AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Sözlüğe bakmak

Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç.Dr. Ali Akpınar'dan bir ileti aldım. Geçen hafta bu sütunda yayımlanan yazıyla ilgili bir mektup. Kronik Medya'nın uyarısına uyarak hitap satırını geçiyor, sözü, Ali Bey'e bırakıyorum: "Dünkü yazınızda dikkatimi çeken bir hususu sizlerle paylaşmak istedim. Eğer yanlış anlamadıysam, H. Kadri'nin sözlüğünden akta(r)dığınız iki cümlenin altına yazılan Kelam-ı Şari' ifadesinin yanlış olduğundan söz ediyorsunuz."

Burada araya girmek gereğini duyuyorum. Şundan dolayı: Ben o ifadenin "yanlış olduğundan" değil, "yanlış olabileceğinden / yanlış olup olmadığından" söz etmiş olmalıyım. Başka bir deyişle, "doğruluğundan kuşku" belirtmiş olabilirim ama kesin bir anlatımla "bu yanlış" dememişimdir. Nitekim, yazıyı yeniden okuduğumda "Acaba?"lı bir ifade kullandığımı gördüm. Yine de Sayın Ali Akpınar'ın böyle anlamasında yadırganacak bir durum yok. Üstelik o da cümlesinin başında "eğer yanlış anlamadıysam" diyerek, çok yerinde bir "ihtiyat payı" bırakmış.

Ali Bey'in mektubu şöyle devam ediyor: "Oysa söz konusu iki cümle, sıhhatleri tartışılabilir ama iki hadistir. Ve Hz. Peygamberden bahsedilirken de Şari (Şeriat koyan) ifadesi kullanılır. Tıpkı Yüce Allah için kullanıldığı gibi. Dolayısıyla lügatte herhangi bir yanlış gözükmüyor."

Ali Bey'e verdiği bu bilgilerden dolayı çok teşekkür ediyorum.

Sıhhatleri tartışılabilir de olsa geleneğimize "hadis" olarak girmiş olan o iki cümleyi tekrarlayalım: "El-mer'u alâ dîni halîlihi" (Kişi, dostunun dini üzeredir.) "El-mer'u mahfî tahte lisânihi" (İnsan, dilinin altında gizlidir.)

Peygamber Efendimiz'den bahsedilirken "Şâri': Şeriat koyan" ifadesinin kullanıldığını bilmiyordum, öğrenmiş oldum.

Aslında Hüseyin Kâzım Kadri'nin "Kelâm-ı Hak" dedikten sonra, aynı anlama gelebilecek "Kelâm-ı Şâri" ifadesini kullanmayacağını düşünebilmeliydim. Hele o ifadenin "Kelâm-ı Şâir" olması büsbütün uzak bir ihtimal. Çünkü, tek başına "şair" kelimesi, hiçbir yere götürmez okuyucuyu. Adı bilinmeyen bir şair söz konusu olduğunda da "Lâedri" ifâdesi kullanılır.

Bütün bunlar bir yana, Türk Lügati yazarının "Şâri" kelimesini hangi anlamda kullandığını öğrenmenin en kolay ve kestirme yolu, kendi lügatinde o kelimenin anlamına bakmak olmalıydı. Nitekim oraya bakınca şunu görüyoruz: "Şari – ismi has- vâzıı şeriat, müessisi din. Cenabı Hak ve resulü muhteremi hakkında kullanılır."

"hükmü Şari; izni Şari; kelâmı Şari"

"- Şari aleyhisselâmın tarîkına iktida ve isri şerifine ıktifada.., Naima-Tarih"

Bu tür bir yanlışlığı sözlüğe bakarak gidermek ya da anlaşılır kılmak mümkündür. Ancak Afet Ilgaz hanımın 7 Eylül 2003 tarihli Millî Gazete'de yayımlanan Sırmalı güneş başlıklı yazısında gördüğüm "Ahmet Haşim'in: "Şimdi ay bir serv-i sîmîndir suda / Esme ey bâd, esme cânân uykuda" mısralarına (Yoksa Yahya Kemal'in miydi, "cânân" beni kuşkuya düşürdü şimdi)"… ifadesi, aynı yöntemle düzeltilemez. Anılan mısraların her iki şaire de ait olmadığını, anılan şairlerin bütün şiirlerini okuyarak tespit edebilirsiniz ama kime ait olduğunu ayrıca aramanız gerekir. Bu arayış, sizi Faruk Nafiz Çamlıbel'e götürecektir. Belli ki, Afet Ilgaz'ı belleği yanıltmaktadır. Yanılmak, sonra da yanıldığını görüp doğruya ulaşmak ne güzel!


9 Eylül 2003
Salı
 
İBRAHİM KARDEŞ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED