|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
"Muhafazakar Demokrasi"nin yazarı Yalçın Akdoğan, kitaba ilişkin ikinci yazımdan sonra da telefonla arayarak görüşlerini bildirdi. Ben de kendisine, üzerine iki yazı yayımladığım kitabın yazarına "cevap hakkı"nı kullanabilmesi için köşemi ödünç verebileceğimi söyledim. İşte Akdoğan'ın eleştirilerime (kısaltılmamış) cevabı:
Muhafazakar Demokrasi kitabında Batılı muhafazakar ve (aşırı) liberallerin örtüştüğü kimi hususlara değinirken, refah devleti anlayışının eleştirilen bir yönüne değinilmesi mutlak anlamda bir "refah devleti" eleştirisi ve değerlendirmesi içermemektedir. Bu sadece sosyal yardım olgusunun devlete endekslenmesinin, bu fonksiyonu gören gönüllü kuruluşlar ve aile üzerinde olumsuz bir etki yapabilmesine vurgu açısından gündeme getirilmiştir. Yoksa bizim "refah devleti" anlayışını topyekün olarak mahkum etmemiz son derece yanlış bir tavır olacaktır. Burada yaşanılan sıkıntılardan birisi modernleşmesini tam olarak tamamlamamış bir ülkede modernizmin kimi olumsuz sonuçlarına değinmek veya "refah devleti" aşamasını ideal anlamda yaşayamamış bir ülkede refah devleti uygulamalarının ulaştığı kimi olumsuzlukları eleştirmeye kalkmaktır. Bu, konuya teorik bir açılım getirmek ve yaşanılması gereken sürecin akıbetini bilerek kimi tedbirler almak açısından yararlı olabilir, ancak şimdi olduğu gibi bu süreçlere tamamen karşı olunduğu gibi bir yanlış yargıya da sebep olabilir. AK Parti'nin refah devletini reddetmesi düşünülemez. Bunun teorik ve pratik iki sebebi vardır. Pratik olanı AK Parti'nin oy aldığı toplumsal kesimlerin sosyal adalet ve dayanışma talebi içinde olan kesimlerden oluşmasıdır. AK Parti yıllarca mağdur edilen, yoksulluk ve yolsuzluğun olumsuz sonuçlarından en çok etkilenen ve bugün devletin ilgisini en fazla günlük yaşamında hissetmek isteyen kesimlerdir. Bunlara sessiz kalınması düşünülemez. İkinci olarak buna teorik reddiyede bulunmak devletin sosyal fonksiyonlarının önemine inanan ve özellikle gözetilmesi gereken (kimsesiz, yaşlı, sakat gibi) kesimlere devletin şefkat elini uzatmak gerektiği gibi bir siyasi kabulü olan bir parti açısından mümkün değildir. Benim özellikle yerel yönetimler için geliştirdiğim ve birçok dergide yayınlanan "sosyal belediyecilik" kavramı da mahalli idarelere bir kısım sosyal fonksiyonlar yüklemektedir. (Yaptığım tanım: Sosyal Belediyecilik mahalli idareye sosyal alanlarda planlama ve düzenleme işlevi yükleyen, bu çerçevede kamu harcamalarını konut, sağlık, eğitim ve çevrenin korunması alanlarını kapsayacak şekilde sosyal amaca kanalize eden; işsiz ve kimsesizlere yardım yapılması, sosyal dayanışma ve entegrasyonun tesis edilmesi ile sosyo-kültürel faaliyet ve çalışmaların gerçekleştirilebilmesi için gerekli olan altyapı yatırımlarının yapılması için bilinçli politikalar üretmesini öngören; bireyler ve toplumsal kesimler arasında zayıflayan sosyal güvenlik ve adalet mevhumunu güçlendirmeye yönelik olarak mahalli idarelere sosyalleştirme ve sosyal kontrol işlevleri yükleyen bir modeldir.) Ben herhangi bir modelin mutlak anlamda ve her zaman için iyi ve kötü olacağı kanaatinde değilim. Türkiye konjonktüründe devletin sosyal fonksiyonları için büyük bir ihtiyaç sözkonusu olabilir. Ancak konu teorik olarak ele alındığında her modelin ulaşabileceği kimi boyutlar ve farklı toplumlarda ne gibi sonuçlarının olabileceğinin de değerlendirilmesi gerekir. Bugün Batı'da "refah devleti" kavramı ciddi şekilde tartışılmaktadır. Kapitalizmin ulaştığı noktada refah devleti olgusu bir kurtarıcı olarak görüldü ve bence "kapitalistler" kendilerini yeniden üretebilmek ve sürdürebilir hale getirmek için böyle bir takviyeye gerek gördüler. Ancak gelinen noktada devletin bireyin hayatını regüle etme (düzenleme) boyutu o hale geldi ki, bu hem ekonomik kimi gerekçelerle, hem de devletin yeniden "Leviathan"a dönüşme riski açısından tartışmalara sebep oldu. "Fiscal crises" ve "constitutional economy" kavramları etrafında yürüyen tartışmalarda devletin küçültülerek asli fonksiyonlarına dönmesi gerektiği vurgulanmaya başladı. Bu çerçevede kitapda geçen ve batıda "refah devletine" yöneltilen kimi eleştirileri muhafazakarlığın olmazsa olmazı gibi görmek doğru olmaz. Türkiye modernleşmek zorunda ama, bunu Batı'nın yaşadığı tecrübeyi (ve kimi olumsuzlukları) dikkate alarak yapmak zorunda. Türkiye'de devletin sosyal fonksiyonlarını geliştirerek refah düzenini kurmak gerekli, ama bunu müdahaleci ve hayatın her alanına karışan bir devlet anlayışı şeklinde yapmamak da gerekli. Muhafazakar Demokrasi kitabında dünya üzerindeki kimi anlayış ve hareketlere değinilmiştir, ancak bunlar AK Parti'nin örnekliği değildir, sadece konunun teorik tasnifi için kullanılmıştır. Muhafazakar Demokrat Partilerden bahsederken İngiltere'deki MP'yi veya Hıristiyan Demokrat Partileri zikretmek de AK Parti'nin bunların yolundan yürüdüğü anlamına gelmiyor. Burada AK Parti yeni bir muhafazakar demokrasi kavramsallaştırması yapıyor, bi ryandan dünya üzerindeki muhafazakarlık anlayışıyla ortak olabilecek yönleri önemseyerek siyasi kulvarını dünya genelinde anlaşılabilecek bir çizgiye oturtmaya çalışıyor, diğer yandan yerli kültürel ve toplumsal değerlerle ideolojisinin içeriğini şekillendirmeye çalışıyor. Bence siyasetin normalleşmesi ve sahici bir çizgide sürdürebilmesi açısından bu çabayı önemsemek gerekli. Yoksa muhafazakarlık kavramına Türkiye ve Batı'da yüklenen kimi olumsuzlukların faturasını AK Parti'ye kesmek siyaseti muğlak zeminde sürdürme alışkanlığını teşvik etmek anlamına gelir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |