AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
Yalan değil, bu kez de Star haklı...

"Bizim medya" sahiden asap bozucu... Sırasında ağzını bantlamasını çok iyi bildiği gibi, canının çektiği konuları dıline dolamasında da çok başarılı... İşte size bu "iki tarz"a dair taze iki örnek: Söz MGK Genel Sektererliği'nin "yönetmeliği"ndan açılınca "üç maymunlar"ın başarılı bir temsili, ama sıra "Gülben'in kaseti"ne gelince refikler arasında amansız bir yarış!

Sadece gazetelerden söz etmiyoruz tabii ki; televizyon kanallarında da aynı "tarz"lar hakim...

Geçen akşam Show TV'de, "kasetler" hikayesinde adı geçen bir başka kadın, Özlem Savaş stüdyo konuğu... Programı "anime" eden kadın sunucu Savaş'ı sıkıştırdıkça sıkıştırıyor: "Söyler misiniz; bir kadın yaşadığı bir ilişkinin görüntüleriyle bir biçimde karşılaşınca neler hisseder? Siz kendinizle ilgili fotoğrafları gördüğünüzde o ilişkinize ilişkin pişmanlık duydunuz mu?" (!)

Yani program açıkça, "Şu hikayeleri bizimle ve seyircilerimizle daha teferruatlı bir biçimde paylaşınız" amacı esas alınarak tasarlanmış!

Maksat "Hadi bu konuları enine boyuna konuşalım, hem siz rahatlarsanız hem de seyircilerimiz bilgilenir!" gibi bir amaca hizmet etmek!

Ama ne yazık ki program başarılı olmadı... İtiraf edelim ki, Özlem Savaş doğrusu çok zorlu biri çıktı! "Kaset" işini yapanı da yazanı da güzelce tarif edip meseleyi o kadar süratle kapadı ki, programı "anime" eden sunucunun hevesi kursağında kaldı...

Gazetelerin birkaç gündür başa çektikleri şu haberlere bir bakın...

Okurları hiç mi hiç ilgilendirmeyen bir hikayenin nasıl büyütüldüğüne bir bakın...

Gülben Ergen ile bilmem kimin görüntülerinin yer aldığı "kaset" okurları niçin ilgilendirsin?

Aslında sadece "okuru" değil, polisi, İstanbul Emniyeti'ni niçin ilgilendirsin?

"Yooo hiç olur mu, 'kaset' Uzanlar'ın çantasından çıktığına göre polisleri ve okurları tabii ki yakından ilgilendirir!" diyeniniz var mı bilmiyoruz.

Eğer varsa, bu "ilgi"ye cevabımız da şöyle: Ortada "kaset" dolayısıyla kendisine şantaj filan yapıldığını ileri süren kimse yok; "kaset"in İmar Bankası ile filan ilgisi katiyen yok; "kaset"in ÇEAŞ ve KEPEZ ile ilgisi hiç yok; ayrıca "kaset"in Hakan Uzan'ın çantasından çıktığına dair ortada resmi bir zabıt da yok.... Eeee, o halde bu "kaset" polisi, medyayı, okur ve izleyicileri niçin ilgilendiriyor?

Yoksa meselenin özünü, Uzanlar'ın yapıp ettiklerinin yanında aynı zamanda "seks kaseti" izleyen "ahlaksız" bir Grup olduğunun ilan edilmesi mi oluşturuyor?!

Bu tatsız hikayenin şu faslı da önemli: Gülben Ergen, "Kaseti ilk kez Emniyet'te izledim" diyor.

Gözünüzde canlandırabiliyor muzsunuz? Ergen ve yanındaki ilgili (belki "ilgisizler" de vardır!) emniyet görevlileri, birlikte, Ergen'in rol aldığı "kaset"i izliyorlar.... Ve tabii bu arada, "kaset"i görevleri icabı layıkıyla birkaç kez izlemiş olan emniyet görevlileri Ergen'e "soruşturma" çerçevesinde bazı sualler yöneltiyorlar: "Şimdi bu karede gördüğümüz şahıs siz misiniz?!"

Zavallı Gülben Ergen.... Kötü talihinde ilişkiye girdiği adamın kaydettiği görüntü bandını bir de polislerle birlikte izlemek varmış! (Bu arada "medyacılar"ın büyük bir beklenti içinde olduğunu da unutmayalım: Ah şu "kaset"i (eğer "ilişkileri" vasıtasıyla bugüne kadar izlememişlerse!) ellerine bir geçiriverseler ve hiç değilse birkaç kareyi okuyucu ve izleyicileriyle "paylaşabilseler"!)

Şaka yapmıyoruz, ciddi olarak merak ediyoruz: Hikayenin ortaya atılmasından bu yana bu "kaset"i acaba kaç "görevli" izlemiştir?

Şimdi gelelim Star gazetesinin bu hikayeye yönelik yayınına:

Star, herşeyden önce, "Haberlerin kaynağı olarak gösterilen İstanbul Emniyeti'nin konuyla ilgili açıklama yapmasını" beklediğini yazıyor.

Doğrusu çok yerinde, haklı bir istek....

Star, şöyle devam ediyor: "Uzanlar'ın ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda dinleme cihazlarının bulunduğu, bazı ses kasetlerinin ele geçirildiği, seks kasetlerinin olduğu, kimi senet ve çeklere el konduğu haberleri medyada sıkça yer alıyor. İstanbul Emniyet Müdürlüğü ise, kaynak olarak kendilerinin gösterilmesine rağmen hiçbir açıklama yapmıyor. Oysa yasalarımıza göre devam eden bir soruşturma ile ilgili hiç kimseye, hatta bakanlara bile bilgi verilmez. Peki nasıl oluyor da gazeteler İstanbul Polisi'ne dayanarak bu haberleri yazabiliyorlar?"

Alın size yine çok yerinde ve haklı bir istek daha....

Star'da şu satırları da okuyoruz:

"İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, örneğin son kaset olayı ile ilgili açıklama yapmak zorundadır. Zabıtlarda bulunmamasına rağmen, bu kasetin Hakan Uzan'ın evinden alındığı bilgisi medyaya nasıl verilmiştir, bunu söylemek durumundadır."

Tabii ki "zorundadır" ve "durumundadır".

Tamam, belki diyeceksiniz ki, "Uzanlar'ın aklına 'yasalarımız' yeni mi geldi?"

Bu sorunuza da cevabımız hazır: "Yeni geldi" ya da "sıkışınca geldi"den söz etmenin sırası değil tabii ki... Doğrudur, medya gurubu olarak eskiden "yasalarımız" ile ilgilenmezlerdi; ama unutmayalım ki, "yasalarımız"ı unutmaması gerekenlerin başında herkesten önce "İstanbul Polisi" geliyor....

Sonuç olarak, bu "kaset" işinin İstanbul Polisi'nin ve medyanın daha fazla vaktini almaması gerektiğini söylüyoruz. "Kaset" işinin tek bir hayrı olmuştur, o da Hürriyet'in (11 Eylül) yayınladığı fotoğraftır. Bu önemli fotoğrafta (görmeyenler için aktarıyoruz), "Gülben kaseti"nde rol aldığı iddia edilen erkek oyuncuyu, tanınmayan iki kadını ve dördüncü kişi olarak da Susurluk kazasında ölen "Polis Müdürü" Hüseyin Kocadağ'ı birlikte bir masanın etrafında görüyoruz...

Bakın işte bu iyi haber doğrusu! (K.B.)


'Alçaklar' demek de biraz fazla olmuyor mu?

"Millet", "milliyet", "milliyetçilik" gibi kavramların içini herkesin aynı biçimde doldurmadığı malum... Bu kavramlara ilişkin olarak klasik "Fransız-Alman" tanımları ve yaklaşımları üzerinde en çok söz edilenlerden... Nihayet Türkiye'de de, epeyce zaman üzerinde durulmayan bu farklı yaklaşımlardan bolca söz edilmeye başlandı. Biliyorsunuz; bu yaklaşımlar çerçevesinde bizi üzerinde en çok laf ettiren örnek cümle de Atatürk'ün "Ne mutlu Türküm diyene" sözü. Bu söze ilişkin birbirinden çok farklı yorumların yapıldığını da hatırlıyorsunuz. Kimileri için bu söz "ırk"a değil, tam tersine "vatandaşlık" bağına işaret etmektedir. Çünkü Atatürk vurguyu "Türk olana" değil "Türk'üm diyene"den yana yapmıştır... Yani tamı tamına, Fransızlar'ın anladığı biçimde bir "millet" tanımı. Kimilerine göre ise, cumhuriyetin kuruluş hikayesi de hatırlanarak, bu sözü "millet"in "Alman versiyonu"na uygun olarak, yani daha "kültüralist" yaklaşıma uygun olarak yorumlamak daha doğrudur.

Ülkemizdeki bu "millet" çıkışlı tartışmaya katılmaktan hoşlananlardan arasında Hürriyet gazetesi başyazarı Oktay Ekşi de var. Ekşi, bu tartışmaya son olarak, Başbakan'ın ağzından çıkan "Türkiyeli" sözcüğünden hareketle kaleme aldığı birkaç yazıyla katıldı. Neler mi diyordu? Yeni şeyler olmadığı muhakkak; "Türk Milli Eğitim politikası hiçbir zaman ırkçı bir görüşü benimsememiş ve öğretmemiştir", "Evet... Uygulamada bir tek 'Varlık Vergisi'ni örnek göstermek mümkündür. O da İkinci Dünya Savaşı'nın yarattığı zor koşullar içinde yapılmış ve neticede mağdurları tarafından bile bağışlanmış bir yanlıştır" gibi düşünceler... (Yeri gelmişken soralım: Varlık Vergisi'nin "mağdurları tarafından bağışlandığını" kimden duydunuz?!)

Ekşi'nin bu konuda yayımladığı yazıların sonuncusunda bizim dikkatimizi çeken husus bambaşka. Bizi şaşırtan Ekşi'nin yazısının içeriğinden çok (sonuç olarak onun da "köşe"si var, o da canının istediğini yazıyor!) "üslubu" oldu. Bakın, okuyalım da birlikte karar verelim: "Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşı olmasına rağmen Türk olmayı kendine yakıştıramayanlara (alçaklara) 'Türk'lüğü benimsetmenin deveye hendek atlatmaktan zor olduğunu bilelim."(!)

Şimdi siz söyleyin: Başyazarın bu "üslubu" makbul bir üslup mudur? Bir başyazar, ne olurlarsa, kim olurlarsa olsunlar kimilerinden "alçaklar" diye söz eder mi?


Okur uyarısı...

10 Eylül tarihli Kronik Medya'da yer alan "Psikolojik savaşta biz ne yaptık?" başlıklı yazımızda, iki Cumhuriyet yazarı; Orhan Bursalı ve Oral Çalışlar'ın MGK Genel Sekreterliği'nin gizli yönetmeliğine ilişkin eleştirel yazılarından bölümler aktarmıştık. Birkaç okurumuz, Çalışlar'ın yazısında aktardığı, 28 Şubat dönemine ait bir "Emniyet istihbarat notu"nun 29 Ağustos'ta yazarımız Ali Bayramoğlu'nun sütununda yer aldığını, Çalışlar'ın bu notu aktarırken Bayramoğlu'nun yazısına referans vermediğini hatırlattılar. Açtık baktık, gerçekten de durum öyle... Anlaşılan o gün bizim gazeteyi her zamankinden daha dikkatsiz bir şekilde gözden geçirmişiz... (A.G.)


12 Eylül 2003
Cuma
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED