|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Atatürkçüyüm diyenlere bakın, ortaya -biri diğerine benzemeyen- çeşit çeşit tarifler çıkar. Doğaldır da böyle olması. Bunda ne Atatürk'ün, ne de "İzindeyiz" diyenlerin bir kabahati bulunabilir. Çünkü insanların algılaması farklı farklı. Kime sorsak gerçek Atatürkçü olarak kendisini gösterir. Oysa Atatürk'ün yaptıklarını yapan, düşündüklerini düşünendir gerçeğe en yakın olan. Mesela, Atatürk'ün manevi kızı vardı; Atatürkçüyüm diyenlerden kaçının manevi kızı var? Haydi bilin bakalım!
Evren'in manevi kızı gönlünü bir Türk'e kaptırmış. Yedi yıl süren arkadaşlığın ardından evlenmeye karar vermişler. 38 yaşındaki Metin ile 32 yaşındaki Ching, düğün tarihi olarak Ağustos sonu ile Eylül başını düşünürken, Harbiye Orduevi'ndeki nikâhta düğün sahibi görülen Evren, tarih olarak kendisi için çok önemli bulduğu 12 Eylül'ü seçmiş. Acaba neden? Takvime bakınca, 12 Eylül'ün Cuma gününe rastladığını görüyoruz. Cuma mübarek gün diye mi seçti acaba? Hayırlı bir günde evlensinler, evlilikleri de hayırlı olsun düşüncesiyle... Yoksa, hafta sonu salon ücreti yüksek olduğu için mi? Yok, bu da değildir; koskoca paşa, manevi kızının düğününde üç kuruşu mu hesaplayacak? Bir resim satar, ücreti öder, artanıyla da çocukları balayına bile gönderir. 12 Eylül'ün Evren Paşa için neden önemli olduğunu hatırlayacağım ama, biraz yardımcı olsanız... 11 Eylül'ün hemen ertesi olması değildir herhalde! Aslında Atatürk kızını hangi tarihte evlendirdiyse, gerçek Atatürkçü de kendi manevi kızını o tarihte evlendirmeli derim! Derim ve dedim bile ama, siz yine de aklınıza gelirse hemen bildirin. Malum, hafıza-i beşer, geride kalan olayları unutur üçer beşer. Hatırlayan, bir not gönderiversin sevabına.
PAZAR KEYFİ Pazar sabahlarının en fazla öne çıkan, özlenen ve beklenen faaliyeti nedir diye bir araştırma yapılsa, şüphesiz en başta iki sonuç ortaya çıkar. Birincisi hafta içinde kazaya kalan uykuların eda edilmesi, ikincisi de kahvaltı. Bu hafta kahvaltıyı denizde yapma planımızı ertelemeyelim düşüncesiyle cümbür cemaat Ada vapuruna koştuk erkenden. Cümbür, Konyalı'dan açmaları simitleri aldı, cemaat çayları söyledi, bir sürü halindeki turistle beraber güvertede yerimizi aldık. Bu turist kısmısı, memleketi bizden iyi biliyor, bizden iyi geziyor arkadaş! Genç yaşlı, çoluk çocuk iki otobüs dolusu Alman, Ada vapurunu istila etmiş gibiydi. Yanlarında bir de papaz efendi vardı; hepsiyle tek tek tokalaşan, hal hatır soran. Düşündük, bizden bir grup Avrupa gezisine çıkarken yanlarına mahalle camiindeki imam efendiyi de alsalar... Acaba nasıl olur? Açmalar bittikten sonra sıra gazetelere geldi. Çetin Altan'ın "Kuş, Bush, duş, tuş, kuruş, duruş, vuruş..." başlıklı yazısını görünce, bir gün önce İbrahim Kalkan'ın verdiği şiiri hatırladım. Arada zaman farkı olsa, biri diğerine bakmış diyesi gelir insanın. Çetin Altan yazısını Fazıl Ahmet'in 1952'de yayınladığı alaycı bir şiirle bitiriyordu. İbrahim Kalkan'ın şiiri ise yeni.
BENZİYOR
Merhamet düşmemiş yüreğin dili
Bakışı perdeli dudağı bükük
Manâdan eser yok sözü sap saman
Zikri bozuk, aklı, fikri ham hayâl
Selamsız, kelamsız, harâmi dede
Kula kul olmayı marifet saymış
Arsız hayâlini yüksekte kurmuş
MİDEM AĞRIDIKÇA İçtiğim çaylar geliyor aklıma.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |