içerim, ne de öyle sanıldığı kadar patırtılı eğlenmeyi severim" diyor, "Laila benim hayatımın birebir yansıması değil, yalnızca kafamda yıllar boyu tasarladığım özgün bir konseptin uygulamasıdır. Dünyada kısmen benzerleri olan, ancak tam da bir eşi bulunmayan bir konsept. Kiraladığım bu alana her yıl sadece üç ay için 1,5 milyon dolara yakın para ödüyorum. Buradaki herşey, büyük bir bölümü yabancı kökenli olan müşterilerimin beklentilerine uygun tasarlandı. Ben hiç bir zaman Türkiyeli orta sınıfların kesesine uygun bir eğlence mekânı kurmayı vaad etmedim ki! Bu gibi absürd kıyaslamaları medya ve bazı popülist siyasetçiler yaptı. Yok işçi ücretleri şu kadar da, Laila'da bir bardak kahve şu kadar. Yahu burası Laila işte, dünyada da tek, Türkiye'de de tek. Hedef kitlesi en başta zengin yabancılar, ardından da Türkiye'de yaşayan üç-beş bin kişilik bir varlıklı kesim. Onlar burada Laila gibi bir yer bulamadıklarında uçağa atlayıp İspanya'ya, Fransa'ya ya da Yunanistan'a gidiyorlar. Ne yapalım yani, Laila'yı kapatıp bütün o geliri yurt dışına mı gönderelim? Burada 200'e yakın insan çalıştırıyorum. Çalışanların hepsi sigortalı, takır takır sigorta pirimleri ödeniyor. Tek kuruş vergi borcum yok. Bağlı bulunduğumuz vergi dairesinden 'Bütün hesaplarınız çok düzgün' denilerek teşekkür mektupları alıyoruz. Kapıda bekleyen taksicilerden, sarf ve gıda malzemeleri aldığımız toptancılara dek binlerce kişiye trilyonlarla ölçülen bir ticarî hareketlilik getiriyoruz. Ayrıca birkaç yıldır kendi çapımda bir yardım kampanyası geleneği oluşturdum. 17 Ağustos depreminin yıldönümlerinde, o gecelerin hasılatını engelli yurttaşlarımızla ilgilenen hayır kurumlarına bağışlıyorum. Bu benim açımdan, kazancım üzerinden verdiğim bir "zekat".
Bu arada, programlarını bizimle dolduran bütün o magazin ekiplerini hiç saymıyorum bile.
Size bütün samimiyetimle söylüyorum, bu ülkede Laila'ya girip de eğlenemeyen tek insan benim. Çünkü aklım fikrim sürekli kalite standartlarındadır. Personel müşterilere kibar davranıyor mu, ses sistemi iyi mi, yemeklerde bir sorun çıktı mı, hesaplardan şikayetçi müşterilerin adisyonlarında gerçekten abartılı bir şey var mı? Her yaz, geceler boyunca bu gibi sorunların çözümüyle uğraşırım. Bu arada telefonum da sürekli çalar. Reservasyonu tamamen dolu gecelerde iltimaslı muamele isteyen dostların taleplerine cevap vermeye uğraşır, onları da kırmamaya çalışırım. Kısacası, iki arada bir derede bir hayat bu. Ancak, size şunu söyleyeyim ki bu Şefik'ten içre bir Şefik daha vardır. Daha fazlası ise bana kalsın."
"Başörtülü müşteri neden olmasın ki?"
Laila'ya özellikle son iki sezondur en çok yöneltilen eleştiri, içeri girmek isteyenlerin ana kapıda muğlak kriterlere göre ayıklanması. Öztek bu konuda daha önce çok fazla izahatta bulunduğu için tekrara düşmek istemiyoruz. O bu ayıklamanın insanların zenginliklerine göre değil, içeride bulunanların huzurunu kaçırıp kaçırmama ihtimallerine göre yapıldığını savunuyor. Buna örnek olarak da sosyal statüsü yüksek, cüzdanı kabarık, ancak tatsızlık çıkarma eğilimi de yüksek kimi ünlülerin kapıdan çevrilmesini gösteriyor. Bunu da ellerinde bulunan bir "black list"e (bu tabiri aynen ondan duyduk, bir kara listeleri varmış) dayanarak yaptıklarını belirtmekte. Derdinin kesinlikle orta sınıfı aşağılamak olmadığını söylüyor. Yani, ona göre sorun bir adamın cüzdanının kabarıklığı değil, daha önce benzer ortamlarda meydana getirdiği vukuatlar…
Bu esnada biz de onu tam can damarından vuracak soruyu yöneltiyoruz. "O haldeeeee... Laila'ya -içip dağıtmak için olmasa bile- çoluk çocuğuyla birlikte denize nazır bir balık ziyafeti çekmeye gelebilecek 'farklı' insanlar için, kapıdaki bodyguardlara verdiğiniz direktif nedir? Mesela, adam sakallı, kadın da başörtülü. Ama diyelim ki bu ailenin hesabı ödeyememek gibi bir sıkıntısı yok, maddî güçleri gayet yerinde. Böyle bir durumda, bir çok kamu kurumunda dindar insanlara uygulanan ayrımcı yaklaşımı siz de sergiliyor musunuz?"
Öztek bu soru karşısında biraz düşünüyor. Belli ki yanlış bir cevap vermekten kaçınmakta. "Geride bıraktığımız yıllar için çok kesin konuşamıyorum, bazı rüzgârlardan vaktiyle biz de etkilenmiş olabiliriz" diyor, "Ama bu sezon hangi akşam Laila'ya gelseniz, restoranlarda tanımladığınız görünümde bir ya da bir kaç aile görürsünüz. Asla böyle bir yasak ya da sınırlama yok. Yeter ki müşterilerim benim genel kurallarıma uygun davransın. Yani kimsenin kimseyi taciz etmemesini kastediyorum. Zaten bizim sık sık Arap dünyasından geleneksel giyisileri içinde müşterilerimiz de oluyor."
"Başbakan bir gelse..."
Bu noktada sözü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a getiriyor Laila'nın patronu. "O kadar isterdim ki Sayın Erdoğan'ın bir akşam Laila'ya gelip eşiyle dostuyla güzel bir yemek yemesini" diye hayıflanıyor. "Bu olayı iki açıdan çok arzu ediyorum. Birincisi, şu kulübü açtığım 1999'dan bu yana, en huzurlu, en sorunsuz sezonumu yaşıyorum. İnsanları inandıramıyorum, ama ben geçen yıl tam 400 milyar lira zarar ettim. Bu yaz ise ticaret dünyasındaki ağlamalar sızlanmalar büyük ölçüde azaldı. Önümüzdeki yıllar ülkemiz genelinde daha da iyi olacak inşaallah. Getirdiği nisbî ferahlama için, bütün turizm sektörü çalışanları adına kendisine teşekkür etmek isterdim. İkincisi de ülkemizde hoşgörünün, karşılıklı diyaloğun hangi noktalara geldiğinin bir simgesi olarak, yine bir turizmci sıfatıyla konuk etmek isterdim kendisini. Bir kere bir nikâh töreni için gelecekti, hepimiz çok sevindik. Ancak eleştirilerden çekinmiş olsa gerek, son anda nikâha katılmaktan vazgeçti. O günden beri de umutla bekliyorum."
|
"Burası Laila değil, Reina beyler!"
Bizim gibi etliye sütlüye hiç bulaşmayan, çoluk çocuğa karışmış, akşamları çizgili pijamalarıyla TV karşısında maç seyreden mütedeyyin adamlar için gece hayatının raconlarını bilmemek bazen skandal düzeyinde yanlışlıklara neden oluyor. Laila röportajına giderken de bu tür bir gaf yaşadık. Oysa, "Bizi Laila'ya götür!" diyerek aracına bindiğimiz taksicinin yolu gayet iyi bileceğinden öylesine emindik ki. Ortaköy sahil şeridindeki bir giriş kapısının önünde durup "Aha, burası Laila!" dediğinde, doğrusu ben biraz işkillendim. "Baba yahu" dedim, "Bizim televolelerden bildiğimiz Laila'nın girişinde manda gözü gibi 'Laila' yazıyordu. Burada ise aynı tabelayı göremiyorum!"
O sırada foto muhabiri arkadaşım, bebek yüzlü gazeteci Murat Palavar "Yok ağabey" diye atladı, "Ben çok iyi biliyorum, Laila kesin burası!"
Baktım ki ikiye karşı tekim. "Pekiyi beyler" deyip araçtan indim. Simsiyah bir giriş kapısının önünde bekleyen, insan azmanı bir bodyguardın yanına yanaşarak "Merhaba, biz basındanız, Şefik Bey'le randevumuz vardı" diye gülümsedim. Azman yüzüme bön bön baktı, beni baştan aşağı süzerek soğuk bir sesle sordu: "Hangi Şefik Bey?"
Bu sefer şaşırma sırası bendeydi. "Şefik Bey işte" dedim, "Patronunuz, Laila'nın sahibi!"
Azmanın yüzündeki o donuk ifade yerini yavaş yavaş nefret dolu bir başka ifadeye bıraktı. Elini ufka doğru kaldırdı ve yolun ilerisinde belli belirsiz bir noktayı işaret ederek dudaklarından şu sözler döküldü: "Burası Laila değil beyler, burası Reina! O dediğiniz yer, üç yüz metre ileride solda! Sizler bu âlemde yenisiniz galiba!"
"Boza olmak" deyimi, herhalde böyle bir durumu tanımlamak için mükemmel bir karşılık olurdu. İki yıldır birbirleriyle kıyasıya rekabet eden bu iki ünlü gece kulübünden, bizi o an itibarıyla hiç ilgilendirmeyenine gelmiştik. Şık bir durum değildi tabiî.
Yol boyunca önümde "Ama ağabey, nereden bilebilirdim ki" diye mırıldanarak yürüyen Murat'ı her fırsatta yumruklamama karşın, Şefik Bey'in karşısına çıktığımızda öfkem hâlâ tam olarak geçmemişti. Bu olayı sıcağı sıcağına Öztek'e anlattığımızda ise gülmekten dağılma sırası bu kez O'na geliyordu.
* * *
Şefik Bey'e Yeni Şafak armağanı: "İslâm Peygamberi"
Artık bir geleneğe dönüştü; ne zaman bir mülâkata gitsek gazetemizin kültür yayınlarından oluşan bir seçkiyi konuğu olduğumuz kişi ya da kişilere armağan olarak götürüyoruz. Sanat, siyaset ve medya dünyasından şimdiye dek görüştüğümüz bütün dostlar, bu küçük jestimizden duydukları mutluluğu dile getirmişlerdi. Ancak, doğrusu ya, Laila'ya ve Şefik Bey'e giderken elimizde Prof. Hamidullah'ın "İslâm Peygamberi" adlı eseriyle bu armağan olayını "biraz fazla abarttığımızı" düşünmüyor da değildik.
Ancak, sonuç hiç de öyle olmadı. Aralarında rahmetli Hamidullah'ın eserlerinin de bulunduğu 2003 yılı armağanlarından oluşan bir koleksiyonu kendisine uzattığımızda, Şefik Öztek önce bir hayli şaşırdı, sonra kitapları paketlerinden çıkartıp tek tek inceledi ve gözleri ışıl ışıl bir vaziyette "Beni çok mutlu ettiniz. Kaliteli kitapları okumayı severim. Fena sayılmayacak bir kütüphanem de var. Bunları baş köşeye koyacağım ve hepsini zaman buldukça değerlendireceğim." Sonra da teybi kapatmamızı rica edip, bizlere kendi gönül dünyasından son derece dostça bazı şeyler anlattı. Konuştuklarımız elbette ki aramızda birer sır olarak kalacak. Ancak şunu hemen belirtelim ki, biz o gün Laila'da 'Para ile imanın kimde bulunacağı hiç belli olmaz" atalar sözünü anımsatan ilginç bir kişilikle tanışmış olduk.
* * *
Ne menem bir yer şu Laila?
Laila, magazin programlarının yoğun etkisi nedeniyle, bu tür mekânlara hiç âşina olmayan geniş bir halk kesimi tarafından "çılgınca dans edilip oluk gibi içki tüketilen bir gece kulübü" olarak tanınıyor. Bu da hayat pahalılığı altında ezilen sınıfların Laila'ya yönelik alerjisini iyice artırmakta. Haksız da değiller, çünkü tesisin ekranlara yansıyan tek yüzü bu. Mekânının kamuya tanıtımındaki bu ciddi zaafı artık Öztek de içtenlikle kabul ediyor ve "Kapının önünde bekleşen kameraman ordusunın yalnızca ünlülere odaklanması nedeniyle, farklı farklı kesimlere hitap eden bu eğlence kompleksinin her köşesi topyekün lanetlendi" diyor.
Oysa içeride birbirinden bağımsız işletme alanlarına sahip bir dizi farklı tesis bulunmakta. Her gün saat 18.30'da açılan ortak bir giriş noktasından 30 milyon lira ödeyerek ortama dahil olduğunuzda, içeride nereye yöneleceğiniz tamamen size kalmış. Kulübün bizzat Öztek tarafından işletilen ve gece 12'ye kadar yüksek sesli müziğin çalınmadığı merkezî bölümü, yalnızca oturmak ve sohbet etmek için. Çeşitli halkla ilişkiler şirketleri basın toplantılarını da bu alanda düzenlemeyi tercih ediyorlar.
Orta avluyu çepeçevre kuşatan farklı stildeki restoranlar ise Öztek'in işletmesinde değil; Laila'nın patronu buraları sezonluk olarak kiraya vermiş, sözleşme maddeleri gereğince yalnızca genel kalite standartlarını denetliyor. Sayıları 10'a yaklaşan bu tesisler arasında Tarihi Karaköy Balıkçısı'ndan sanatçı Yılmaz Erdoğan'a ait bir kebapçıya, Lübnan, Tayvan ve İtalyan mutfaklarının sunulduğu restoranlara dek geniş bir seçenek yelpazesi var. Öztek, "Eğer konuk ya da konuklar alkollü içki kullanmıyorsa, bu restoranlarda dört kişilik bir aile beş yıldızlı bir otelde ödeyeceğinden çok daha az hesapla karşılaşır" diyor. Ona göre rakamları can acıtıcı hale getiren en önemli unsur "içki".
Medya vasıtasıyla daha yakından tanıdığımız o bol müzikli, danslı, mankenli Laila ise varlığını daha çok gece 12'den sonra hissettirmeye başlıyor ve sabah 04.00'e dek kapılarını açık tutuyor. Orada da herkes, giriş ücretine dahil olan ilk içkiden sonra tükettiği her türlü yiyecek-içeceği ödüyor.
|
a_muratguven@yahoo.com
|
 |
|