|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bilal Çetin'in Vatan gazetesinde başlattığı "Rejimin bıçaksırtı günleri... Yazılamayan 28 Şubat" başlıklı dizi, ilk iki bölümünde "Doğru mu, hakikaten yazıldığı gibi mi oldu?" dedirtecek "hikâye"lerle başladı. Dizi, bundan sonraki bölümlerinde de bu performansını korursa, Vatan'ın diziyi sunarken kullandığı sıfatların tümünü hakkıyla kullandığını şimdiden söyleyebiliriz...
İlk gün, medya patronu Enver Ören'in, dönemin önde gelen komutanları tarafından Genelkurmay'da nasıl istiskale uğratıldığını anlatıyordu Bilal Çetin... Çok etkileyici, insanı allak bullak eden, kime kızıp kime üzüleceğinizi bilemediğiniz hikâyelerden biriydi anlatılan... Sabah yazarı Ahmet Hakan da çok etkilenmişti anlatılanlandan... Hakan, "Enver Ören olayı" başlıklı yazısında meseleyi kendi cümleleriyle özetliyor ve tepkisini aktarıyor: "(...) Düşünün bir medya patronu olarak Enver Ören, Genelkurmay'a çağrılıyor. Dönemin anlı şanlı komutanları Ören'e fırça atıyorlar. Enver Ören konuşma ilerledikçe terlemeye başlıyor. Böbrek rahatsızlığı çektiğini söylüyor ve su istiyor. Üst üste birkaç kez su isteyince Çevik Bir, görevli askere 'Oğlum sürahi getirin' talimatını veriyor.. Korku, heyecan ve panikten kıpkırmızı olan Enver Ören, sürekli su içiyor. Elleri titriyor ve sürahiyi yere düşürüyor. Sürahi gürültüyle kırılıyor, Ören'in üstü başı su içinde kalıyor. Neredeyse bayılmak üzere olan Enver Ören 'Ben mesajı aldım' diyor... Bunları okuduğumda gerçekten sarsıldım... Işıkçılık, Saadeti Ebediye, değişim, ictihat kapısı, mezhepsizlik suçlaması... Bunların hepsini bir tarafa bırakmıştım ama bu '28 Şubat anıları' beni derinden sarstı. Şimdi şu sorunun yanıtını içtenlikle merak ediyorum: Doğru mu bunlar Enver Ören? Gerçekten sürahi kırıldı mı? Doğruysa neden katlandınız buna? Neyin karşılığı olarak katlanılabilir buna? Ya da şöyle sorayım: Değer mi hiç?" Dizinin, okuyanın zihnine hemen "doğru mu bu?" sorusunu getiren ikinci "anı"sı da ikinci gün geldi. Vatan'ın manşetinden (8 Eylül) aktarıyoruz: "Genelkurmay Başkanı'nın odasında sert tartışma... ÇEVİK BİR KARADAYI'NIN YAKASINA YAPIŞTI... Tankların Sincan'a yürüdüğü gün Genelkurmay Başkanı Karadayı, 2'nci Başkan Çevik Bir'i çağırıp 'Bu emri kim verdi, niye haberim yok' diye çıkıştı. Ve kıyamet koptu... Karadayı, tank emrini Çevik Bir'in verdiğini öğrenince köpürdü: 'Keşke yapmasaydın. Durum çok nazik...' Çevik Bir kıpkırmızı oldu, kendini kaybetti. Karadayı'nın üzerine yürüdü, iki eliyle yakasına yapışıp sert konuştu: 'Komutanım, Türkiye elden gidiyor, siz ne diyorsunuz. Demirel de bizi uyutuyor. İrticanın Türkiye'ye ele geçirmesini seyredecek miyiz?..' Çevik Paşa adeta şoka girmişti. Odasına döndü, arkadaşlarına 'Ben bittim' dedi. Hatta Adli Müşavir Tuğgeneral Erdal Şenel'e 'Herhalde artık beni tutuklarsınız' diye takıldı... Genelkurmay Genel Sekreteri Özkasnak, 'Komutanım, gidin özür dileyin' diye akıl verdi. Bir, tekrar Karadayı'nın yanına gitti. Kucaklaştılar, ikisi de bu tatsız olayı unutmaya karar verdi." Dizinin, "doğru mu bu?" dedirten "anı"larla dolu olduğunu söylemiştik size. Umarız abartmadığımız şu iki "anı"yla ortaya çıkmıştır... Ne var ki biz, bu sayfanın "doğa"sı gereği bir başka soruyla ilgiliyiz... Bilal Çetin'den, hazır konuya girmişken bu konuya da açıklık getirmesini rica edeceğiz... Konumuz, iki Star gazetesi muhabirinin (ki "Sincan günleri"nde de Star muhabiriymişler) öne sürdüğü bir iddia... Buna göre, o gece sabaha karşı tankların geçişini sadece onlar görüntülemiş, daha sonra gün içinde büyük basının önde gelen isimlerinin Genelkurmay'dan ricası sonucu tanklar Sincan'dan bir kez daha geçirilmiş ve böylece onların da görüntü alması sağlanmış... Medyanın o günlerde nasıl "tatlı, çocuksu bir heyecan" içinde olduğunu göstermesi açısından, bu iddia bize çok önemli geliyor.
NOT. Kimlerin "ricacı" olduğunu ve meselenin tam metni için bakınız, bu sayfadaki "Doğru mu bu?" başlıklı yazı... (A.G.)
Doğru mu bu? Star gazetesi muhabirleri Cemal Doğan ve Kâmil Elibol, 2 Eylül tarihli ortak itiraf-haber'lerinde, 28 Şubat günlerinin sembol ilçesi Sincan'da tankların 4 Şubat 1997'de neden iki kez geçtiğini anlatıyorlar... Bu ibretlik itirafı mutlaka siz de dinlemelisiniz... İki muhabir o zaman da Star gazetesi için çalışıyorlarmış... O soğuk Şubat gecesinde sabaha kadar beklemelerinin nedeni, "bir şeyler"in olacağı beklentisiymiş... Çünkü 4 Şubat "Kudüs Gecesi"nin bir gün sonrasına denk geliyormuş... İlçe emniyet müdürlüğü önünde "bir şeyler" bekleyen gazete muhabirleri, dondurucu soğuğa fazla dayanamayıp yavaş yavaş havlu atmaya başlamışlar... Saat 02.00'den sonra da iki Star muhabiri dışında ortalıkta kimse kalmamış (bu bölüm açık değil, ama anladığımız kadarıyla ilçeye uzak olmayan Ankara'ya dönmüş öbür muhabirler). Ve gün ağarırken olanlar olmuş, tankları sadece Star muhabirleri görüntüleyebilmişti... Gerisini itiraf-haberden okuyalım: "Olayı görüntüleyemeyen tüm gazete ve TV'lerin yöneticileri Genelkurmay'ın telefonlarını kilitlemişti. Sadece bir gazetenin iki muhabirince görüntülenen bu olay, diğer medya kuruluşlarında büyük kriz yaşatmıştı. Bunun üzerine o tarihte Ertuğrul Özkök, Derya Sazak gibi üst düzey gazete yöneticilerinin, Genelkurmay'a tankların ikinci kez geçirilmesi için ricada bulundukları konuşulmaya başlandı. İkinci kez Sincan'a gittiğimizde bu kez saatler 16.00'yı gösteriyordu. Tanklar tekrar aynı istikametten Sincan'dan geçirildi..." Haber ilginç, haberin yayın tarihi de ilginç... "Tankların ikinci kez geçmesi" konusunda ricacı olanlar arasında adı geçmese de, dışında kalması imkânsız olan ve o tarihlerde büyük basın gazetelerinden birinin hem de Ankara cephesi yöneticileri arasında yer alan Fatih Çekirge'nin Star'dan ayrılmasıyla bağlantısız değildir herhalde bu haber... Çekirge Star'da işini sürdürüyor olsaydı, bu haberin yayımlanması herhalde mümkün olmazdı... Durun bakalım "ricacı" gazeteciler ne diyecekler bu iddiaya... Haber 2 Eylül'de yayımlandı, o gün bütün gazetelerde en çok konuşulan haber olması nedeniyle, haberde adı geçenlerin olup bitenden habersiz olmaları düşünülemez... Aradan dör-beş gün geçti, haberde adı geçenlerin iddia hakkında bir şeyler söylemesi kendilerinden beklenirdi... Olmadı ama hiç olmayacak anlamına gelmez bu. Böyle bir iddia cevapsız bırakılır mı? Herhalde bir şey söyleyecekler, sizi bilgilendirmeyi sürdüreceğiz... (A.G.)
Alın size 'Osmanlı mutfağı'!
Milliyet'in Pazar ekinde karşımıza çıktı. İstanbul'da Tünel'de yeni bir restoran-kafe-bar açılmış... 1890 yılında inşa edilen bir bina elden geçirilip, adına da (kısa yoldan) "Bina" denilmiş. "Bina"nın,yani bu 1890 doğumlu binanın nasıl döşendiğini işletmecisi Nedim Topçuoğlu şöyle anlatıyor: "Binanın yapısı gereği minimalist öğeler kullandık. Dekorasyonumuzda da pastel tonlar hakim. Biliyorsunuz (eğer bugüne kadar bilmiyorduysanız artık bilmeniz lazım!), özellikle büyük şeherlerimizde artık şöyle bir kural hakim: Eğer restoran, bar, kafe gibi bir mekanda "minimalist öğeler" kullanılmışsa, bilin ki orada karşınıza çıkacak olan hesap "maksimalist öğeler"den oluşmuştur! Neyse, biz gelelim "Bina"da ne yenilip içildiğine... "Bina"nın işletmecisi anlatmaya devam ediyor: "Mönüyü belirli bir standartta tutuyoruz. Kendi standartlarının en iyisi. Öğle yemeğinde çevrede çalışanlar geliyor. O zaman Osmanlı mutfağı ağırlklı çalışıyoruz. Mesela Akdeniz salatasını deniz mahsülleriyle birlikte fajita ekmeğinin içine yapıyoruz. Bu salata aynı zamanda en çok beğenilen yemeklerimiz arasında da var. Bunun dışında kızılcık soslu domuz pirzolası ve patlıcanlı mozeralla da epey talep görüyor."(!) Hadi bakalım... Öğle yemeğinde "Osmanlı mutfağı"nı tatmak için doğru "Bina"ya... Özellikle de, bu mutfağın olmazsa olmazlarından olan "kızılcık soslu domuz pirzolası"nı tatmak için! (K.B.)
Özgür Gündem de
meseleye böyle bakıyor
Özgür Gündem'den (8 Eylül) Selahattin Erdem'in "Ver PKK'yi al Türkiye'yi" başlıklı yazısından: "Farz edelim ki, PKK karşılığında Türkiye'nin akla gelebilecek birçok şeyi verilerek ABD ile anlaşma yapıldı. Peki ABD'nin gerillayı tutup Türkiye'ye vereceği nereden belli? İstese bile acaba ABD'nin kısa sürede buna gücü yetebilir mi? Gerilla öyle ABD'nin avucunun içinde mi yaşıyor ki, hemen tutup teslim etsin? (...) "Daha da somutlaştıralım: Çölde denetim sağlayamayan ABD'nin dağda denetim sağlaması çok zor olacağına göre, olsa olsa ABD'nin yapacağı gerillayı Güney'de kısmen daraltmak ve büyük ölçüde Türkiye'ye ve diğer sahalara yayılmaya zorlamak olabilir. Bunu bazı aydınlar ve yazarlar da gerçekçi bir biçimde ifade ediyorlar. Bu biçimde Türkiye'ye yayılan gerillanın da, geçmişi kat kat aşacak düzeyde Türkiye'yi çatışmaya sokacağı açıktır. Demek ki, mevcut hükümetin Irak'a asker gönderme karşılığında ABD'yi gerillanın üzerine yöneltme politikası, gerçekte gerillanın Türkiye'ye yayılmasını sağlayacak bir politika olmaktadır..." (K.B.)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |