AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Enflasyonda Süreyya Ayhan gibi dünya ikincisi olduk

Durun, önce birkaç kelam edeyim. Dünya tenis şampiyonu Türk değil mi?

100 metre rekortmeni de...

200 ve 400 metre serbestte de yüzme rekortmenleri bizden.

Baskette zaten hep şampiyon oluyoruz.

Yahu nasıl olur da, böyle bir ülkenin kızı atletizmde 1500 metrede dünya ikincisi olur.

Yazıklar olsun!

Oh... Geç de olsa bunları yazıp da rahatladım.

Gelelim sadede.

Enflasyon oranı yine eksi çıktı ya, çaktırmadan kasılmaya başladık.

"Biz neymişiz yahu" havaları seziyorum.

Aslına bakarsanız, 8 aylık enflasyonun yüzde 10,7'ye kadar düşmesi sevindiriciden de öte olaganüstü bir durum.

Tartışmasız bir başarı.

Ama yıllık enflasyon hâlâ toptan eşyada yüzde 22.7, tüketici fiyatlarında da yüzde 24,9.

Bu rakamları, Avrupa ülkeleri rüyalarında görse, "Olamaz..." diyerek yataklarından sıçrar.

Kâbustan da öte onlar için bu oranlar.

Kâbus güçlerini bile aşar!

Çünkü onlar yüzde 1 ila 3 enflasyonla uğraşıyorlar. Yıllık oran yüzde 3'ü buldu mu da telaşlanıyorlar.

Hatta iktidarlar seçimi kaybediyor.

"Avrupa dışına çık, karşılaştırmayı öyle yap" dediğinizi duyar gibiyim.

Oralara göre de durumumuz pek iyi değil.

Enflasyon oranında bizi bir tek yüzde 34 oranı ile Venezuela geçmiş.

Bu alanda Süreyya Ayhan misali dünya ikincisiyiz.

Diğer rakiplerimizin tümünün yıllık enflasyon oranı yüzde 20'nin altında.

Ekonomik kriz içinde kıvranan Arjantin'de bile yüzde 10 dolayında.

Demek oluyor ki, daha alınacak çok yolumuz var, çok.

Bu yıl hedef, oranı yüzde 20'ye çekmek.

Belki 2 yıl sonra yüzde 10'un altını görürürüz.

O da herşey planlandığı gibi giderse.

Gerçekçi olalım.

Bu hedefler karşısında ne vergi oranları düşer ne de işçi-memur ve emekliye doğru düzgün zam yapılır.

Ben karamsarlık edebiyatı yapmak için bunları yazmıyorum.

Ufukta görünen bu.

İsteyen, bu aralar pek gölgede kalan Ekonomiden Sorumlu Bakanımız Babacan'a sorabilir.


Fatih Altaylı bile sustu

Baştan belirteyim.

Ben futbol sahalarının kapatılmasına karşıyım.

Buna karşılık olay çıkaranların cezalandırılmasını en az bir iki yıl değil stada, maçın oynanacağı kente bile sokulmaması gerektiğini savunuyorum.

Bu girişten sonra diyorum ki:

Mesut Yılmaz'ı hatırlıyor musunuz?

Şaka yapmıyorum.

Siyasetten çekileli bir yıl bile olmadı, sanki silindi, unutuldu gitti...

Demek ki iyi bir iz bırakamamış.

Bu Musut Yılmaz Başbakan'ken ya da koalisyon ortağı iken az mı çekmişti.

Hem de Galatasaraylı olduğu için.

Bütün Fener basını onu hedef tahtası haline getirmişti.

Yok, hakemleri o atıyormuş. Yok, Galatasaray'ın maçlarını ertelettiriyormuş. Yok, disiplin kurulundan ceza almamasını sağlıyormuş.

Kısaca Galatasaray'ı o şampiyon yapıyormuş...

Kelli felli spor yazarları bunları ciddi ciddi yazarlardı.

Şimdi bir olay oldu.

Başbakan Tayyip Erdoğan, lafı eveleyip gevelemeden Fenerbahçe'nin sahasının kapatılmasının yanlış olduğunu söyledi.

Bir taraftar olarak doğrusunu yaptı.

Sonra da Tahkim Kurulu Fenerbahçe'ye verilen saha kapatma cezasını kaldırdı.

Şimdi spor basınından ne bekleniyordu?

Mesut Yılmaz'a karşı takınılan tavrın bir benzerinin de Tayyip Erdoğan'a karşı gösterilmesi değil mi?

Ya da daha yumusağı.

Ya da bir iki serzeniş.

Ne gezer...

Tık yok.

Fener medyası, ne duydu ne gördü ne de yazdı.

Hatta ve hatta fanatik Galatasaraylı Fatih Altaylı bile bu konuda en ufak bir laf etmedi.

Ne Başbakan Tayyip Erdoğan'ı ne de Fener basınının tutumunu eleştirdi.

Fatih Altaylı bile susturulduğuna göre, siz şu lobinin gücüne bakın.


Otobüs ve kamyon ülkesiyiz

Herhangi bir Avrupa ülkesine gidin. Şehirlerarası ulaşımda ilk tercih trenlerdir.

Sonra uçak.

Çok sonra da otobüsler gelir.

Nakliye alanında da trenler başroldedir.

Eğer liman kenti ise gemiler tercih edilir.

Biliyorsunuz ki, Türkiye'de durum tam tersi. Trenler en sonda kalır.

Onu da bulabilirsen.

Bizde ulaşım ve nakliye dendi mi önce otobüs ve kamyon akla gelir.

Üç yanımız denizlerle çevrili hikayelerine rağmen deniz taşımacılığının payı yüzde 10'u bulmaz.

1950 yılından sonra böyle bilinçli bir politika izlendi. Trene dur denerek, yabancı otomotiv firmalarına pazar açıldı.

1950 yılından bu yana sadece 1700 kilometre tren yolu yapılmış. Bazı hatlar ya sökülmüş ya da hizmet dışı bırakılmış.

Sektörden aldığım bilgilere göre, Türkiye kamyon ve otobüs sayısı bakımından Avrupa şampiyonu.

Yanlış anlamayın.

Avrupa'nın en çok otobüs ve kamyonuna sahip ülke değil.

Ya ne?

Şöyle diyeyim:

Türkiye'deki kamyon ve otobüs nüfusu tüm AB ülkelerinin toplam otobüs ve kamyon sayısından bile daha fazla.

Niye?

Çünki demiryolu yok.

Niye, çünkü denizyolunu kullanamıyoruz.

Niye, çünkü ihracatımızın ve ithalatımız büyük bölümünü kamyonlarla yapıyoruz.

Ama bu arada yollar yetersiz, trafik kazaları çok oluyor o başka.

Size birşey söyleyeyim mi, artık buradan dönüş de yok.

Bu saatten sonra kimse demiryolu ulaşımını geliştirmeye çalışmaz.

Hükümetler bu alanlara bütçe ayırmaz.

İstatistiklere baktım.

Haziran 2003 sonu itibarıyla Türkiye'de tam 906 bin kamyonet, 400 bin de kamyon var.

Otobüs sayısı ise 121 bin.

Buna rağmen sayı yetersiz olmalı ki, yılın ilk 8 ayında otobüs ve kamyon satışları patladı.

Talep zor karşılanıyor.

İşte Türkiye, böylesine ilginç bir ülke.


9 Eylül 2003
Salı
 
ŞEMSİ YÜCEL


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED